1. "birden özleyiveriyorsunuz.
    çoktan unuttuğunuzu sandığınız
    ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız
    veya özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini
    bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.
    rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,
    siz çarşaflarınızın arasında,
    bütün tehlikelerden uzak,
    güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,
    usulca ruhunuza sokulup,
    sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri
    birer birer ateşleyiveriyor.
    infilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.
    hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,
    ona dokunmak,
    onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi.
    özlemek, o yakıcı istek,
    bilinen her şeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.
    özlediğiniz ise çok uzaklarda.
    yanında olmasını istediğiniz halde
    yanınızda olmayan bir tek kişi,
    yanınıza bile yaklaşmadan,
    hatta onu özlediğinizden
    ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,
    bütün hayatı,
    bütün görüntüleri eritip
    başka kılıklara sokuyor.''
  2. "aslında başka bir şey bul. seni oyalacak bir şey. seviştiğin kadınların listesini yap mesela, onların gülümseyişlerini hatırla. içlerinden hangisinin seni daha çok sevdiğini tartış. beni atla. benim sana tapıyor olduğumu atla. kişisel şeyler çünkü bunlar. çünkü ben seni kişisel seviyorum. annen gibi değil işte, bilirsin sen sen olmasaydın da sevecekti annen seni. öyle bir şey değil bendeki. sen olduğun için seviyorum seni, tercih hakkımı kullanarak seviyorum. yani iddia eder gibi, var sayar gibi. din gibi, ortaya atıyorum seni. sonra inanıyorum. sonra herkesi inandırıyorum varlığına. şüphesiz ki diye başlıyorum senden konu açıldığında. sana olan sevgim söz konusu olduğunda şüphe bırakmıyorum kimsenin aklında.
    yine de sen beni boş bırak. yanlış soru olduğumu düşün mesela. emin olmadığın bir cevap olduğumu düşün...
    bir daha dönüp bakma bana, büyük bir zaman kaybıymışım gibi kur beni aklında.
    bana kendini hatırlatma...
    beni unutma ama seni seviyor olduğumu unut. senin gözlerini unutamadığımı unut. her gelişinde, kapılarımı açık buluşlarını unut.
    bir söz beklediğimi senden, bir ses beklediğimi... unut her gece seni gördüğümü rüyalarımda. ben ki senin adını görünce bir esnaf tabelasında, bir sokak duvarında, bir bar girişinde oturur sabahlardım orada, öyle bir sevmek ki adına dahi saygı duyardı. adın klisede şarap kadar kutsaldı. yine de unut...
    bana kendini hatırlatma...

    ben iyiyim.
    bazı ülkelerde sonbahar şimdi, ondan biraz hüzünlüyüm tabi.. bazı ülkelerde kar yağıyor şimdi, ondan üşüyorum biraz. bazı ülkelerde saat gece yarısını çok geçti diye kısık sesle konuşuyorum gündüz vakitleri..
    tesadüflere inanmıyorum hala. ve hala sevmiyorum, sevmediğin şeyleri..
    hala sana dokunan her kadının cehenneme gitmesi gereketiği görüşündeyim. ben sana dokunamadığım her an zaten cehennem gibi bir yerdeyim.
    günah işlemek kadar basit değil tabi hala uyuyabilmek..
    ağlayamamak da zor üstelik..

    ölüm gibi oluyor bazen. ölmüşüm gibi. ben her şeyden vazgeçiyorum. zengin olabilme ihtimalimden vaz geçiyorum. erteliyorum bugünleri, hiçbir şey yapmıyorum. kendime, kendimi kanıtlıyorum. hiçbir şey yapmıyorum. bir ölü kadar hiçbir şey yapmıyorum.
    bu yüzden bana kendini hatırlatma...
    hayata döndürüyorsun beni. iş ilanlarına bakıyorum mesela. erkenden uyanıp sokağa çıkıyorum. durmadan kontrol ediyorum saatleri, takvim tutuyorum, gazete alıyorum, karıştırmıyorum günleri. bir kez daha ölmesi güç oluyor. bir kez daha vaz geçmesi zor oluyor... zor oluyor bulup bulup, kaybetmesi seni. ya da kaybedip kaybedip, kazandım sanması.

