1. göçebe

    sen sık sık gülen gülerken de
    sevecen bir akdeniz çizgisini
    sol yanına ağzının
    iliştiren çocuk özenle
    yabana mı atıyorum yani seni
    yabana mı atıyorum saat altı buçukları
    çocuk ve allah'ın en eski baskısını
    değil, değil bunların biri
    gözlerimin gemileri kuş istiyor
    açılıp kapandıkça sevdam
    kapanıp açılıyor bir mavi
    şahmaran süt istiyor kefeninden
    üç aylık ölmüş çocukların
    kerem ile arzu geliyor aslı ile kamber
    ay kana kana batıyor

    ay kana kana batıyor
    eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta
    kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
    jandarma daima nesirde kalacaktır
    eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
    ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
    patronun karısını zimmetine geçirip
    amasya'dan kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
    alevilikten konuşuyoruz uzun süre
    yanımdaki hep bir gazetede marilyn monroe'nun resimlerine bakıyor
    mariyln monroe öldü diyorum ona
    ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
    şimdiyse cennette nietzsche'nin metresi olması gerekir
    bunları diyorum daha ne varsa diyorum
    işte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
    işte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
    bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
    belki de bir günler bunun için aydın'da bulunduğumu
    zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
    işte eflatun kakalı çocuklar olduğunu kütahya'da
    ankara'da dokunak yozgat'ta becerik olduğunu
    van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
    istanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik
    acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi
    bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
    sihirli bir elin uysal bir bardağa
    çok yukarıdan döktüğü bir içki gelir
    sonsuz ve olağanüstü bir bira
    köpüklene köpüklene biçimlendirir
    soyunarak ağlayan bir kadını
    acı bilincinde sonrasızlığın
    ama bırakalım bırakalım bunları
    yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla
    ve faytoncular görüyorum
    yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
    tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

    kars'tayım bu ne biçim kars bir kenarda
    pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde
    kars kalesi yükseliyor
    gökyüzünü ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde
    hırpalayan bu kale de olmasa
    n'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
    kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
    biliyorsun ben hangi şehirdeysem
    yalnızlığın başkenti orası

    bir de yine sevgili çocuk
    biliyorsun kişi tutkularıyla
    yalnızlığını adlandırıyor o kadar

    arkada bir su devrile devrile akıyor
    rastgele bir ağaca soruyorum
    bir şey var sanki onu soruyorum
    değil orda diyor belki biraz daha ilerde
    tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
    ataerkil bir aile gözümü alıyor

    dedelerin yüzlerinde erozyon
    silip götürmüş bütün evetleri

    annelerinse ağızlarında hiyeroglif
    babalarınsa ağustoslar atasözleri

    amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
    teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

    ablalarınsa boyunları soru işareti
    ağabeylerse utançlarından emrah

    sıralanmışlar su boylarına
    bıçakla soyuyorlar kelimeleri

    ya suya giden küçük kızlar
    onlar
    tıpkı o kuşlar gibi
    uçan daha bir süre
    sonra da vurulduktan

    bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur anadolu şiiri

    ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
    şu son dönemecini de aşınca gecenin
    doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
    bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
    bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
    tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
    ve balyozla vursalar mısralarına
    soylu bir demir sesi yükselir
    soylu büyük ve mavi bir demir sesi

    ellerim gece yatısına çağrılmış
    ve
    telaşsız görünmeye çalışan bir kafka gibi

    yüzüm giyotine abone