1. bir farkındalık sonucu bilinçli bir tercih sonucu oluşmuşsa, mümkün özgürlükler içinde en güzellerindendir. hiçbir yere ait olmamak, olmamayı tercih etmek; bireyi sahip olunma duygusundan kurtardığı gibi ona toplumlara dışarıdan bakabilme yetisi de kazandırır. farkındalık artar, olay ve durumlara karşı daha geniş bir perspektif kazandırır. her ne kadar mutlak özgürlük bir ütopya da olsa, toplumun ve global değerlerin -eğer mümkünse- olabildiğince dışına çıkıp kendini bulması ve biraz daha özgürleşmesi için önemli bir adımdır.

    fakat şunu da unutmamak gerekir; her ne kadar içine doğduğun, içinde şekillendiğin toplumun değer yargılarından kurtulsan ve bunun dışına çıktığını düşünsen de yine o toplumun sana verdiği bakış açısı ve hayat görüşüyle ilerlediğin bu yolda, bu yargılardan kurtulmak mümkün değildir.

    özetlemek gerekirse; vatanseverlik, milliyetçilik, kendine benzeyeni her durumda savunma, olay ve durumlara tek açıdan yaklaşma gibi insanı kısıtlayan düşünce yapıları ve fikirlerden mümkün mertebe özgürleşmenin yoludur.
  2. hem hiç bir yere ait olmadığımı hayat her fırsatta gözüme sokuyor, hem de hala bir yerleşik hayat hülyasındayım.

    ne bileyim, evim olsun istiyorum ben ya. küçük olsun. küçük yerleri daha bir seviyorum. kendime ait güzel ahşap bir çalışma masam, yeşil bir masa lambam bir de kitaplığım olsun. pikap almayı nasıl istiyorum senelerdir. bir de daktilo ama bu sanırım biraz fanteziye kaçıyor artık.

    kedi besleyeyim istiyorum bahçede. siyahlı - beyazlı, sarman, tekir kedilerim olsun. yahu işten döndüğümde tanıdık bir koku, hava karşılasın beni. o ev benim gibi koksun. zira ailemin yanına gidiyorum bazen, o ev annem gibi kokuyor senelerdir.

    hiç bir yere ait olmayış yoruyor bir süre sonra sanırım.

    bir buçuk yıl sonra editi: iki oda bir salon bir evim oldu sözlük. lambaderim, kitaplığım. pikap aldım, çeşit çeşit 45'liklerim oldu. kedim oldu iki tane, biri siyah biri sarman.

    ev benim gibi kokuyor girince, salondan yasemin, mutfaktan çorba, bir yerlerden de hafif sigara kokusu geliyor.
  3. ilkokuldayken çok söylerdim, kendimi bir yere ait hissetmiyorum diye. annem şaşardı. küçücük çocuğun ne derdi var, derdi. özellikle evde duramazdım. ya sokaklarda misket peşinde koşardım, ya duvar diplerinde taso oynardım, ya abimin bisikletini izinsiz alıp keşfe çıkardım, ya da kömürlüğümüze saklanıp sırt çantamın içine hangi eşyalarımı dolduracağımı düşünürdüm. hiçbiri de içimdeki o aitsizlik düşüncesinden sıyıramadı. kafamda sürekli bir kara delik vardı. hep oraya bir merak, hep o meraka doğru gitme halindeydim. ilk kez beşinci sınıfa giderken sırf çantamın içine eşyaları doldurmuş, mahallemizin en uç sokağındaki tahta bir kulübenin kapısına kadar gitmiştim. kapı kilitliydi. tahta aralarındaki boşluklarından içeriye baktığımda sadece soğan ve patates çuvallarını görmüştüm. üstelik eve de o kadar uzak değil ve çabuk bulurlardı beni. işin komik tarafı hiç harçlığım yoktu. kulübenin önündeki taşa oturup ağlamıştım. hayatımdaki en uzun ağlamayı o gün yitirmiştim. hiçbir şey olmamış gibi eve döndüm. sırt çantamı boşalttım ve televizyonun karşısına geçip çizgi filmi seyrettim. aradan bir yıl geçti.

