-
bütün sevişenlerin zor dakikaları vardır
hepsinin o zamanlarda benzeşir davranışları
hüsnü yusuf
aldı şivekar'ını karşısına
ellerini tuttu
ayırmadan gözlerinden gözlerini
önce derin bir iç geçirdi
konuşmaya başladı sonra:
"ikimiz o bir kalarak en özel yeri"
"yaratılmışlar arasında"
"ne kadar hakkıyla kazanmış olursak olalım"
"ve şimdi çok kimsenin anlamadığı"
"yüceliş basamaklarında olsak da"
"her yaratılan şeyin zemini"
"bizim de zeminimiz"
"insan çoğalacaksa insanlarda çoğalır"
"bir dönüş bekliyor seni"
"cinlerin bahçesinde"
"çocuk doğamaz"
hüsnü yusuf şivekar'a neler yapacağını birer birer anlattı.
bir kocaman yumak ip vererek ona.
gidecekti
yumağın bittiği yere kadar hiç durmayacaktı.
ne bitmez yumakmış! kaç gün gitti?
sonunda vardığı yer
kapkara bir şehirdi.
önce
gecenin tesiri sandı
oysa gerçekten kara
gün ışığı altında bile kapkaraydı şehir.
evlerin duvarları siyaha boyanmıştı
panjurlar ve kepenkler
onlar da siyah ve kapalı.
yollar hep zift karası
kaldırımlar kara taş
fakat ne geçen var, ne giden
bütün perdeler çekik ve kara
bakan kimseler yok pencereden sokaklara.
şivekar
karnı burnunda
ağır ağır kat etti kara şehri.
en büyük kapısını buldu şehrin
en kara kapı da buydu.
bu şehir baştan başa yıllardır
hüsnü yusuf yası tutmaktaydı.
gizli, gözden uzak bir yerde oynuyordu çocuklar
büyükler için oynamak, gülmek
gizlice bile olsa yasak.
yusuf' u cinler kaçırınca yedi yaşında
önce annesiyle babası karalara büründü
sonra
yavaş yavaş güzel yusuf'un yokluğuyla
kendine çirkinlik bulaşmış hisseden herkes
siyahı seçti
bir dürüstlük aradı yasla avunmakta.
bu şehrin beyi hüsnü yusuf'un babası
en büyük kapı bey kapısı
gebe kadın büyük, kara kapıyı
tam da doğum sancısı tuttuğu sırada çaldı.
açan olmadı, içerden bir kıpırtı
duyulmadı.
çaldı şivekar bir daha
ne ses
ne nefes
sonunda ona öğretildiği üzere
"açın, hüsnü yusuf'un başı için açın" dedi.
içten ve iç parçalayıcı bir inleyişle
o zaman kocaman kara kapı
açılıvermediyse de tamamen
mağrur ve ağırdan
aralandı.
"doğurmak üzereyim"
"bana bir yer gösterin".
şivekar'ı ineklerin ahırına aldılar
çok geçmedi doğurdu.
hani şu bir avcıdan işittiğine kanan var ya
ümidin ve korkunun hakkını vermek için
nice iniş nice çıkış yaşayan
mezbeleliklerde hırpalandıktan sonra
nikahı harikulade bir bahçede
en harikulade erkekle kıyılan kızın
oğlu doğdu nihayet.
loğusa yalnız kalmasın
al basmasın onu diye
o gece ahıra bir halayık bıraktılar.
ve o gece bir kuş kondu ahır penceresine
dile geldi, seslendi:
"- şivekarım ! şivekarım!"
içerden yanıtlandı bu çağrı
"lebbeyk! sultanım!"
"ne yapar sultanım?"
"boklu çaputlar içinde yatar sultanın"
"annem duymadı mı?"
"yavrumun yavrusu deyip"
"sinesine sarmadı mı?"
pır deyip uçtu sorular sonrası kuş.
ama olay halayık kızı çok korkuttu
koşup anlattı duyduklarını kahya kadına
kahya kadın işkillendi bu işten:
"kaz kümesine alsınlar loğusayı"
"oraya benim için de bir yatak koysunlar".
ertesi gece aynı kuş
bu sefer kaz kümesinin penceresine
konarak aynı söyleşiye yer verince
halayık ne işittiyse, kahya kadın, o da duyunca
anladı kara konaktaki emektar
bir bey doğurmuştu vesveseyle baktıkları yabancı
üstelik bu son gelen konakta herkesten daha yerli.
yeni efendisidir doğan bebek
beyin torunu.
gerçeği öğrenince
yas kentinin beyi, kara konağın hatunu
bir basübadelmevt saydılar bütün olan biteni
yavruyu vakit geçirmeden al haneye aldılar
yavrumuzun yavrusu deyip kucaklarında sardılar
şivelar'la konuşup tecbil ettiler gelini
daha ileri gittiler
- bu soyda ihtiras bitmez -
dediler:
"yakala bu kuşu bize!"
"tut bu kuşu bizim için!"
şivekar yusuf'a dokunmak istemez mi?
can ü yürekten
kabul etti teklifi.
al haneyi görmeliydiniz.
daha hüsnü yusuf doğmadan
orayı annesi
bir sevinç odası olarak tertiplemişti.
her taraf siyaha büründüğü günlerde bile
bu oda al hane kaldı
ümit ve sevinç
temsil etsin istendi.
demirden ve kızıl bir karyolada yatıyordu şivekar
kuş pencereye konup adını ünledi:
"şivekarım! şivekarım!"
bir naz uykusu içindeymiş
gibi yaptı yatakta sere serpe uzanan
kuşcağız kondu bu sefer karyola demirine
tez canlı, edişeli seslendi:
"şivekarım! şivekarım!"
yine ses yok.
yastığa indi, geldi başucuna
"şivekarım!" "şi . . ." der demez
kaptı kuşu uyurmuş gibi yapan
kaçırılmak neyse . .
ama bunca serencamın sonunda
bir kuş olarak yakalanmak
ağır geldi yusuf'a
silkinip buluverdi gerçek cesametini
birden bire al haneyi
güzelliğiyle doldurdu.
bey ve hatun
babayla anne
çoşkuyla daldılar içeri
sarılmalar, öpüşmeler . .
hasretler giderildi.
insan hayatı dediğin ne de meraklı bir şey
neden kılıç kabzasındadır kınalı parmak?
buraya kadar geldi masal
şimdi acep ne olacak?