1. ve o şaşırtıcı yüz
    konuştu benimle pencerenin öbür yanından ve dedi ki:
    hak, açıp gözünü görenindir
    ben ürkütücüyüm yitme duygusu gibi
    ama gene de tanrım,
    nasıl korkulur benden?
    sisli çatıları üstünde gökyüzünün
    hafif ve başıboş dolaşan
    bir uçurtmadan başka
    hiçbir şey olmayan benden?
    aşkımı, isteğimi, nefret ve acılarımı
    gece ayrılığında mezarların
    kemirmiştir adı ölüm olan bir fare...

    ve o şaşırtıcı yüz
    ince, uzun ve çok zayıf
    akan çizgileri esen rüzgârla
    her an silinen ya da değişen
    ve yumuşak ve uzun saçları
    kapılarak gecenin görünmez dalgalarına
    serilen karanlığın ovalarına
    deniz dibi bitkileri gibi
    aktı pencerenin öbür yanında
    ve bağırdı:
    “inanın ne olur bana!
    diri değilim ben! “

    saydam çizgilerin ardında hâlâ
    görüyordum karanlığın koyulaşmasını
    ve gümüş çam kozalaklarını
    ama o
    salmıyordu her şeyin üstünde ve sonsuz yüreği
    ulaşıyordu doruklara
    sanki yeşil duygusuydu ağaçların
    ve sonsuza dek sürüyordu gözleri

    haklısınız
    hiç aynaya bakmadım ben
    ölümümden sonra
    öylesine ölüyüm ki artık hiç bir şey
    kanıtlayamaz
    benim ölümümü

    ah!
    duydun mu kuytu köşelerinde bahçenin
    geceye sığınıp ayışığına koşan
    ağustos böceğinin sesini?
    belki de tüm yıldızlar
    yitik bir gökyüzüne göçüp gitmişler
    ve kent, nasıl ıssızdı kent
    bütün bir yol boyu
    kimseyle karşılaşmadım
    rengi uçuk heykeller
    tütün ve toz kokan
    bir kaç çöpçü
    ve yorgun, uykulu bekçilerden başka kimseyle

    yazık
    ölmüşüm ben
    ve sanki aynı boşuna gecenin devamıdır
    gece...

    sustu
    ve ağlama duygusu ve acı ve kederle doldurdu
    gözlerinin uçsuz bucaksız alanını

    hiç düşündünüz mü
    yaşamın kederli maskesinin gölgesi altında
    yüzlerini gizleyen
    sizler
    bu üzücü gerçeği?

    bugün yaşayanların
    bir başka dirinin posasından başka, bir şey olmadığını?
    sanki ilk gülüşünde
    yaslanıp gitmiştir bir çocuk
    ve nasıl güvenebilir şimdi bu yürek
    -bu asıl sözleri değiştirilmiş,
    -bu bozulmuş mezar yazıtı
    -bu tasa kesmiş saygınlığına
    kendisinin?
    belki de var olma alışkanlığı
    ve yatıştırıcılar
    çoktan tüketmiştir insanın
    saf ve yalın iskeletini
    belki de ıssız bir adaya
    alıp götürmüşlerdir
    ruhlarımızı
    belki de düşte görmüşümdür ben ağustos böceğinin sesini
    belki de rüzgârlı süvarilerdir
    bu tahtadan mızraklara yaslanmış
    bekleyip duran sabırlı yayalar
    ve o yüce düşünceli bilgeler olmalı
    bu zayıf, beli bükülmüş afyon düşkünleri
    doğru olmalı doğru olmalı kimse
    beklemiyor artık bir başlangıcı
    ve yüreği aşkla dolu genç kızlar
    uzun iğneleriyle nakışlarının
    delmişler çabuk kanan gözlerini
    şimdi duyulan sabah uykularının derinliklerinde
    yankımasıdır karga seslerinin
    ve kendilerine geliyor aynalar
    tek tek ve yapayalnız biçimler
    teslim oluyorlar şimdi
    uyanışın dalgın saatlerine
    ve gizli saldırısına karanlık karabasanların

    yazık
    tüm anılarımla birlikte ben
    kanlı masallar söyleyen, kan'dan
    hiç böylesine küçülmüş yaşamayan gururdan
    fırsatımın sonunda bekliyorum
    ve kulak veriyorum: hiç ses yok
    ve çok derinden bakıyorum: kıpırdamıyor bir yaprak bile
    ve temizliğin
    ta kendisi olan adım
    tozuna bile dokunamıyor şimdi
    mezarların...

    titredi
    ve birden döküldü iki yana
    ve uzun iç çekişler gibi uzandı bana
    yarıklardan çıkarak
    yalvaran elleri
    çok soğuk
    çizgilerimi kesiyor rüzgâr

    düşünüyorum bir tek insan var mı şimdi
    yıkılmış yüzüyle
    tanışmaktan
    korkmayan?

    zamanı değil mi artık
    açılsın bu pencere, açık açık açık
    yağsın gökyüzü oradan
    kendi kimliğinin ölüm namazını
    kılsın insan inleyerek?
    belki de bir kuş sesiydi o yankılanan
    ya da rüzgâr, ağaç dalları arasından
    ya da ben bir üzüntü ve utanç dalgası gibi
    çıkmazlarından yüreğimin
    yükselen ben
    gördüm birden o iki el
    iki acı sitem
    benim ellerime doğru uzanan
    yalancı tan ışığının aydınlığında
    yok oldu.

    ve bağırdı bir ses
    soğuk ufuklardan:
    “hoşça kal! ”