1. yıllar önce kendi bilgisayarıma nereden geldiğini bilmediğim bir şekilde yüklenmiş ve benimde tamamen tesadüf eseri dinlemiş olduğum gelmiş geçmiş en iyi kadın vokal , sanatçı.
    bu tesadüfi keşfin sonrasında ise bütün şarkılarını bir çırpıda dinleyip defalarca hayran olmuşluğum vardır.
    ayrıca 2007 yapımı "la vie en rose" adlı biyografi filmindede marion cotillard kendisini çok başarılı bir şekilde canlandırmıştır. film kendisinin çarpıcı ve sürükleyici hikayesini anlatır ve bir kez daha hayran olunmasına sebep olur. hani hayatımı yazsam roman olur derler ya filmi kurgulasan bu kadar acı ve dram yaratamassın belkide.
    edith piaf'ı hayatıma sokan meçhul kişiye binlerce kez teşekkür etmek istiyorum , müziğe bambaşka bir pencereden bakmamı sağladığı için.
  2. şarkılarını söylemek çok zordur. fransızca zaten zor bir dil, bir de kendisinin aksanı farklı olunca imkansıza yaklaşıyor resmen. şarkıya kendi hayatını kattığını hissedebiliyorsunuz. ayrıca kendi sesinin güzelliği kadar, şarkılarını çalan orkestra da ne kadar harika bir iş çıkarmış demekten kendimi alamıyorum.
  3. geçen sene, yılın bu zamanları, yine bu kadar sıcakken... "geekler"de tanışıp,sekiz ay boyunca sadece telefonlaştığımız adamla ilk kez buluşacaktık. 05:00 da nöbete gelip 14:00 da çıktığım o gün 20:00 de otobüsüm vardı. acayip yorgun ve uykusuzdum ama heyecandan da mideme giren kramplar beni müthiş mutlu ediyordu. apar topar hazırlanıp otobüse koşturdum. 23:00 da bitmesi gereken yol, gece 02:00 da bitti. şimdi sıradaki zorlu etap fenerbahçe maçının bittiği dakikalarda dudullu'dan kadıköy'e gelebilmekteydi.
    - taksi arıyorum, seni almaya geleceğim
    + gerek yok ya servis falan vardır şimdi burada
    - bu saatte yalnız gelmeni istemiyorum
    + bakarım ben başımın çaresine (zarif ama aciz olmayan kadın mod on)
    - taksiye bindim
    - taksiden indim, çok kalabalık, trafik kitlenmiş
    + gelirim beeen

    yolcu almayan bir servis şoförü beni kadıköy'e kadar götürebileceğini söyledi. öyle geç bir saatti ki hiç düşünmeden binmiş olmama halen şaşıyorum. yol boyunca babamla konuşuyormuş gibi yaptım "evet babacım, bir servis buldum, aslında yasakmış ama abi bana yardım etti, sen beni boğanın önünde bekle babacım, ben yoldayım zaten..." abi bir ara sohbet ortasında "seni duyamıyorum, yanıma gel" dedi ama ben de onu duymamıştım zaten. derken indim, teşekkür ettim ve gitti. sıra onu beklemekteydi. gecenin 3üydü ama istanbul hala canlıydı. uzaktan yaklaştığını gördüm. en sevmediğim erkek tipiydi, şort ve parmak arası terlikleriyle. geldi, sarıldı, eve gittik. 21 saattir uykusuzdum, resmen sohbet ederken uyumuşum. gözlerimi açtığımda saat 04:00 dı. o uyku bana öyle yetmişti ki, 3 gün uyumasam kafiydi.
    acayip mutlu ve enerji doluydum. yatak odasına geçtik. biraz daha sohbet edip usul usul sokulmaya başladık. yavaşça soyunduk ve seviştik. belki de sevişmedik, emin değilim. "çok heyecanlıydım, senin yüzünden" dediğini anımsıyorum çünkü. bu cümle her zaman heyecanla söylenmez. "ya saçmalama, sorun değil, hadi bir öpücük ver"
    morali bozuldu, sohbete katılmadı, diyologlar monologlara dönüştü, sonsuzmuş gibi gelen 1 saatlik uykudan sonra nasıl uyuyabilirdim. sırtını döndü, bir kaç kez dürttüm ama ses vermedi. ağlayarak uykuya dalmışım ben de. hayatımda çok kez pişmanlık yaşamışımdır da böylesini ilk kez hissetmişimdir.

    gözlerimi açtığımda dışardan (bkz: la vie en rose) geliyordu. masal gibiydi, roman gibiydi, film gibiydi. çünkü böyle anlar sadece onlarda olur. tüm gün boyunca beni gülümseten tek an buydu. bir kaç edith piaf şarkısından sonra yataktan çıktım, giyindim ve 10 saat sonra kalkacak olan otobüsüme gitmek için evden ayrıldım.
    izumi
  4. hakkında "kaldırım serçesi" adında bir film vardır.
  5. kısa filmler çekmeye çalışan üniversite sinema klubü başkanı itemi.