1. merhaba ben tuhaf bir ismi olan sıradan bir kızım.
    her gün aynı çantayı takarım, saçlarım her zaman yataktan kalktığım gibidir, moda anlayışım kot pantolon, spor ayakkabı ve bir adet tişört/kazak giymekten ibarettir.
    pek güzel değilim, olmaya çalışmak için isteğim ve gücüm de yok.
    yanınızdan on kere geçsem onunda da fark etmezsiniz beni.
    otobüste her zaman cam kenarına otururum, cam kenarları doluysa ayakta dururum. müziği kısık sesle dinlerim, kitap okumaya başlar yol boyu aynı sayfada takılır kalırım.
    yanyana otursak fark etmezsiniz beni.
    sınıfta köşelere otururum, pek konuşmam, cevabını bilsem de sorulara cevap vermeye teşebbüs etmem.
    belki aynı sınıftayızdır ama fark etmemişsinizdir beni.
    yalnızlıktan şikayet ederim ama insanları da sevmem, ufacık şeyleri kafama çok takarım.
    çok şey yapmak isterim ama hiçbiri için güç bulamam.
    içimde bitmeyen bir acıyla yaşarım, anlatmam, anlamıyorlar diye kızarım.
    daha küçüğüm ve haddinden fazla yorgunum.
    tanısanız sevmezsiniz beni.
  2. şimdi sırada: küçük freud'dan esintiler..
    okumayabilirsiniz. belki de uzun olur bilmiyorum ama benim için yazıp anlatmak önemli.
    anlayışınız için teşekkürler.

    **

    mahallede hiç sevmediğiniz ama arkadaşsız kalınca oynadığınız çocuklar vardır ya hani, işte öyle bir kız vardı bizim yan komşu: derya. benim 10. yaşıma girmeme 1 hafta kalmıştı. o da 8 yaşında falandı heralde. yine arkadaşlarımın yazlığa falan gittiği bir gün oynuyorduk kavga çıktı. saçımı çekti benim, ben ona vurdum sonra eve kaçtım. beni çağırmaya geldi bir süre sonra. ben de balkona çıkıp bir daha seninle oynamayacağım salak şey sakın beni çağırma diye bağırdım. ağlaya ağlaya gitti eve.

    o gece deprem oldu. sonra enkazlardan koşup bir okulun bahçesinde oturduk sabaha kadar. etrafa bakıp olayın ne olduğunu çözmeye çalışırken yakınımda bir yere battaniyeye sarılı bir şey bıraktı deryanın babası. annesi kendini yerden yere atıyordu... sonra battaniyeyi açtılar ben de gördüm cenazesini... hayatımda melek dedemden sonra gördüğüm ilk ölüydü. ilk çocuk ölüydü. ilk arkadaşım ölüydü... evet dedim deprem diye bir şey var ve o çocukları bile öldürüyor.
    saçımı çekti diye önce dövüp sonra kovduğum ağlattığım kız şimdi yitip gitmişti... belki de benim günahım yüzündendi.. şimdi çok kendini beğenmişce gelse bile o an böyle düşünüyorum.

    o zaman nasıl kelimeler kullanmıştım hatırlamıyorum ama kendime verdiğim sözün anlamı şuydu: "bir daha hiçkimseye sırt çevirmeyeceğim"

    sonra hayatım boyunca benimle geldi bu olay. arkadaşlarımdan dostlarımdan küçük de olsa ağır da olsa bir hata, bir hadsizlik gördüğümde veya koca koca -kaba tabirle- kazıklar yediğimde, bana bir sebepten geri dönmek istediklerinde hep deryanın battaniye içindeki yaralı yüzünü gördüm hep ona balkondan bağırdığımı duydum...

