1. düşünebilen taş düşerken hasbelkader bir dini inanca sarılsa, kendi iradesiyle değil de tanrı'nın iradesiyle(külli irade) düştüğünü kabul ederdi. nietszche'nin üstün insanı zaten bu yanılsamayı reddeden kişi değil mi? akabinde gelen güç istenci ile düşüşün iradesinin istenci beslediğini söylüyorsa ve en sonunda amor fati deyip mutluluğu "yazgıyı sevmek" noktasına getiriyorsa kadercilikten farkı nedir? cevap bana göre "tanrı öldü"dür. ama gerisi aynıdır. o halde enel hak ile ya da spinoza'nın panteizmi ile de manada büyük farkı kalmaz. belki daha karizmatik denilebilir.
    abi
  2. keşke her sitenin böyle yazarları olsa deyip topu karşıya atayım.

    bengi dönüşün öncesinde tartışılması gereken daha elzem bir konu var. "yaşamın gerekliliği" bu konunun açılmasında bizzat nietzsche'nin yazgıyı kendilikte açıklamasının etkisi büyük. insanlığın soyunun tükenmemesi gerektiği konusuna nasıl varıldığını henüz açıklamış değiliz. insanın yaşamının bir nihai amacı, bir başlangıç sebebi ve bir gerekliliği açıklanabilmiş değil. nietzsche'nin nihilistlere takıklığı da buradan gelmiyor mu? daha psikolojik değerlendirme yapacak olursak en çok nihilistlere takık çünkü en çok onlara cevap veremiyor desem, biraz ayıp etmiş olurum ama aynı zamanda bir cevap da beklerim. evrim teorisi hem insanın hem de toplumun evrimini izah ederken yaşamın çok da matah bir olay olmadığını, olagelen bir zincirden ibaret olduğunu ve derininde aslında çok da gerekli olmadığını açıklamış olmadı mı? dahası rastlantısallığı kabul etmek tam da bu iken biz nasıl oluyor da yazgıyı kendilikten doğuruyoruz. yaşamımızı en üst noktaya taşıyıp sonsuza kadar aynı yazgıya talip oluyoruz ve bunu üstüninsan olmakla tanımlayıp sonrasında fani dünyadan göçüp gidiyoruz. tuhaf geldi şimdi bu bana. bu yüzden panteizm ya da panenteizm dediğimizde hiç olmazsa bir bütünün deviniminde savruluyoruz demek daha rastlantısallığı evetlemek olmuyor mu?

    özgürleşmek tanrı kaderciliğinden kurtulmak, hayatını en üst seviyeye taşımak, aydınlanmak ise geriye kalan insanın sırtına yapışmış bir hayat olabilir. peki büyük balık küçük balığı yutar mottosuyla yuvarlanan dünyada güç istenci dediğimiz şeyin temeli doğrudan evrim diyebilir miyiz.

    "ben nerede canlı bir şey bulduysam, orada güce yönelik iradeyi gördüm." gördün çünkü amaçsızca bir hayatta kalmak sisteminde yaşıyoruz. durup düşündüğünde bizim taş ben isteyerek, irademle düşüyorum mu der yoksa ben neden düşüyorum amacım ne mi der? konuyu sadece kendi isteğimle mi düşüyorum yoksa tanrı mı beni düşürüyor, kaderim mi bu benim" noktasında değerlendirmemek gerektiğine inanıyorum. neden düşüyorum, nereden düşüyorum, nereye düşüyorum gibi soruları da soracaktır. evrenin nasıl olduğunu bilimsel olarak açıklasak bile oturup neden olduğunu açıklayacak bir zihnimiz yok.

    merak ettiğim şey bunca hiçliğin ortasından bir üstüninsan çıkarmak hayal değil de nedir? bu bakımdan schopehauer'ın ağrı kesici uyuşturmasını nietzsche'nin ayakta ameliyatına tercih ederim. nihilizmi aşmaya, geçmeye çalışmak nasıl bir manyaklıktır, ötenin ötesi nedir?
    abi
  3. konu esasında "özgür irade" ile ilgili olsa da, örnek ancak çantacı necmi abi'nin verdiği örnekler düzeyinde. ilk okuduğumda "inek yeşil ot yer, beyaz süt verir" yada "bir iğnenin bile bir ustası varken..." tarzında bir şey sandım. spinoza kusura bakmasın artık.

    bildiğim kadarıyla nietzsche "özgürlük" veya "özgür irade" konusunda spinoza ile aynı düşünür. ondan farklı olarak bu kavramların hrıstiyan etiğinin bir uydurması olarak görür, "ahlak" kavramını tamamen reddederdi.