    bana kendini hatırlatma.
    seni kişisel seviyorum. hür irademle. seninle hiç alakası olmadan seviyorum seni. geleceğin günü hesaplamadan, takvimsiz seviyorum. yalnız izliyorum bu filmi, yalnız ve sansürsüz. umutsuz seviyorum. başka bir adamın elini tutarken seviyorum seni. başka bir adamın bebeğini kucağıma aldığımda da seni seviyor olacağım. yarınsız seviyorum. anlıyor musun ? beklentisiz. yani gelme..
    yani ben zaten hiç unutmuyorum seni. bu yüzden hatırlatma bana kendini...
    benim seni hiç unutmuyor olmam da kişisel çünkü. parmak izim kadar kişisel. seni seviyor olmam kadar kişisel. inançlarım kadar kişisel...
    seni barındırmıyor. seni ilgilendirmiyor..

    orada bir yerdesin.
    hala orada bir yerde beni sevmiyorsun. ki zaten ben inanıyorum ki çilekli pasta da sevmiyor beni, ben onu severek yiyiyorum. umursamadan yiyiyorum. onu yerken beni sevip sevmediği umrumda olmuyor. böyle bir şey seni seviyor olmak...

    bana kendini hatırlatma.
    çünkü bu, beni tercihlerim yüzünden yargılıyor olmandan farklı değil. anla..."

    nursen yıldırım
  3. iki kere ikinin beş ettiği yeri yanlış yerde arıyorlar. matematikten mucize beklenir mi hiç? oysa kafalarını çevirip aşka bir baksalar neler beş ediyor onlar bile şaşırırlar.

    parmağımı boğazıma bastırıp kusuyorum durduk yere. boşuna yapmıyorum bunu içimden atmam gereken şeyler var biliyorum ve bunları atmak için her yolu deniyorum. gözyaşına binmezlermiş, biraz şımarık büyüttüm onları. e şarkılara da sarılıp gitmiyorlar. başka kokular, başka tenler diyorum üzerime gülüyorlar yahu! ne yapayım diye düşünmekten uyku uyuyamaz oldum. ah bir görsem şunları giderken; soğuk bir bardak su içeceğim. şerefe!

    birileri bir yerde sesimi duyarsa eğer bil ki kendimi çağırıyorumdur. yapayalnız kaldım son zamanlarda yine kendimle dertleşiyorum. anlayacağın yine aynalar, yine sahte gülüşler, yine keder. yatağa tek parça olarak girdiğim geceler parmakla sayılır ama beş eder mi bilmem. kalabalığa karıştığım sabahlarda elinde buğulanmış poşetlerle yürüyen memurlar görüyorum. bir de akşamdan kalma öğrencileri görüyorum. onlar tebessüm ettiriyorlar saolsunlar. ama o soğukta elleri şekil değişmiş çocuklar seni hatırlatıyor, içimi sızlatıyor, düşlerimi karartıyorlar. sana yapamadığımı yapıyorum, başlarını okşayıp geçiyorum.

    tamam, tamam biliyorum. ben seni ilk düşlediğim yerde gördüğüm kaplumbağayı zıplatmaya çalışıyorum. üstelik yardım beklediğim bir şey veya bir kimse de yok. hayır, boşuna değil. değil!

    parmağımı şaklattığımda kaplumbağa zıplamıyor ama sen aklıma geliyorsun. biliyorum senin aklına hiçbir şey gelmiyor ve yine biliyorum ki o “hiçbir şey” benim.