    işte bu yüzden her geleni, her geri döneni kabul ettim ben, kimseye sırt çeviremedim hayatta. kaybettiysem ben insanları kaybettim. kimsenin kaybedileni olmadım, olamadım.
    bunu kötüye kullanıp, bütün kötülükleri yapıp sonra geri döndüler, yine kabullendim. arkadaştır dedim, ya onu da kaybedersem dedim. hep korktum anlatabiliyor muyum... biriyle küs olmaktan, küs kalmaktan, o hayattan ayrılırsa kendimi sorumlu görmekten hep korktum...

    artık bu kadar insanın yükünü, bu kadar kötülüğün izini taşıyabileceğimi sanmıyorum. çocukluktan gelen hayaletlere aldırmamaya çalışıyorum, kayıpları kabullenmeye çalışıyorum. normal karşılamak için uğraşıyorum. kendimi normal görmek için çırpınıyorum adeta...

    şimdi büyüme zamanı sanırım. ertelediğim terapilerimi böyle böyle gerçekleştiriyorum işte.. yavaş yavaş temizleniyor baca, yeni yollar açılıyor önümde ve büyüyorum. çılgın psikologumun demesiyle "travmatik büyüyorum"...

    ve sırtımda yük olan insanlara birer birer veda ediyorum. hafifletiyorum ömrümü...
  3. "neden yetişkin olamadık?" diye sordum bugün, kendi kendime düşünürken.

    insanlar hayatlarının belli aşamalarında bazı sancılar yaşıyor, sonra bu sancıları arkalarında bırakıyor ve ilerliyordu; veya aşkın, paranın, seksin, saygınlığın peşinde koşuyorlardı hiç değilse ve arkalarında bırakmadıklarını akıllarından uzak tutuyorlardı.

    insanların hayatta bir amaca ihtiyacı yoktu; çünkü yaşama amacı, yaşama istencinin bir ifadesidir. tıpkı rüyalardaki olayların bazı duygulara kılıf olması için uydurulması gibi. (öznel düşüncemdir)

    ben ne o "ergenlik sancıları"nı bir kenara bırakabilmiştim, ne de bir amaçsız tam olmayı başarabilmiş. evet, ne yazık ki bazılarının rahatsız olacağı kadar çocuk mantığıyla bakabiliyorum dünyaya. ortalama birinin -gerçi benim gibilerinin sayısı artıyor her geçen gün- zorlanmadan yapabildiği şeyleri ben yaparken yaşama isteğimden harcıyorum. hayata devam etmek için onu sömürmek; bazı şeyler pek istendiği gibi gitmeyebiliyor.

    yetişkin olamıyorum işte. bir türlü "artık ben bir meslek sahibiyim, insanlar bu iş için beni muhatap alıyor ve bana güveniyorlar; artık 25 yaşındayım, öğrenci değilim, elime düzenli olarak bir miktar para geçiyor; artık yaşamın belli seviyelerini aştım ve yeni mücadelelere hazırım" diyemiyorum. eski mücadelelerimi hiç kapatamadım, yenilerini eklerken onları da taşıyorum.

    sırtımda yılları sürüklediğim doğrudur. hangi yılları sürüklüyorum? tümünü. neden? bilmiyorum. hiç, kime veya neye ve neden kırıldığınızı bilmeden, sanki biri hayatınıza feleğin sillesini vurup sizi bir karadeliğe sürüklemiş gibi hissettiniz mi? "kimi affedemiyorsun" sorusunu ne zaman sorsam, "kendimi" cevabını alıyorum. ben kendime, kendim olmaktan başka ne kötülük yaptım? bilmiyorum.

    gerçekten de sanki kendime bir şey yapmışım gibi. yıllar boyu kendimi salmışken bana sürekli "kendine yazık ediyorsun" dedikleri için mi böyle oldu acaba?

    zamanım boşa gidiyor. çok yoruldum, gerçekten. bir türlü toparlayamıyorum, ne yaparsam yapayım zamanım boşa akıyor. dolu nedir? dolu, dolu hissedebildiğindir. ben bu hissi hissedememekten yoruldum.

