1. düş ve gerçeğin ressamı, tekinsiz sinema yönetmeni, anlaşılamayan filmlerin yönetmeni isimleriyle anılan aykırı yönetmenlerin en uç noktası david lynch’in diğer tüm filmlerden ayrılan ayrıksı yapıdaki sineması.

    hepsi birer kült olmuş filmlerinde özgür bıraktığı uçsuz bucaksız yaratıcılığıyla yedinci sanatın kurallarını yeniden yazar. zapt edilmesi zor bir hayal gücüne sahip lynch’in büyük bir deha olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

    bir psikoloğa gitmeyi düşündüğünü,ama psikoloğa "bu yaratıcılığımı engeller mi?" diye sorduğunda "evet, olabilir" cevabını almasıyla vazgeçtiğini söyler.yani kendi bireysel hezeyanlarının, sapkınlığının dışavurumudur, kendisi için bir nevi katharsis, arınmadır kendi sineması.

    senaryoda mantık, hikayede devamlılık,rasyonellik bekleyen izleyiciyi hayal kırıklığına uğratan david lynch yaptığı filmlerdeki psikolojik altyapının tutarlılığından ziyade sezgileriyle hareket eden bir yönetmen.

    david lynch filmleri kurgudan çok görüntü ve sesten oluşan rüyasal bir yapıt. kurgular çözülmek için değil, aksine filmde kendini kaybetmek için vardır.

    onun filmleri, freud’un ‘korku alanı’ olarak terminolojiye kattığı, gerçek korkudan ziyade kaygıdan, görünenden ziyade zihinde yer edenden, yani bastırılandan gücünü alır. kahramanlarıyla beraber bir nevi psikanalizin içindesinizdir.

    birşeyi anlatmanın yollarından imkansız olanı seçmiş, anlatılanın dinleyenin algı eşiğine göre değişen bir kavram olduğunu göstermeye çalışmıştır.

    dolayısıyla filmlerinde kurgu aranmaz. metaforlara ve paradokslara bağlı simgesel anlatımları benimser. hikayeleri bilinçaltı ve üstünü gözler önüne serdiğinden kurgudaki tüm öğeler gerçek-gerçeküstü, düş-yaşam arası şizofrenik evren ve geçişlerle doludur.

    yönetmenin tüm karakterleri özgün oldukları kadar ürkütücüdürler. özellikle kadınlar son derece baskın, rahatsız ve sivri yapıdadırlar. önceden kestirilemeyen anlatılardaki klostrofobik ambiyans ve hipnotize edici müzikler güçlü gerilim fırtınaları estirir.
    onun filmlerinde hapishane bizzat kahramanların zihnidir. zihin hapishanelerinde sapkın düşüncelerini öğüten ve kesinlikle cinnete yakın tiplemelerdir.

    david lynch sineması diğer sinemalara nazaran hemen ayırt edilebilir. mesela ilk göze çarpanlardan biri hiç kuşkusuz ki garip kamera açıları. oda içerisinde uzakta ve alışılmışın dışında bir açıda yerleştirdiği kamerası bazen tepede bir güvenlik kamerası açısından (lost highway), bazen bir kristal küremsi açıdan (wild at heart) görüntü alır. bunda lynch’in temel sanat eğitimini resim üzerine almasının da büyük etkisi vardır. bu nedenle filmleri birer hareket eden tablo olarak da tanımlanabilir ki; bu tanımlamayı bizzat kendisi de yapmaktadır.

    the short films of david lynch’de ilk filmini de bu niyetle kotardığını anlatır bizzat kendisi. sahne geçişlerini ise sıklıkla karartmalarla verir. bu bazen o denli kesindir ki, daha sahnedeki oyuncunun repliği tam manasıyla sona ermeden bir sonraki sahne için ekran kararır. karanlık ve aydınlık üzerinde de pek çok oyun barındırır filmleri. zaten siyah beyaz olan ilk iki filmi dışında, renkli çektiği filmleri de bu seçimden nasiplerini alırlar. lost highway ve blue velvet filmlerinde kara film görselliğinden çoğu kez yararlanır. bazen bu karanlık atmosfer akıl karmaşasının ve anlaşılmazlığın da gösterilmesi için yardımcı olur.

