1. öncelikle işitme engelli insanların bir iç sesi yoktur. bu konuya (bkz: dilin gelişimi ve insan evrimine etkisi) başlığında detaylı bir şekilde değindim. işaret dili bu insanların iç sesi oluyor ve bu yüzden işitme engelli kişilerin iyi bir eğitim almaları çok önemli.

    bir de herhangi bir işitme engeli olmadığı halde iç sesi olmayan insanlar var. daha doğrusu iddia ediyorlar. beyinlerine giremediğimiz için asla gerçeği bilemeyeceğiz. nörologlar test yapsalar, beyinlerinin hangi bölgesi aktif acaba diye inceleseler?

    işitme engelli kişilerde yapılan testlerde beynin broca ve wernicke alanının aktif olduğu tespit edilmiş mesela. görsele dayalı bir iletişim metodu gibi gözükse de, konuşma diliyle beyinde aynı bölgeyi aktifleştiriyorlar, yani beynin sol lobunu.

    işitme engeli olmadığı halde iç sesi olmayan insanlar iç seslerinin görsel olarak canlandığını söylüyorlar. beyinlerinde test yapsak, sadece sağ lobun aktifleştiğini görsek, deneğin test sırasında beyninde gerçekten görsel bir aktivite olduğundan emin olabilirdik. fakat bir insan acaba eeg testini manipüle edebilir mi? -beynimde görsel bir aktivite var ama iç sesimin görselliğe bürünmüş hali olduğunu kesin olarak bilemezsiniz.

    bu konuya daha detaylı bir şekilde değineceğim, hatta başlık bile hazır -iç sessizlik, ne ka yaratıcı dimi:)
  2. insanın herhangi bir ses çıkartmadan beyninde oluşturduğu monolog veya diyalog. monolog daha çok kişisel çıkarımların, durum değerlendirmelerinin, öz eleştirilerin, hatta en çok da kişinin kendisine anlık olarak komut vermesinin "haydi, kalkıp yüzümü yıkayayım", "şimdi şuradan karşıya geçeyim", gibi beyinde cümlelere ve sese dönüşmesidir. her sabah güne hemen hemen hepimiz bir iç ses monologla başlamıyor muyuz?

    diyalog ise daha çok herhangi birisiyle bir konu hakkında konuşmadan önce beynimizde yaptığımız kurgu konuşmadır. hoşlandığımız birisine açılmadan önce kafamızda kurguladığımız konuşma gibi. tabi ki hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir iletişim üzerine de beynimizde hayal ürünü diyaloglar oluşturabiliriz. bu da hoşlandığınız kişiye açılamadığınızın bir göstergesidir. ya da gerçekleşen bir iletişim üzerine de tekrar diyaloglar yaratabiliriz. bu da hoşlandığınız kişiyle yapılan konuşmanın iyi geçmesi veya kötü geçmesi sonucu akşam beyninizde o diyaloğun tekrarlanması veya bambaşka bir şekilde hayal edilerek de olabilir. neticede olumlu veya olumsuz kafanızda soru işareti kalmadı, güzel olan o :)

    bir de iç ses aracılığıyla insanın kendi kendisiyle diyalog kurması olayı var. "-nicho bunu böyle yapmalısın. -neden öyle yapayım ki? -doğru olan bu. -doğru olduğuna kim karar veriyor? sen mi, ben mi?.." gibi, şizofreniyle ilgisi olmayan (gerçi son soru biraz şizofrenik olabilir:)), kendi kendimizle yaptığımız diyaloglar da gizli konuşma ya da özel konuşma olarak adlandırılıyor. genelde en eğlenceli, ya da en sinir bozucu olan da bu.

    herhangi bir sessiz okuma yaparken de beyin sanki iç konuşma yapıyor gibi faaliyet gösteriyor. hatta bu bazen başkasının ses tonuyla gerçekleşiyor. insanın kendi iç sesinin başka bir sese bürünmesi gerçekten çok ilginç. ama eminim ki hepimizin kendimizce hoşumuza giden bir iç ses tonu var. kendi sesimizi kaydedip de dinlediğimizde, ilginç, daha farklı bulmamızın, biraz da yadırgamamızın sebebi tam olarak bu da olabilir. aslında yadırgama tadındaki duygu kendi sesimizi dışarıdan bir gözlemci gibi tecrübe etme duygusu. günlük hayatta birisiyle konuşurken elbette kendi ses tonumuza şahit oluyoruz fakat beyin karşıdaki insanla olan diyaloğa odaklanıyor. peki şarkı söylediğimizde?