    sanki dünya aynı uzun şarkının tekrar tekrar çalmasından ibaret. şarkı uzun olduğu için bir türlü ezberleyemesem de tekrarından sıkıldım. zaten ezberlemek de istemiyorum. sanki arkadaşınızın çok sevdiği için açtığı bir şarkıymış da bu, zorla katlanıyormuşsunuz gibi düşünün. veya bu şarkıyı anne babanız çok seviyormuş gibi.

    trinity'nin neo'ya beyaz tavşan'ı takip ettirdikten sonra dediklerindeki gibiyim. uyumakta sorun yaşıyorum, bir çıkış arıyorum fakat bulamıyorum.

    wachowski kardeşler biliyordu, nietzsche de biliyordu. nietzsche çok daha önceden söylemişti nihilistlerin dünyayı basacağını. ben, onların içinde nihilist olduğunu bilenlerdenim işte.

    içimdeki acı geçmiyor.
  4. hayatı intikam alıyormuş gibi yaşıyorum. neyin intikamı olduğunu bile hatırlamıyorum ama içimde alınmamış bir öç var. daha kapımı çalmamış olan ölüme mi yoksa sırf var olduğum için çektiğim acılara mı bilmiyorum. ilkokulda bana tokat atan hocama… kavga ettiğim arkadaşıma... ameliyat öncesi beni azarlayan doktora... hatta beni çok sevdiği için beni korkunç bir yük altına sokan anneme… ya da diğerleri ızdırap çekerken benim refah içinde olmamın verdiği vicdan azabının öfkesi bu. bir şeyler beni çok rahatsız ediyor ama çıldıracağım ne olduklarını bilmiyorum. yaşamak eskiden çok gizemli çok muhteşem bir şeydi sanki. şimdi sanki bir hapishanedeyim. öyle bir hapishane ki sınırları bütün evren, dışı yok… bunun intikamını alıyorum hayattan. yanlış anlamayın kimseye eziyet çektirdiğim, kimseyi terslediğim yok. sadece daha sert koparıyorum ekmeği. kapıları daha hızlı çekiyorum. sevdiğim sokak köpeğinin kafasını kaldırıp gözlerine bakıyorum uzun uzun. çok gülüyorum. ve hayatın ciddiyetine karşı ciddiyetsizliği giyiyorum üstüme. umursamazca yaşıyorum. sanki bir şeyleri önemsersem kaybedeceğim bu oyunu ve bana acı çektiren neyse o kazanacakmış gibi. içimde patlamaya mecali olmayan bir yanardağ var, içten içe kaynıyor asla dışarı çıkamayacak ama asla da sönmeyecek lavları eritiyor ruhumu azar azar. böylece daha çok öfkeleniyorum. ve şuan yaşadıklarımın hiçbir önemi yok biliyorum. milyonlarca yıl sonra belki de güneş siteminin üçüncü gezegeninde her şey dümdüz olduğunda ne sevgilerimiz ne nefretlerimiz ne çizdiğimiz resimler ne yaptığımız müzikler ne bütün bu savaşlar ne de çekilen acılar hiç olmamış olacak. sonsuz harici her şeyi yutuyor hiçlik. ben kavga ederken kendimle bir anda yok olacağım ve bilincim... ezilmiş bir beyin içindeki hayaller neye yarar. içinde binlerce şarkı ve film olan kırılmış bir hard diskten farkımız olmayacak. ve ben bunu kaldıramıyorum. bu yüzden hayatı intikam alıyormuş gibi yaşıyorum. neyin intikamı olduğunu tahmin edebiliyorum ama içimde hiçbir zaman alınamayacak bir öç var…
  5. küçük,sade, kendi çapında özenli bi hayatım olsun istiyorum. sevdiklerimi güldürmek, sevmek, sevilmek istiyorum. artık bi şeyler uğruna endişe etmek değil de bi şeyler için umut beslemek istiyorum. konuştuğumda gerçekten dinlenmek, sustuğumda da kabullenilmek istiyorum. içi boş vaatlerle kandırılmak değil iliklerime kadar sevildiğimi hissetmek istiyorum. sevdiğime koşmak ağladığında o ihtiyaç duyduğu kucak olmak istiyorum. çok şey istemiyorum yemin ederim istemiyorum. anlaşılmak, kırılmamak istiyorum. öldüğümde arkamdan şöyle başarılıydı böyle zengindi denmesi yerine ne kadar insan sevindirdi ne hayatlara dokundu da yardım etti densin istiyorum. gülücük saçmak, dert tasaya sebep olmamak istiyorum artık. hayat toz pembe değil ama ben kendi çevremi pembeye boyamak bu baloncuğu günden güne genişletmek, harika tatlılar yapan şirin komşu olmak istiyorum. işe yaramak, yarar sağlamak hayatımı dolu dolu olmasa da mutlu yaşamak ve çocuklarıma güzel bi gelecek sunduktan sonra da bu defteri sakince masaya koymak istiyorum.
  6. nereden başlayacağımı gerçekten hiç bilmiyorum, belirttiğim gibi; bu ülkenin insanına kırgınım.

