• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (10.00)
Yazar orhan veli
hoşgör köftecisi - orhan veli
orhan veli'nin hikâyeleri, 1947-50 yılları arasında tanin gazetesi ile seçilmiş hikâyeler ve yaprak dergilerinde yazarın sağlığında, william saroyan'dan "serbest" olarak çevirdiği hikâyesi ise ölümünden sonra vatan gazetesinde (1952) yayımlanmıştı.

hikâyeler ilk kez ayrı bir kitapta toplanmış ve kitaba yazarın edebiyat hakkındaki küçük ama ilginç bir konuşması da eklenmiştir.

hoşgör köftecisi okurlarının, "keşke genç yaşta kaybetmeseydik de, o güzel şiirler gibi bu güzel hikâyelerden de daha çok yazsaydı" diyeceğini düşünüyoruz.


  1. ön not: bu yazı kuledibi dergide yazdığım yazıdır. ayrı bir inceleme yapmak istemedim.

    bu yazıyı iki ay önce kafamda oluşturmaya başladım. burada olmasa bile ekşi sözlük’te “orhan veli” başlığına yazacaktım. çünkü bu büyük dehaya kendimi her zaman borçlu hissettim. bana edebiyatı ve şiiri sevdiren; yazılarında, şiirlerinde ve birkaç hikayesinde hayat dersi veren bu büyük adama kendimi borçlu hissetmem normal diye düşünüyorum.

    iki ay önce, hoşgör köftecisi’ni okuduktan sonra orhan veli’nin mezarına gitmek için karşı konulmaz bir istek doldu içime. bu istek aklıma düşmeden önceki gün de istanbul boğazı’na bakıp rakı içmiştim, yine aklıma düşmüştü orhan veli.

    aşiyan mezarlığı’na gittiğimde ilk gördüğüm kabir yahya kemal beyatlı’nın kabriydi. soluma baktığımda ise ahmet hamdi tanpınar’ın kabrini gördüm. görülmeyecek cinsten de değildi. orhan veli’nin kabrini bulmam ise epey zor oldu. yahya kemal’in ve ahmet hamdi’nin kabrine göre oldukça sadeydi orhan veli’nin kabri. tıpkı hayatı gibiydi, ne bir eksik ne bir fazla. yahya kemal’in ve ahmet hamdi’nin mezartaşında en ünlü şiirleri yer alıyordu, orhan veli’nin mezartaşında ise sadece ismi ile doğum ve ölüm tarihleri yazılıydı. tarih demek de yanlış oldu, sadece yılları. işte bu yazı böylesi bir manzara karşısında aklıma düştü.

    her şeyden önce orhan veli şairdir, nâzım “saman sarısı”nı yazmasaydı dünyanın en iyi şairi olabilirdi. ben bu yazıda sadece birkaç hikâyesinden oluşan hoşgör köftecisi’ni inceleyeceğim. ama şiir bölümünde yazan arkadaşlardan rica ederek orhan veli’nin daha kuvvetli yönü olan şairliğini de incelemek isterim.

    evvelâ, hoşgör köftecisi; orhan veli’nin yazdığı altı hikâye, william saroyan’ın “love, here is my hat” adlı öyküsünden çevirdiği “yaşasın aşk” hikâyesi ve edebiyat hakkında yaptığı kısa bir söyleşi içeriyor.

    hoşgör köftecisi adlı hikâyesi bir geziyazısı havasında yazılmış gibi. üç masalı bir balıkçı meyhanesinde geçen bu kısa hikâye orhan veli’nin yaşam tarzı hakkında esaslı bilgiler veriyor. biraz yukarıda bahsettiğim “orhan veli sadeliği” bu hikâyede çok rahat hissediliyor. gerçekten de, bir balıkçının “liraya buraya, liraya buraya” bağrışından, o meyhanede çalışan ve gerçekten de kaba bir kadından hoşlanması orhan veli’nin sadeliğiyle açıklanabilir sade. peki bu sadeliğin altında yatan görüş nedir? neden orhan veli sadeliği bu insanları sevmeyi gerektirir? hikâyenin içinde geçen şu cümleler her şeyi anlatıyor:”bu üç masalı balıkçı meyhanesinde gördüğüm dünya gerçekten ne güzeldi! çalışan insanlar, namuslu insanlar, kardeş insanlar.” (o. veli, hoşgör köftecisi, yky, iv. basım, s.11)

    “baharın ettikleri” adlı hikâyesinde daha derinlikli konulara eğildiğini görüyoruz. kendisini şiire adamış birisinin bu kadar ustaca bir hikâye yazması zor bir şeydir. bu hikâyede, orhan veli’nin hem hikâyenin nasıl olması gerektiği sorununa verdiği yanıtları hem realizm akımı hakkındaki düşüncelerini hem de bu iki konuya örnek teşkil edecek bir hikâyeyi okuyoruz.