    david lynch filmleri semboller ve metaforlarla doludur. zaten anlaşılmazlığın en büyük sebebi de belki budur. blue velvet’in açılış sekansındaki metafor çok iyi bir örnektir. jeffrey beaumont’un babası bahçeyi sularken bir kalp krizi geçirir. burada; bir yerlere takılan ve suyu aktaramaz hale gelen su hortumu, adamcağızın kan damarını simgeler. boru takıldığı için suyu pompalayamaz hale gelirken, adamın kan damarı da tıkanmış ve bir kalp krizine neden olmuştur.

    lynch’in en çok kullandığı görsel kodların başında duman gelir. duman, lynch için bir son, ölüm ya da tehlikeyi sembolize ederken, bazen daha ileri giderek insanın kendine verdiği zararın ve hatta intiharın yerini tutar. eraserhead’de henry spencer silgiye dönüştükten sonra etrafını bir duman kaplar. bu onun artık sona yaklaştığının ifadesidir. the elephant man filminde ana kahraman john merrick’i sürekli bir duman takip eder. öyle ki, fransa’dan ingiltere’ye gelirken bindiği buharlı gemideki ve sonrasında bindiği trendeki duman bile onun bu dumandan kaçışının olmadığının ifadesidir. wild at heart’ta ise duman sigara dumanı olarak karşımıza çıkar. sailor ve lula sürekli sigara içerler ve hatta bir sahnede ana babalarının sigaradan öldüğü üzerine bir muhabbete girerler.

    benzer şekilde kullandığı bir diğer görsel kod ise elektriktir. elektrik lynch filmlerinde hayatı, yaşamı simgeler diyebiliriz. eraserhead’de henry spencer bebeğini öldürdüğünde odadaki ampuller söner. blue velvet’te jeffrey frank booth’u öldürdüğünde, yine odadaki ampuller patlar. twin peaks; fire walk with me’de, teresa bank öldürüldüğünde katil televizyonu kırar ve televizyondan kıvılcımlar çıkmaya başlar. laura palmer ise öldürülmeden önceki günlerinde odasında mavi elektrik akımı benzeri ışıklar görür. bunun benzeri ışıkları lost highway filminde, ana karakter hapishane hücresinde dönüşüm geçirmeden önce de görürüz.

    kırmızı perdeler ise neredeyse her lynch filminin olmazsa olmazıdır. eraserhead’de radyatörün arkasındaki sahnede, the elephant man’de panayırda, blue velvet filminde dorothy’nin dairesinde ve slow club barındaki sahnede, blue velvet’te pek çok mekanda, lost highway’de fred ve renee’nin dairlerinde, mulholland drive’da ise betty’nin mekanda gizemli bir şeylerin varlığına işaret eder.

    yine trenler ve demir yolları da, tekin olmayan ve tehlike dolu yerlerdir yönetmenin dünyasında. eraserhead’de tren yolunun yakınında azgın köpekler görürüz. bu tren yolu üzerinden trenler geçerken, x ailesinin evini sallarlar ve elektriklerinin gidip gelmesine neden olurlar. elektriklerin gidip gelmesi yaşamın sona ermesini betimler. the elephant man’de john merrick bir trene binip ingiltere’ye döndüğünde, tren garında onu linç edip öldürmek isteyen bir güruh ile karşılaşır. twin peaks; fire walk with me’de de nihai cinayet, terk edilmiş bir tren yolundaki tren vagonlarında işlenir.

    saf iyilik ve katıksız kötülük arasında geçen savaşı karanlık ve aydınlık gibi bir ayrımla görselleştirir yönetmen.

    david lynch–‘tekinsiz’in sineması - chris rodley adlı david lynch’le uzun süre yaptığı röportajlardan oluşan kitapta rodley’e göre, günümüzde başka hiçbir yönetmen, sinemanın ulaşılabilecek bütün öğelerini david lynch’in kullandığı ölçüde değerlendirememektedir. rodley’e göre, lynch’in icat ve yaratıcılık yeteneği, her şeyden önce kendi iç hayatına girebilme gücünden kaynaklanmaktadır. genç, yaşlı, kadın, erkek başkalarının deneyimleriyle empati kurabilme konusunda da ‘tekinsiz’ olabilme yeteneğine sahiptir.