    beyin şarkı söylerken de kendi sesini dışarıdan bir gözlemci olarak algılamıyor. odaklandığı nokta, şarkı sözlerinin cümleler halinde önce beyinde canlandırılması (bu kısım otomatik ezbere anlık gelişiyor. aslında irdelenmesi gereken bir nokta, çünkü konuşurken beynin sol lobu aktifken, şarkı söylerken sağ lob aktifleşiyor) ve sonra diyafram, akciğerler, ses telleri, gırtlak, küçük dil, damak, dil, diş ve dudaklara verilen refleks komutlarla sese bürünmesi. konserlerde kulaklıkla şarkı söyleyen şarkıcılarda durum daha farklı olabilir, çünkü şarkıcının kendi sesini kulaklık ile dışarıdan bir gözlemci gibi tecrübe etmesi söz konusu. bunu tecrübe etmiş birileri varsa tecrübesini paylaşabilir. riga'da bir karaoke barda müziksiz a capella tecrübem var ama o tecrübe bu konunun çok dışında :)

    konu iç ses ve beyin olunca, fizyoloğuyla, psikoloğuyla, nöroloğuyla, sosyoloğuyla, antropoloğuyla, biyoloğuyla, hatta yapay zeka mühendisiyle ama en çok da bir dil bilimciyle topluca irdelenmesi gereken o kadar çok şey var ki. neden en çok da dil bilimciyle irdelememiz gerektiğini soracak olursanız: iç sesin oluşması için önce bir konuşma dilinin geliştirilmesi gerekiyor. bu süreç de net olmamakla beraber bizi 100-150 bin yıl öncesine götürüyor.

    bu konuyu başka konularla harmanlayıp yazacağım çok şey var, fakat yazının daha da uzamaması ve sıkıcı olmaması için şimdilik sonlandırıyorum. neandertallerin nasıl önüne geçtiğimize, dilin insan evrimindeki önemine, bilinç ve iç ses arasındaki yapay zekasal noktalara, iç sesi olmayan insanların (evet, iç sesi olmayan insanlar var) psikolojisine, bunun üzerine bilim-kurgusal hikayelere başka yazılarda değineceğim. benim de çok ilginç bir durumum var iç sesle ilgili.

    dilim sanki gerçekten konuşuyorken post-alveolar bölgeye aldığı kıvrılma pozisyonunu almadan, iç sesim "r" harfini söyleyemiyor. yani iç sesim konuşurken fark ettim ki dilim fiziki olarak özellikle "r" harfine reaksiyon gösteriyor. dilimi hiç oynatmadan r harfini iç ses olarak söyleyebilmek için odaklanmam gerekiyor ama bu sefer de sanki başka birisi beynimde konuşmuş, başka birisi r harfini söylemiş gibi hissediyorum. 25-30 yıldır bunun bilincindeyim. gerçekte r harfiyle hiçbir problemim yok, diksiyonum çok düzgün. ama nedense iç sesimin r harfiyle bir alıp veremediği var...
  3. nikolay'ın enfes yazısını okudum da geldim. yazacaklarının bundan sonrasını da merak ediyorum. umarım bu konuda, yazısında da söz ettiği gibi yazmaya devam eder.
    özellikle iç sesi olmayan insanlar konusunu çok merak ettim.

    buraya yazma nedenim de o. iç sesi olmayan insanlar konusunu açıkçası hiç bilmiyorum ama bir fikrim var.
    derslerde öğrencilerle dil konusunu konuşurken, düşünmenin, aslında içimizden konuşma olduğunu ve eğer konuştuğumuz dil olmasa, düşüncelerin sadece görüntülerden ibaret olacağını konuşmuştuk.

    deneyin bakın. düşünme ancak dille gerçekleşiyor. nesnelere, kavramlara, duygulara.......verdiğimiz isimler; bunların, sıfatlarla, zarflarla, zamirlerle, edatlarla, bağlaçlarla ve eylemlerle dil mantığı ve kuralları içinde birleşmesi: dil, dilimiz.

    bazen o kadar hızlı düşünürüz ki, eğer tıpkı benim şu anda yaptığım gibi bu düşünceleri yazıya döküyorsak, elimizin hızı, zihnimizden geçenlerin hızına yetişemez. aklımızdan mükemmel bir cümle olarak tasarladığımız düşünce zinciri, bazen yazıp bitirdiğimizde hiç hoşumuza gitmez. yeniden, yeniden deneriz. ama aklımızda ilk belirdiği andaki halini hep kaçırılmış bir hazine olarak görürüz. bende çok olur böyle, özellikle öykü türünde bir şeyler yazıyorsam. ama arayışlar iyidir öykü yazarları için. hatta illaki olması gerekendir.

    ben de konuyu iyice dallandırıp budaklandırmadan sonlandırayım. aslında yazı daha uzayacaktı, eğer ben az önce başka bir düşünceyi yazmaya öncelik vermeseydim. öteki uçtu gitti. eğer ne olduğuna yoğunlaşırsam sadece zaman kaybı olacak.
    umarım bu yazı da sizin için zaman kaybı olmaz.

    (kaçırdığım düşünce aklıma geldi :)) öğrenilen ikinci dille -ya da dillerle- alakalıydı. ama bu çok geniş bir konu, artık başka bir yazıya kalsın.)
    hero