hans christian andersen

Kimdir?

2 nisan 1805'te bir ayakkabıcının tek oğlu olarak dünyaya geldi. 11 yaşındayken babasının ölmesi üzerine okulu bıraktı ve annesiyle birlikte temizlikçi ve çamaşırcı olarak çalışmaya başladı. 1819'da tiyatro oyuncusu olmak ümidiyle gittiği kopenhag'da başarılı olmadı ve 1828'dekopenhag üniversitesi'ne girdi.

1829'da ilk önemli yapıtı sayılan "holmen kanalından amager adasının doğu ucuna bir yürüyüş"'ü yayımladı. almanya, fransa, italya, türkiye veingiltere'ye geziler yaptı ve yolculuklarından gezi kitaplarına birçok malzeme çıkardı. oyun yazarlığındaki başarısız girişimlerinden sonra köleliğin kötülüklerini anlattığı "mulatten" (1840) ile dikkat çekti. "doğaçlamacı" (improvisatoren, 1835) ve "iki barones" (de to baronnesser, 1847) romanlarından en tanınmışlarıdır.

asıl başarısını "kibritçi kız", "küçük claus ve büyük claus" ve "güzel prenses ve bezelye" gibi masalları içeren "çocuk masalları" (1835) kitabıyla yakaladı. masallarının bazılarında iyiliğin ve güzelliğin zaferine olan iyimser bir inanç açığa vurulurken; bazıları da oldukça kötümser ve acıklıydı ve kendi yaşamından güçlü izler taşıyordu.

1872'ye kadar masal yazmayı sürdüren andersen 4 ağustos 1875'te kopenhag'da hayata veda etti.

kendine özgü masal anlatma yöntemiyle çocuk edebiyatına gerçek bir yenilik getirdi. gündelik dilin deyimlerini ve kalıplarını kullandı. masallarının çoğu türkçeye de çevrildi.



  1. olur da bir gün kendi hayatını anlattığı ''the true story of my life: a sketch'' (türkçe çevirisi var mıdır, varsa hangi isimle çevrilmiştir, bilmiyorum) kitabını okursanız, tüm o karmaşa, hastalık, talihsizlik içinde geçen travmatik yaşamına rağmen andersen'in gerçekten de hayatı bir peri masalı olarak gördüğüne şahit olursunuz. çok fakir bir eve - dahası bir odaya - doğmuş, geçmişte asil ailelerden biri oldukları saplantısıyla yaşayan bir baba, akıl hastanesinde çalışan bir büyükanne, bahçesinde kendi sebzelerini yetiştiren, kar kraliçesi öyküsünde hala yaşayan, bir anneyle büyümüş hasarlı bir çocuk andersen. Daha yaşı çok gençken, akıl hastanesinde büyükannesine yardım ettiği bir sırada, merakına yenik düşüp odalardan birine girmiş. Yerde çıplak bir kadın, ürpertici sesiyle şarkı söylerken hiç beklemediği bir anda andersen’i kolundan yakalayıp, belki de hayatının ilk beklenmedik tecrübesini yaşatmış ona. Tam da o andan sonra pek çok şey yolunda gitmemiş.

    O hastanedeki ‘deli kadın’ların öykülerini dinlemiş yıllarca, korkunç, esrarlı. O hikayelerin 1001 gece masallarındaki gibi bir dünyaya giriş bileti olduğunu söyler kitabında andersen. Onun masalları da bazen mutlu ve bazen de sefil ve acıklı sonlarıyla, delilikten payını alır zira. Deli bir adam bu, deliliği, aklının aydınlığı kadar karanlığı da güzel bir adam. Söylenene göre çirkin, garip bir şekilde uzun ve oldukça sakarmış andersen – oysa bir fotoğrafı var çiçeklerle donattığı yatak odasında ve hiç çirkin görünmemişti bana- bu yüzden zorbalığın her türlüsüne, her yaşta maruz kalmış. Önce tiyatrocu olmak istemiş, ama yeteri kadar güzel görünmemiş yapımcılara; sonra şarkı söyleyip dans etmek istemiş ama ne sesi ne de fiziksel özellikleri uygun değilmiş. Çirkin ördek yavrusunu hatırlarsınız hepiniz, tam da o hikâye işte. Ölümünden yıllar sonra bugün Danimarka’nın her köşesinde heykelleri olsa da, yaşarken dönemin sanat çevrelerince hor görülmüş hep. Hakkında söylenen o kadar çok kötü söz var ki, sanki suçluymuşçasına kendini affettirmek istermiş gibi yüzlerce masal yazmış, Şimdi tarih kendini affettirmek istiyor; bugün 150den fazla dile çevrilmiş durumda masalları.

    Bana sorarsanız yalnızca çocuklukta kalmış, büyümek istememiş bir yetişkin o. Çok dramatik ve dolayısıyla da kuru laf gibi görünse de ben inanırım böyle insanların varlığına; arada kalan, hiçbir şey olmak istemeyen, oldukları gibi güzel olan insanlar. onlar Odalarını çiçeklerle bezer ve çiçekleriyle ölürler.

    Bir de şöyle güzel bir şey yapmışlar, ilgilisine:

    museum odense - online tour

    edit: çok uzun ve öznel oldu fakat hiçbir şey yazılmadığını görünce, dayanamadım, kıyamadım.