1. kişinin kendi operatörü olacağı, ücretsiz ancak bir hayat boyu sürebilecek operasyonlardandır.

    burada kenarından budizm öğretilerine değinmek faydalı olabilir. tasavvuf doktrininin esin kaynağı olan budizmde insan, acılar ve kaygılar ile doludur. bu duyguları çoğaltmak mümkündür. şehvet, hırs, sonu gelmeyen istekler dünyası, biriktirme gayesi, hatta coşkular.

    insan bu duyguların arasında acılar içinde sıkışıp kalmıştır. bunun sebebi, bedenini ve dolayısıyla onun çağrılarını takip etmesidir. bedeni onu hisler bataklığına çeken bir düşman gibidir.

    mantık, bir sistemde kabulden önceki ön-kabul ve ön-koşulların yıkılmasıyla, artık herhangi bir yapının ayakta kalamayacağını vurgular. örnek verelim. bana gelip "hırsızlık yapma, hırsızlık kötüdür. başkalarının hakkına giriyorsun" diyen biri, bende onlarca kavramın halihazırda 'kendisinde olduğu gibi' gömülü olduğunu sanır. bu önermeyi ele alalım. eğer bende ayrı ayrı [kötü] [başkalarının hakkı] [birinin hakkına girmek] [erdem] [dürüst olmak] [emek] gibi kavramlar bulunmakta ve bu önermeyi bana ileten kişiyle örtüşmekteyse, ben bu önermeye katılacağımdır. toplumlar böyle oluşur. ortak kabuller.

    ancak bıçağın iki yüzü bulunur. benim için bu ön-kabuller yok olduğunda, hırsızlık için bir engel kalmayacaktır. [başkalarının hakkı] gibi bir insan icadına dair kolon, benim kafamda yok olduktan sonra, buna bağlı olarak öğrendiğim yüzlerce davranış biçimi de zihnimdeki leksikonda güncellenecek ve buna ait tüm 'doğru' ve 'yanlış' lar yer değiştirecektir.

    duygulara geri dönelim. budizm, tam olarak bu ön-koşullardan söz etmiştir. derin katmana inelim. insan, bedeninin ihtiyaçlarından dolayı acı, cezbediliş ve pişmanlıklar duyuyorsa, bunları terk ettiğinde bir daha asla bu duyguları hissetmeyecektir. öyleyse varılacak yeni bir duraktan söz ediyoruz. manalar alemi. tıpkı tasavvuftaki gibi. tasavvuf varlığı burası ve orası diye ikiye ayırmaktadır. terk edilmek istenen, acı ve kölelik getiren bu 'maddesel' dünyadır. varılacak adres, mana denizidir. öğreti bunu tembihler.

    çile odalarına bu sebeple girilmektedir. birey kendinden başlayıp 'kendi olmayan' da bitecek olan bir yolculuğa çıkacaktır. bedeni terk edecektir. en az ile yetinme ilkesinin (yemek, dünyevi zevkler gibi) motivasyonu buradadır. dolayısıyla insan, duygularından arınmak istiyorsa ön-kabullerini yok etmek zorundadır. bedenini. hazza olan bakış açısını. bu sebeple hedonist anlayış bunun zıddı bir konumda yer alır. dünyanın "haz" üzerine kurulu olduğu fikri üzerine temellenmiştir.

    bir yakınınız ölüyor ve arkasından üzüntü duyuyorsunuz. bu eşleşmenin (sevilenin ölümü ve üzüntü) çok büyük katmanları olan altyapıları vardır. ölüme bakış açısı değişen bir kimsenin üzüntüsü bambaşka olacaktır. ölümün bir 'kötü' olmadığını yeniden inşa edebilen kişi için bu durum belki üzüntü bile doğurmayacaktır. ölüm diye bir şeyin var olmadığı fikrini içselleştirebilmiş olanlarımız için bu olgu çok daha enteresan bir hal alır. kişinin ölümü bir 'yalan'a dönüşebilir. yakınlarının ölümüne inanmayan, hatta bir yerlerde hala elvis'i bekleyen kimseler olduğunu biliyoruz.

    özetle, insan kendi zihnini kurcalamaya başladığında, geri dönülmez bir yolda bulabilir kendini. anlamlar ile oynamak, tüm kabul ve tabuları tuzbuz edecektir. bunu 'iyi' ve 'kötü' dualizminin yıkılışı takip edecek, sonra doğru ve yanlış zırvaları birer birer yok olacaktır. en sonunda saydamlaşabilmek, çok zordur ancak mümkün olduğunca bunu başarabilmek, bireyin kırılmaz ve yıkılmaz bir anlama düzeneği kurmasını sağlayacaktır.

    uzun yıllardır hayatımı bunun üzerine inşa etmekteyim.