• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
iğrenç adamlarla kısa görüşmeler - david foster wallace
2008 yılında hayatı boyunca ona eşlik eden depresyona yenik düşen ve intihar ederek hayatına son veren david foster wallace, iğrenç adamlarla kısa görüşmeler'de gündelik detaylardan grotesk anlara uzanarak çağa özgü insanlık tecrübesini ortaya koyuyor. iğrenç adamlarla kısa görüşmeler, söylediklerimiz ve dinlediklerimizin gerisindekileri görmek isteyenleri, insan bilincinin karanlık koridorlarına doğru kısa ama sarsıcı bir yolculuğa çıkarıyor. sanki wallace birbirine hiç benzemeyen bir sürü insanın zihnine bir biçimde sızmayı başarmış, oradaki utanç ve ıstırap verici tedirginlikleri, korkuları, arzuları, kızgınlıkları, sitemleri gizlendikleri kuytu köşelerden çıkarmış, sonra da yazıya dökmüş.


  1. insan olmanın ve dünyaya atılmışlığın lanetini bayrak gibi taşıyan, sözün bittiği yerde başlayan bir kitap: iğrenç adamlarla kısa görüşmeler. "neye inanacağınızı siz seçersiniz," diyen dev bir yazardan birbirine bağlı anlatılar ve farkındalıkla örülü, bangır bangır bir metin. 25 yaşındayken yayımlanan ilk romanıyla amerikan edebiyatına yepyeni bir soluk getiren, büyük eseri infinite jest ile tüm zamanların en iyi 100 kitabı (time) seçkisine giren david foster wallace, kayıp bir kuşağın en özgün seslerinden biri sayılıyor.
  2. intihar üzerine "yetişkinlerin çoğunun kendilerini başlarından vurarak intihar etmesi tesadüf değildir. böylelikle kötü efendileri vurmuş oluyorlar. bu intiharların çoğunda gerçek olan şu ki, aslında tetiği çekmeden çok önce zaten intihar etmiş oluyorlar... ne kadar üzücü.” açıklamasını yapan david foster wallace, kendini asarak intihar etti.
  3. atlama tahtasının ucundan dünyaya bakan bir ergenden psikiyatristi karşısında türlü hezeyanlar geçiren bir genç kadına, çocukluğunda uğradığı tacizi şimdiki yaşantısıyla bağdaştırmaya çalışan bir genç adamdan yazmak istediklerini nasıl samimi biçimde anlatacağına dair kafa yoran bir yazara uzanan adeta bir insan belgeseli...

    insanları, yaşamları ve iç seslerini öyle bir detay eşliğinde veriyor ki her insanın dehlizine girdiğinizi hissettiriyor. insanlığın bedeller ve etiketlere indirgendiği günümüz dünyasında birine tutunmanın, insancıl bağlar kurmanın zorluklarını anlatıyor.

    insan bilincinin karanlık koridorlarında sarsıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

    2009 yılında sundance film festivali seçkisi’ne alınan bir beyazperde uyarlaması da bulunan iğrenç adamlarla kısa görüşmeler, farkındalıkla örülü, sarsıcı ve sert bir kitap.
  4. "bu esnada zaman geçmiş. kalbinle öldüremezsin zamanı. her şey zaman alır. oldukları yerde durabilmeleri için arıların çok hızlı hareket etmeleri gerekir."
  5. david foster wallace'ın siren yayınları'nın bastığı kitabı. çevrilmiş olması ilginç ve sevindirici. kısa öykü diye adlandırılabilecek metinler tam tanımı. notlarından oluşturulduğu söyleniyor. farklı bir anlatımı var. duyguları anlatırken hem gergin bir hava yaratıp hem de akıcı olabiliyor. deliliğin sınırlarında birinden çıkacak cinsten. varoluşunu sorgularken bilinci didik ediyor.

    "yükseklik önemli değil. aşağıya indiğinde her şey değişir."