    ben gidiyorum
    midem bulanıyor.
  4. "ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
    ellerini bir tutsam ölsem
    böyle uzak uzak seslenmese
    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    otelleri bomboş bulmasam
    içlenip buzlu bir kadeh gibi
    buğulanıp buğulanıp durmasam
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    çocuklar pia'yı görseler
    bana haber salsalar bilsem
    içimi büsbütün yıldız basar
    bir hançer gibi çıkıp giderdim

    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    singapur yolunda demeseler
    bana bunu yapmasalar yorgunum
    üstelik parasızım pasaportsuzum
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    seslendiğini duysam pia'nın
    sırtında yoksul bir yağmurluk
    çocuk gözleri büyük büyük
    üşümüş ürpermiş soluk
    ellerini tutabilsem pia'nın
    ölsem eksiksiz ölürdüm"

    ah pia.
  5. hak edene okunması gereken bir şiirdir efendim. buyurunuz...

    "ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    bu evleri atla bu evleri de bunları da
    göğe bakalım

    falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    inecek var deriz otobüs durur ineriz
    bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya
    herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
    herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
    nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    beni bırak göğe bakalım

    senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
    bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    bana dönesin diye bir bir kapattım
    şimdi otobüs gelir biner gideriz
    dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
    seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    durma kendini hatırlat
    durma göğe bakalım"

    turgut uyar
    jimi
  6. bana mübeccel anlattı ben dinledim düşsel leşleri anlattı ben de dinledim on ikisi de deli olan kardeşleri. şair şairken yazdı bu şiiri düzayak hanesinde bir şiir gelişti o gece o ceneviz kerhanesinde. galata çin'de değil şairin içindekinin, çiçek pasajında çiçekçi dükkanı var milinski'nin. bir şiir biliyorsun ayakta bira içebilir,
    bir şiir nereden baksan şairini seçebilir. üç galata gecesi diyorum gözleri ahu.
    milinski söylesene peki bu güzel avrat otu da kim yahu? kayıkta kızcağızı boş bırakmamışlar bir an bu kahır o çiçek bahçelerine yaraşmaz ivan. şairin uzak ablasızlığı ve içinde denizin bacakları mübeccel'in ve gül lekeli bir benizin.
    şair zırlamadan anlat dedi, anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var!
    geceleri galata'da gülerken bacaklarımız uzamış...
    alıştık artık ölüme...
    diyeceğim şu ivan milinski
    ölüm için ayırdık geceleri gülerken...
    galata'da...

    ece ayhan
  7. aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
    üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
    ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
    hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

    iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
    bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
    sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…
    -çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

    ülkü tamer.
  8. "ben
    senden önce ölmek isterim.
    gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    fedakârlığımı anlıyorsun:
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    toprağa beraber dalacağız.
    ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak:
    biri sen
    biri de ben.
    ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    ben daha bir çocuk doğuracağım.
    hayat taşıyor içimden.
    kaynıyor kanım.
    yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    ama ölüm de korkutmuyor beni.
    yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    içimden bir şey:
    belki diyor. "

    nazım hikmet ran
    jimi
  9. desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
    rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
    sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
    ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
    senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
    toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
    sende tattım yemişlerin cümlesini.

    desem ki sen benim için,
    hava kadar lazım,
    ekmek kadar mübarek,
    su gibi aziz bir şeysin;
    nimettensin, nimettensin!
    desem ki...
    inan bana sevgilim inan,
    evimde şenliksin, bahçemde bahar;
    ve soframda en eski şarap.
    ben sende yaşıyorum,
    sen bende hüküm sürmektesin.
    bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
    rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
    günlerden sonra bir gün,
    şayet sesimi farkedemezsen,
    rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
    bil ki ölmüşüm.
    fakat yine üzülme, müsterih ol;
    kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
    ve neden sonra
    tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
    hatırla ki mahşer günüdür
    ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.

    cahit sıtkı tarancı
  10. artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

    hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

    rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

    biçare gönüller. ne giden son gemidir bu.
    hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

    dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

    bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
    bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

    yahya kemal beyatlı