    yolda önümde yürüyen adam burnunu silip kirli mendilini yere attığı için kırgınım.
    metroda binenler inenlere öncelik tanımadığı için kırgınım.
    yaya geçidinden karşıya geçerken üzerime son hızla arabasını süren şoför yüzünden kırgınım.
    sabah kahvaltılık bir şeyler aldıktan sonra ödeme yapmak için kasaya yanaştığımda bana bir "günaydın"ı çok gören kasiyer yüzünden kırgınım.
    ekmek aldığım fırındaki adam "iyi günler"ime cevap bile vermeye tenezzül etmediği için kırgınım.
    sokağın ortasında omzuma çarpıp özür bile dilemeyen insanlar yüzünden kırgınım.
    ben iki sene boyunca "ya üniversiteyi kazanamazsam?" diye tanrının her günü ağlarken üniversitelere sınavsız alınan öğrenciler yüzünden kırgınım.
    otobüste yer verdiğim teyze teşekkür bile etmediği için kırgınım.
    nispeten tenha bir caddede akşamın fazla da geç olmayan bir saati tek başıma yürürken dibime sokulup bana zikretmekten çekindiğim cümleler kuran adamlar yüzünden kırgınım.
    araştırmayan, okumayan, sorgulamayan insanlar her konuda fikir beyan ettiği için kırgınım.
    cehalet bu denli prim yaptığı için kırgınım.
    bankada insanlar sıramı gasp ettiği için kırgınım.
    kendi ülkemde devlet güvenliğimi sağlayamadığı için kırgınım.
    kalabalık bir cadde üzerinde yürürken, bir polis karakolunun önünden geçerken ya da toplu taşıma kullanırken "ya şimdi bomba patlarsa?" diye düşünüp tedirgin olduğum için kırgınım.
    her gün "mezun olunca ya işsiz kalırsam?" sorusunu kendime sormak zorunda olduğum için kırgınım.
    henüz 20'lerimdeyken omuzlarıma yüklenmiş yüksek sorumluluklardan, kafamın içinde susmak bilmeyen sorulardan, gelecek kaygılarımdan ötürü kırgınım.
    kalabalığın içinde gezinip duran kimsenin görmediği, duymadığı, farkında bile olmadığı bir hayalet gibi olmaktan muzdaribim. evet, kırgınım.
    her gün kadınlar öldürüldüğü için kırgınım.
    küçücük çocuklar tecavüze uğradığı halde devlet büyükleri de dahil kimse kılını kıpırdatmadığı için kırgınım.
    her kapıyı açan yegane materyal para olduğu için kırgınım.
    kırgınım,
    ve kırgınlıklar listemi yarıda bırakacak kadar yorgunum.
    kırgınım,
    ve düşündükçe fark ediyorum, affedemiyorum. ne başıma gelenleri ne de başka insanların başlarından geçenleri.
    bağışlayıcılığımı yitirdim, hissizleştim.
    yine de,
    kırgınım.
  7. ben dikkatsizleştikçe insanlar mutlu oluyor. nezaketsizlik genlerinize işlemiş. böyle davranmak istemiyorum ama beni bu davranışa itiyorsunuz. birçoğunuz kötü değilsiniz, sadece kötü yetiştirilmişsiniz.