    lynch ise filmlerinde yansıttığı ruh halini ya da duygusunu ‘karanlıkta ve kafa karışıklığında kaybolmak’ olarak tanımlıyor.

    david lynch’in tanınmış bir ressam olduğunu da göz önünde bulundurarak, filmlerindeki renk seçimleri dikkat çekicidir.

    “sinema, kelimelerle anlatılması mümkün olmayan bir şeyin belirli bir kısmının küçücük bir dilimini anlatabilir. kelimelerle ifade edilemeyen – filmle anlatılabilecek şeyler: işte, sinemanın güzel dili. o dilimleri bir armoniye kavuşturmak. hem zaten, iyi fikirler hep dipte, derin sularda bulunmaz mı? bizim işimiz, kelimelerin sinemaya hizmet etmesini sağlamak. bir film, açıklanmaktan ziyade, seyredilerek deneyimlenmesi için çekilir. kelimeler bize ayak bağıdır. senaryoya aşık olmak çok tehlikelidir. akılcı düşünce, film çekimine engel oluşturur. sinema yönetmenliğinin bilinçaltıyla ilgili bir şey olduğunu söylememin kaynağını da burada arayın. seyirciye fazla bilgi aktarırsanız, bu, seyretmenin deneyimini çürütür. onun için, konunun içine girip, malzemenin kendisini konuşturmak. yani, bir rüyanın içinde çalışmak. benim karakterlerim karanlıkta ve kafa karışıklığında kaybolmuş tiplerdir.”
    (david lynch)

    “geçmişime bakarak söyleyebilirim ki, bana göre, okul, genç insanlara karşı işlenmiş bir suçtu” (david lynch)

    “karanlık; dünya, insan doğası ve benim doğamla ilgili bir gerçekleşme ânıdır; ben çizdiğim resimlerde ve çektiğim filmlerde, hep kesinlikle karanlık ve kafa karışıklığı içinde orada duruyor oluyorum” (david lynch)

    “ben amerika’nın yok sayılan kısımlarını seviyorum” (david lynch)

    “ben hiçbir zaman düşünceyi yüzeye çıkarmak durumunda kalmadım. … iyi fikirlerin olduğu yer, diptir.” (david lynch)

    “hep söylerim: sinema yönetmenliği, bilinçaltıyla ilgili bir şeydir. kelimeler bize ayak bağıdır” (david lynch)

    bağımsız sinema yazımda da belirttiğim gibi hollywood sinemasının ‘’- çocukluğumuzdan beri beynimizde bir türlü temizleyemediğimiz tahrifata neden olmuştur…’’ etkisinden dolayı:

    david lynch sinemasının sürekli ‘’bu ne anlatıyor şimdi?’’ yorumlarına maruz kalması ve anlamaya çalışmayanlarca karalanması yaygındır.

    tüm bu anlatılanlara rağmen david lynch filmi izlemek isteyenler için tavsiyeler:

    ‘’bak bu erkek! bak bu kadın! bak bunlar aşık olacaklar!’’ gibi her olayı gözümüze soka soka anlatan hollywood filmlerinin verdiği bu hazırlop, aptallaştırıcı ve tembelleştirici etkisinden ve bakış açısından kurtularak ön yargılardan arınmış açık bir zihin, bütünlüklü bir konsantrasyonla izlenmelidir.

    arkanıza yaslanın ve kendinizi lynch’in ellerine bırakın’

    sonrasında onun sinemasıyla birlikte tıpkı psikanalizde olduğu gibi bilinçaltınızın en gizli dehlizlerinde rüyada yaşadığınıza benzer bir yolculuğa çıkacaksınız.

    ve bu yaratılan dünyada herkes ayrı ayrı kendi yolculuğunu yaşıyacak! hayat da aynen böyle değil mi zaten!

    rahatsız seyirler!