    bu sefer ciddiydim. gidecek, kendimi ait hissettiğim bir yer bulacak ve orada huzuru bulacak, kafamdaki kara deliği kapatacaktım. sırf çantası almadım yanıma ama annemin mutfak dolabında, tabağın altına koyduğu ekmek parasını almıştım. ilk kez bir baba gibi haber vermeden çıkmıştım evden. gittim. ilk kez tek başıma tren seyahati yapmanın o eşsiz özgürlüğünü tatmıştım. mutluydum. eve dönmeyecektim. gün boyunca, hava kararana kadar sincan-kayaş treniyle gittim geldim. son sefer saatinde inmek zorundaydım. trenden indiğimde bir polis arabası beni alıp evime götürmüştü. polislere hâlâ kızgınlık duyarım. bu kadarını başarabilmişsem yine yapabilirdim. yaptım da.

    sadece on gün dayanabildim. sadece on gün katlanabildim kendime. fırının üzerinde duran yirmi lirayı alıp ve kapıyı açık bırakıp çıkmıştım evden. tren beni özgürleştiriyordu ama götüreceği yer evim oluyordu. trene değil de otobüse bindim. nerede indiğimi bilmeden bir binanın bahçesine girmiş, pencerenin altına çömelip uyumuştum. uyandığımda yağmur yağıyordu. aklımda bir sürü düşünce, bir sürü bela. bir sürü kara delikler çoğalıyordu. pencereden bakan üniversite öğrencisi ablamız da önce teyzeme haber verdi, teyzem de anneme. sonra geldiler. bizimki, kapı önünden beni tuttuğu gibi merdivenlerden fırlattı. tekmeledi. yumrukladı. kemerini çıkardı. arabaya bindirmeden arkamı dönmesini söyleyip bir güzel şaklattı sırtımda. hem arabayı sürdü hem de kafama kafama indirdi yumruğu. bir ara çöp kutularına çarpıp şeritten sapmıştı. yine de durdurmadı vurmalarını. eve geldiğimizde de kemerin yetmediğini görünce bir sopa alıp önce beni ardından annemi dövdü. ikimizin de gıkı çıkmıyordu. yatağıma gideceğim, sağ bacağım topallıyor. sırtım kaskatı. kollarım külçe gibi. kafamdaki karanlığı uyuşturması için biraz daha vurmasını bekledim ama çok yorulmuştu. bıraktı. sonra gitti. artık ne zaman eve döner bilmiyorum.

    iyi mi oldu yaşadığım bilmiyorum ama tanrıya şükrediyorum. o gece bana sözcüklerini bağışladığı için. kafamdaki yörüngeler yıldızsız döndükçe ben hâlâ gidebilirdim. ve bu sefer başardım da. üniversiteyi kazanarak. istediğiniz kadar gidin, nereye olursa olsun. sokağınızın ucundaki o tahta kulübeye dahi olsa büyüyen kara delikler hiç eksilmiyor. üniversite okurken, öğrenciliğin verdiği zenginlikle birçok şehre gittim. birçok şehrin sokaklarını arşınlayıp döndüm yurda. gittiğim şehirlerde, bir şeylere ait olmanın verdiği hüzünle karışık sevinçli yüzlerini gördükçe nasıl becerebildiklerini merak ettim. üstelik o zamanlar dehşet sevdiğim bir insan da vardı hayatımda. mutlu mesut yaşayıp gidiyorduk da yine de eksiktim. ne anneme ait olabildim, ne babama, ne kardeşime, ne sevdiğim insana, ne tanrıya, ne yeryüzüne. içimdeki leyla da ait değildi bana. bir şeylere ait olma heyecanı dünyayı daha düz yaşanılır kılabilir belki. sonra sonra yorulmaya başlıyorsun. insanlar, senin bu derin dalgınlıklarından sıkılmaya başlıyor. az buçuk varken, o az buçuk olan varlığını da hiçliyorsun. az buçuk olan kıytırık yanım bir başka güzel insanı sevmeyi becerebildi. becerebildi de ne gelebileceğim bir yer var, ne gidebileceğim. böyle gelişi güzel, böyle az buçuk, böyle kırık dökük. insan yoruluyor evet, yorulunca çiçeklere su veriyor insan.