  8. bazen kafam o kadar karışıyor ki mide bulantısı gibi bi şey hissediyorum keşke kafamızda da kusup rahatlayabileceğimiz bir organımız olsaydı
  9. çok andaval insanlar tanıyorum acaba zeka seviyemin altındakilerle mi takılıyorum yoksa bende mi bir andavalım
  10. bu başlığı cidden bir defter gibi hayal ettim. kalın parşömen yaprakları olan bir defter. mesela tom riddle'ın günlüğü gibi. hatta direkt o canlandı gözümün önünde. sonra başına geçtiğimi düşündüm. oturdum masaya, aldım elime kalemi ve yazmaya başladım. aynı harry'nin yaptığı gibi. tanıştım defterle. sonra dedim ki "sana içimi dökmeye geldim." o anda defterin sayfaları hızla dönmeye başladı ve bana en uygun yeri buldu defter. karanlık anılarım, kör hayallerim ve dilsiz düşüncelerim için en uygun yeri seçti bana. biraz dikleştim masada, defterin üstüne doğru eğildim ve içimdeki kanı kustum. gerçekten kan aktı. sayfalar, masa, her yer kan oldu. üstüm başım... hatta kullanmaya gerek duymadığım kalem bile. sonra ağlamaya başladım, hıçkıra hıçkıra, bağıra çağıra. o kanlı sayfalara başımı koydum, ellerimi masaya vurarak tek bir şeyi sordum. neden?
    gözyaşlarım yanaklarımda kurumaya yüz tuttuğunda kaldırdım başımı ve aynada yansıyan suretimi izledim. saçlarımın düzensiz bukleleri kan olmuş, yüzüm kan içinde, gömleğim de öyle, resmen pisliğe batmışım. sonra yüzüme baktım. kızarmış yanaklar, şişmiş dudaklar... sıra gözlerimde. kan toplanmış, bir ağlayınca bir de uyanınca karşılaştığım o yeşil renge bürünmüşler. normalde kimsenin fark etmediği bir eladır gözlerim sadece bu iki anda tehlikeli bir yeşile bürünürler, koyu bir yeşil. irislerimdeki kasların kasılmasını izledim bir süre. sonra yine düşündüm, bu yeşilin iki anlamı var, ya bittim ya başlıyorum. başlamayı seçtim. kalktım masadan, aldım elime bir bez önce kalemi temizledim, sonra masayı ve en son defterin kapağını. birinci aşama bitti. ikinci aşama saçlarımı yıkadım, üstümü değiştirdim ve sonuncu aşamaya geldim. defterin yaprakları... baktım kan yer yer kurumaya başlamış ama bazı yerlerde hala taze, ıslaklığını görebiliyorum. bu anda içimdeki iyi şeyleri akıtmaya başladım, satırların temizlenmeyi hak edip etmediğini sorgulamadan. çünkü ben satırların niteliğine bakmam, onları temizlemem gerek, kötü olsalar bile, bunu hak etmeseler bile temizlemem gerek, iyi şeyler vermem iyi şeyler yazmam gerek.
    peki bunda başarılı oldum mu?
    bilmiyorum çünkü hala temizleme aşamasındayım. umarım o kanlı gömleği tekrar üstüme geçirmem. umarım tekrar dökmem kanımı çünkü bu seferki ölümcül olur, bu sefer beni bitirir.
    dediğim gibi ben sadece temizlemeye çalışıyorum satır ayırt etmeksizin.