    “hikâyede konunun o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. ama ne olursa olsun, bir vaka lazım.” (o. veli, hoşgör köftecisi, yky, iv. basım, s. 19)

    bu sözlerinde, orhan veli’nin, hikâyede olayın değil durumun önemli olduğunu vurgulayan çehov tarzı hikâyecilikten değil, olayı önceleyen maupassant tarzı hikâyecilkten yana olduğunu görüyoruz. bunu da hikâyesinde çok net vurguluyor:

    “küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikâyelerden illallah dedik artık.” diyerek, kendisinin fakir sınıfının adamı olduğunu belirtip bu tarz hikâyeler yazmasının saçma olduğunu düşünüyor. akla şu soru düşüyor hemen, “orhan veli’ye göre fakir sınıf mı olamlı hikâyenin konusu?” yine hayır. çünkü o zaman kendisine “komünist” diyeceklerini söylüyor. orhan veli’ye göre hikâyenin konusu suya sabuna dokunmamalı. bu yüzden hikâye realist olmalı. ideolojiye göre yazılmamalı. peki, realizm ne demek? bunun da cevabını cevabını hikâyesinde apaçık veriyor:

    “bir eser, içine dünyanın en çirkin realitelerini doldurmakla réaliste olmaz. sefaletleri, ıstırapları, sınıf tezatlarını en keskin hatlarıyla canlandırmak isteyen çok kere mübalağaya düşer.” (o. veli, hoşgör köftecisi, yky, iv. basım, s. 22)

    bu düşüncelerinin örneklerini de yine hikâyesindeki olaylarla veriyor. işte orhan veli bu yüzden deha!

    gelelim “işsizlik” adlı hikâyeye. bu inceleyeceğim son hikâye olacak.

    orhan veli bu hikâyesinde de birtakım düşüncelerini hikâyeyle veriyor. ama bu sefer “baharın ettikleri” hikâyesindeki gibi açık açık vermiyor, olayla yedirilmiş bir şekilde veriyor. başka bir farklılık da verdiği düşünceden kaynaklanıyor; bu sefer hikâye hakkında değil, şiir hakkında düşüncelerini veriyor. bunu da ahmet haşim üzerinden yapıyor.

    bilindiği gibi orhan veli, garip(i. yeni) akımının kurucusudur. orhan veli’nin şiir hakkında söylediklerinin tam zıttını ahmet haşim söyler. dolayısıyla orhan veli birkaç şiirinde ahmet haşim’le dalga geçmiştir. bunlardan birisi meşhur “bir de rakı şişesinde balık olsam” dizesinin geçtiği “eskiler alıyorum” şiiri; diğeriyse “karanfil” adlı şiiridir. “eskiler alıyorum”da ahmet haşim’in şiir hakkındaki görüşleriyle dalga geçer. ama “karanfil”de gayet ciddidir; ii. dünya savaşı’nın başlarında ölen onbinlerce insan varken haşim’in inatla aşk acısı içerikli şiirler yazmasına tahammül edemez.

    bu hikâyede de ahmet haşim’le dalga geçer. hayalinde kurduğu, ishal olmuş erdoğan isimli arkadaşının, “haşim, haşim” derken karnının ağrımasını, lazımlık istemesini ve lazımlıkta ihtiyacını giderirken uzaklara dalıp “melâli anlamayan nesle âşina değiliz” demesini kahkahalarla okumamak mümkün değil. diğer taraftan kendisine karşı “yeteneksiz ve bopstill” diyenlere karşı da savunmasını yapar bu hikâyede.

    diğer hikâyelerle birlikte hoşgör köftecisi, içeriği itibarıyla orhan veli’yi tanıyabilmek ve anlayabilmek için okunması gereken bir eserdir. incelemesini yapmadığım diğer hikâyelerde orhan veli’nin dünya görüşü hakkında da yeteri kadar bilgi sahibi olabiliyoruz.

    bir önceki yazımda (bkz. yirminci yüzyıl tragedyası: ve o hiçbir şey demedi), çevirmenin yazar için öneminden bahsetmiştim. bu eserde de orhan veli’nin william saroyan’dan çevirdiği “yaşasın aşk” adlı öykü yer alıyor. serbest bir çeviri olmasına rağmen öykü su gibi akıp gidiyor. orhan veli’nin zaten tercüme bürosu’nda çalıştığını biliyoruz, bu çeviri de neden orada olduğunun örneğini teşkil ediyor.

    “edebiyatla şiir arasındaki fark”, “divan edebiyatı” gibi sorunlar üzerinde de oldukça çarpıcı düşüncelerini içeren söyleşi de eserin son kısmını oluşturuyor.

    okunması elzem bir eser olarak karşımıza dikiliyor “hoşgör köftecisi”.

    not: bu hikâyelerin arka planını daha anlayabilmek için, orhan veli’nin nahit hanım’a yazdığı mektupları içeren “yalnız seni arıyorum”(yky) adlı kitabı da okuyunuz.

    http://www.kuledibi.org/manset/orhan-veliyi-tanimak-hosgor-koftecisi/