    dünyaya yanlışlıkla gelmenin kederi, çiçeklere su verince geçiyor artık. belki de bu yüzden, hiçbir şey hiçbir şeye ait değil.
  4. aslında bir yere ait olduğunu gösterir.. ama kaybetmissin sanki..o yüzden huzursuzsun..içten içe orayı arıyorsun.yokluğunda kaybolmak gibi yani.
    zahle
  5. tanıdığım bir duygu bu. - hiç bir yere ait olamamak- her yerde eğreti, yama gibi durmak. bir süreliğine gibi sanki. sanki biraz sonra geçecekmiş gibi ama geçmiyor, yapıştı artık üzerime. bazen göğe kaldırıp kafamı inanmadığım yerlere niye? bakışı atıyorum. yel gibi çarpıyor insanı bu gerçek. hayattasın ve bunun çaresi yok. ne gidebiliyorsun ne kalabiliyorsun. sürüncemede olmak. böyle 4 kelimeye sığdığına bakma tabi, arasında sıkışıp kalmak var birde.
    bu boşlukta çırpınmak canımı sıkıyor.

    tezer özlü'nun de dediği üzre
    "ölme isteğim yok. yaşama isteğim olmadığı gibi." (bkz: tezer özlü)
  6. genel olarak hissettiğim ayrı da

    siyasi olarak da hissediyorum. kimsenin arkasında durulmuyor, er geç bir yerden ya gizli ya belirgin, ya kasıtlı ya da fark etmeksizin bir sömürü düzenine yarama hali görüyorum.

    sürekli kapalı kapılar ardında 10 sene sonrasını nasıl belleyeceğini hesaplayan iktidar ve bu bellemeyi kendi çıkarına nasıl yontacağını görmeye çalışan muhalifler ile, ilk terslikte "dostunu" satacak olan müttefikleri ve asla karşıda dik durmayan düşmanları sevmiyorum.

    hepsine saygım büyük, o ayrı. güzel oynuyor, oynatıyorlar. takipçilerini büyük bir eğlence ile izliyoruz.
  7. kulağa biraz abes geliyor farkındayım fakat çocukluğumdan beri yakamı bırakmayan his. özgürlük ile yalnızlık terazisinin en rahatsız edici denge noktası. zihinsel açıdan besleyici, varoluşsal açıdan sancılı bir hal... yakın zamanda yaşadığım ülkeyi değiştirip dönmemek üzere başka bir ülkeye yerleşeceğim ve bu hissin geçmesini ümit edeceğim.
  8. beni en cok tanimlayan hislerden biridir.

    ailemin yasadigi ve beni buyuttukleri yeri ev diye adlandiriyorum. ama tek sebebi ailemin orada olmasi. liseyi baska sehirde, universiteyi baska sehirde okudum. sonra yurtdisina egitim icin gittim. orda calistim, sonra turkiyeye dondum ve simdi yine bambaska bir ulkede calisiyorum.

    tum bu surec boyunca hep elimde bavulum, hep gecici evlerim oldu. ne zaman tasinacak olsam hemen o bavullara sigiveriyorum. ayrildigim eve bakiyorum ve hicbirsey hissetmiyorum. arkadaslar belki ozleniyor ama onun disinda kendimi ne oraya ne de baska bir yere ait hissediyorum.
  9. ait olamamak her an çekip gidecekmiş bir kendi varlığını götürmek.
  10. sanırım memleketimden tayin sebebiyle giderken o hissi yaşadım sigamadim yeni yere yerlere hep orayı aradım düzen 1 kere bozuldu ya hep geri dönmek istedim ama donsemde eski duygular yerle bir oldu ya yine ait hissedemez insan biliyorum
    belit