• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.67)
das leben der anderen - florian henckel von donnersmarck
gdr adıyla bilinen eski demokratik almanya cumhuriyeti (doğu almanya) hükümeti, çöküşünden beş yıl önce iktidarını ancak son derece acımasız bir kontrol ve gözetleme sistemiyle sürdürebilecek noktaya gelmiştir. stasi adlı gizli polis servisine bağlı binlerce muhbirin yaptığı ihbarlar sonucunda 17 milyon nüfuslu ülkede 200 bin kişi fişlenerek dosyası tutulmuştur. hükümetin ve stasi’nin hedefi, “başkalarının hayatları” hakkında her şeyi bilmektir.


  1. pişmanlığı iliklerinde hissedip adeta saf değiştiren bir profesyonelin zamanla ne hale geldiğine şahit olduğumuz 2006 yapımı alman filmi.
  2. die fälscher, goodbye lenin, ein freund von mir içinize şüphe düşürür; " ben galiba alman sinemasını seviyorum? " dedirtir. das leben der anderen ise o şüpheyi ortadan kaldırır, " evet, bu adamlar bu işi biliyor. alman sinemasını çok seviyorum! " dedirtir. sakin halleriyle filmi sirkülase eden ulrich mühe hakikaten üstün bir performans göstermiş, kevin spacey'e olan benzerliğinin sadece fiziksel benzerlikle kalmadığını hissettirmiştir bana. bir de filmdeki şahsım adına favori karakterim tiyatro yazarı georg dreyman'ı canlandıran ve yine aşmış bir performans ortaya koyduğunu düşündüğüm sebastian koch'u bridge of spies'da görünceki istemsiz sevincim..

    teknik olarak eleştiri yapabilecek konumda değilim, olsam dahi filmi çok uzun zaman önce izlediğim için çok berrak değil görüntüler aklımda. ancak georg'un içinde bulunduğu ruh halleri !---- spoiler ----!

    bakan ile sevgilisi arasında geçenlere göz yummak zorunda olması

    !---- spoiler ----! gibi iz bırakan sahnelere sahip, komple başarılı kabul edilebilecek bir yapıt. izleyin efendiler, pişman olmazsınız.
    zorg
  3. !---- spoiler ----!

    bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen birisi artık kötü bir insan olamaz

    !---- spoiler ----!

    saygılar sevgiler xx/7 büyük adamsın...

    doğu almanya istihabarat örgütünün acımasızca davrandığını gösteren bir film olmuştur. türkiye'de de baskının buna benzer olduğunu görmemek için kör olmak lazım sanırım.
  4. benim için biat ederken düşünceyle karşılaşan bir adamın sarsılan hayatının düşünc yüzünden bedel ödeyerek dağılan hayatların en güzel hikayelerinden biri olmuş film. büyük bir üzüntüyle şunu farkettim ki bu hikayeleri hala üzülerek izlesem de eski dehşetli halimle izleyemiyorum. malum bunları görebilmek için ne doğu almanyaya ne nazilere ne sovyetlere bakmaya gerek kalmadı ülkemizi yönetenler yüzünden.hatta daha acısı çoğu kez o adamın geçirdiği değişim geçirmez sistem uşakları. zaman geçer amirlerinin yerini alır hiç de sormazlar. merak edenler 12 eylülde polis ya da küçük idareci olan insanların sonra nerelere geldiğine bakabilir. yalnızca içimden düşünce tarihi ne kıymetli demek geliyor öylesine okuyup düşünmediğimiz bitirmeye ağır bulup zahmet etmediğimiz kitaplar , iki saatte bitiveren filmler için ne bedeller ödendi kimbilir. bir de şu var . heinrich münche büyük oyuncuymuş toprağı bol olsun
  5. ciddi anlamda içine çeken ve yoğun duygular hissettiren bir film. goodbye lenin'den sonra berlin duvarının yıkılış sürecine çok başka bir açıdan bakmamı sağladı. bu kadar etkilenmemin sebebi ise karakterlerin çoğuyla neredeyse doğal olarak bağ kurmamız ki bence yönetmen bunu müzik kullanımıyla iyice desteklemiş. özellikle wiesler'in yalnızlığı o kadar somut, kuvvetli ve can yakıcı ki filmi gözlerim dolu dolu izlememe sebep oldu.

    !---- spoiler ----!

    film wiesler'in bir grup öğrenciyi etkili sorgulama yöntemleri hakkında eğitmesi ile başlıyor, wiesler oldukça başarılı bir sorgu memuru ve muhbir. mahkum 237'yi günlerce uyanık tutarak işkence yapışını ve sonunda istediği bilgiyi elde edişini gururla anlatıyor. çünkü yönetim ve kontrol bunu gerektiriyor: başkalarının hayatlarına dair her şeyi bilmek, ama onları asla gerçekten tanımamak. bu yüzden mahkum "237" yalnızca bir sayıdan ve devletin işine yarayacak bilgilerinden ibaret. yönetimin bir diğer gereği ise düzen ve kategorizasyon. bu düzen özellikle stasi'nin binalarında ve wiesler'in evinde karşımıza çıkıyor. her şey simetrik, okunabilir ve yönetilebilir biçimde düzenlenmiş. hatta bir sahnede wiesler'in şefi (?) sanatçıların 5'e ayrıldığını ve her kategorinin farklı biçimde cezalandırılması gerektiğini anlatıyor. öte yandan gördüğümüz sanatçının evi ise daha dağınık, renkli ve karmaşık.

    bu soğuk ve katı düzenin bir parçası olan wiesler yazar'ın hayatına girdiğinde ise işler değişiyor. wiesler ne kadar yalnız olduğunu can yakıcı bir biçimde farkediyor. maria yazara "sadece bana sarıl" dediğinde wiesler'i gözleri kapalı ve bir sandalyeye sarılmış görüyoruz. öyle ki wiesler ertesi gün evine gelen fahişeye "biraz daha kalamaz mısın?" diyor.
    görevine iyiden iyiye bağlanan wiesler bir noktada seyircisi olduğu hayata müdahil oluyor hatta yazarın koruyucu meleği haline geliyor.
    sondaki o buruk teselli ise beni maalesef tatmin etmedi, wiesler'in yalnızlığını öyle içselleştirmişim ki hüngür hüngür ağladım.

    !---- spoiler ----!
  6. güzel film olduğu şüphe götürmez ancak herkesin bu filmi sınırsız seviyor oluşu kuşkucu bünyeyi filmin zayıf yanlarını görmeye zorluyor.

    !---- spoiler ----!

    filmin konusunu bilmeden izlemeye başlasanız bile nereye bağlanacağını 15 dakika içerisinde kestirebiliyorsunuz. bu sebeple filmde öne çıkması gereken şey olayların "nasıl" olduğundan ziyade "neden" olduğu olmalıydı. halbuki öyle olmadı. film sürekli nasıl'a odaklandı ve biz wiesler'in neden saf değiştirdiğini hiç anlamadık. taraf değiştirmesi esnasında kafasından geçen düşünceleri bir kere bile duyamadık. buraları hep kendimiz tamamladık. işte bu yüzden herkes bu filmi bu kadar sınırsız seviyor: bu kritik boşlukları kendi düşünceleriyle ve hisleriyle doldurabildikleri için. yönetmenin müthiş başarısı, böyle bir imkanı yaratabilmiş olmasında.

    !---- spoiler ----!
  7. film içinde kullanılan bütün ekipmanların stasi'ye ait gerçek ekipmanlar olduğu film.