    "özgür irade" ile ilgili tartışma artık 200 yıl önceki gibi değil. nörolojik bulgular da önemli ölçüde kullanılıyor, farklı bir düzeyde tartışılıyor. bu konuda daniel dennett, sam harris, steven pinker ve michael shermer'in birbirinden farklı görüşleri var.

    şuradan tartışma hakkında bir fikir edinebilirsiniz.
    ulgan
  4. bütün bunları düşünen nietzsche, bir gün evine giderken elim bir kaza sonucu hayatını kaybetti. ölüm sebebi, kafasına düşen büyükçe bir taştı. hayır,sevgili okurlar, yanlış anlamayın, taş spinoza'nın taşı değildi.
    dikkatli bir biçimde inceleyenler, taşın aslında sisifos'a ait olduğunu görmüşlerdi.
  5. havaya atılan taşin kendi içinde neler gerçekleştiğini ölçebilecek bir frekans çözümleyicimiz olmadığından henüz, belki de taş tam olarak spinoza'nın öngörüsünü gerçekleştiriyordur.
    evreni bilmiyorum ancak yeryüzünde tam olarak taşla aynı şeyi yapan bir sürü insan var.

    ben kesinlikle bu kompleks algının/alemlerin/uzayın hakimi/iradesi olabilecek bir insana inanmıyorum ki kendi kendine var olabilmiş olsun. var olabilmiş olsun da herhangi bir şeye karar verdiğinde, aslında karar veren kendisi olmuş olsun. insanın karar vermiş "hissetmesinden" 6 saniye önce beyninde karar verme olayının gerçekleştiğine bugün bilim ulaştı.

    yani yaratıcısına olan muhtaçlığından özgür olabilecek bir insan mümkün değil bana göre. insan ancak irade edemeyeceğine kadar irade edebilir.

    yaratıcı nedir? soru bu. uzayın uzayına kadar gitsek de orada tahtında oturan bir tanrı görmeyeceğiz. çünkü yoktur. la ilahe illallah bunu söyler. "tanrı yoktur. yalnız allah." sen buna kuantum da diyebilirsin çünkü allah dendiğinde çok uzun yıllardır istemsizce göklere bakmak alışkanlığından kurtulmak, o çöplüğü temizlemek kontrollü ve sistemli düşünme gerektirecek bir süre. çünkü enel hak nedir ve ondan ne kadar daha fazlasıdır biraz buna kafa yormak lazım.
  6. mutlak determinizmi savunduğunu sandığım cümle. determinizmden yola çıkarak filozoflara sidik yarışı yaptırmak konusunda gerçekten istekli miyiz? gerçekten de bir filozofun hakikatin bayrağını taşıdığına inanmalı mıyız? daha evrende onlarca nietzche'nin gelip geçeceğini göremeyeceğimizi mi düşünüyoruz gerçekten? ne farazi tartışmalar bunlar.
  7. aslında nasreddin hoca'nın zaten inecektim diyerek yaptığı şey spinoza'yı doğrulamak değildir. spinoza 17. yüzyıl düşünürlerindendir. nasreddin hoca ise 13. yüzyılda yaşamıştır.

    yani aslında, nasreddin hoca'nın işaret ettiği şeyi dört asır sonra spinoza fark edecek, anlayacak ve bunun üzerine bir aforizma kuracaktır.
    ancak batılı vefasızlığıyla tabi ki bunu söylerken nasreddin hoca'dan esinlendiğini belirtmeyecekti.
    serin
  8. aynen öyle fakat, kesinlikle katıldığım önerme. fakat ölmekten de korkacağı için mümkün mertebe düşmekten kaçardı. yaşayan taş olarak aramızda gezinirdi, eh yaşayan insan versiyonları malum. hepsi ölmemek için. neden ölmeyelim çünkü yaşadığımızı, yaptığımızı ettiğimizi sanıyoruz. sanrılar dünyası.