    "yani, hangimiz çile ve korkunun yaşamın, varoluşun bir parçası olduğunu kabul etmeyiz, hangimiz inanlık durumunun farkında olduğumuza dair boş laflar edip durmayız ki."

    "sonuçta ürkütücü bir şeyi düşünmeden yapmak fena olmayabilir, ama ürkütücü olan şey düşünmemenin kendisi olunca öyle değil."

    "hani derler ya, öldürmeyen şey seni güçlendirir. bunu söyleyen kişi bir kadının tecavüze uğramasını savunur muydu sanıyorsunuz? kesinlikle hayır. ama düşünmeden, ani tepkiler göstererek konuşmuyordu."

    "varoluş ve yaşamın kendisi, insanı bir dolu iğrenç, boktan hale sokuyor."
    sezgi
  6. "...kendine karşı bu kadar acımasız olma kolundan utanacak ne var yapma böyle haline girerler. yani. benim ne hoş bir delikanlı olduğumu falan söylerler ve bana ait olan bir şeyden o şekilde bahsetmeme üzülürler, o kolla doğmak benim hatam olmadı­ğı için daha bir parçalanır içleri. işte o aşama da küllenmeye başlayınca bir sonraki etaba geçip görmek isterler mi diye so­rarım. kolumdan çok utandığımı ama bana güven verdikleri ve gerçekten iyi insanlara benzerlikleri için gösterebileceğimi söylerim; bakmaya katlanırız diyorsanız kolu gömleğimden çı­karıp göstereyim size derim. bezdirene kadar koldan bahsedip dururum.
    ...
    genellikle iki hafta falan sürer. sonra da o kritik etaba ge­liriz, onlara kolu gösteririm. bir yerde ikimiz baş başa kalıncaya kadar bekler, sonra vantuzu ortaya çıkarırım. sanki onlar beni ikna etmiş, ben de onlara artık güveniyormuşum ve kolu gömle­ğimden çıkartıp gösterebileceğimi hissetmişim gibi bir hava ta­kınırım. sana gösterdiğim gibi gösteririm. daha da rezil görün­mesi için onunla yapabileceğim başka şeyler de var, şöyle yapa­rım mesela -gördün mü? şuradaki şeyi görüyor musun? dirsek kemiğim yok diye yapabiliyorum, bu sadece- üzerine merhem ya da vazelin tipi bir şey sürsem daha da ıslak ve parlak görünür. çıkartıp karşılarında salladığım zaman hiç de hoş durmuyor, bak söylüyorum. anında midelerini bu­landırıyor, görmeleri bile yetiyor anladığım kadarıyla. ah, hatta bazısı kaçıyor, bazısı da hemen oracıkta kusuyor. ama çoğu ne mi yapıyor? çoğu biraz ıkınıyor, sıkınıyor ve sonra ah bu bu bu­nun nesi var canım falan diye bakışlarını sağa sola çeviriyorlar, yüzüme bakmamaya çalışıyorlar ama ben acayip ürkek, tedir­gin, güven verici bir ifade takınıyor ve bu arada bütün hünerimi kullanıp dudaklarımı biraz titretiyorum. ee? ee, ııh? er ya da geç en fazla beş dakika içinde kendilerini tutamayıp ağlama­ya başlarlar. dağılıyorlar resmen, anlıyor musun? tam köşeye sıkışıyorlar ve onun hiç de çirkin olmadığını, hiç utanmam gerekmediğini söylemişken birden bakıyorlar bu şey çirkin, çirkin, çirkin, çirkin, peki ne yapacaklar şimdi? değilmiş gibi mi dav­ransınlar? hastir ordan ya, bu kızların bir sürüsü elvis'in hayatta falan olduğunu sanıyor. kadın zekasının en parlak örnekleri sayılmazlar. her seferinde yiyorlar bu numarayı. hatta onlara ah canım neyin var falan desem, niye ağladıklarını sorsam, kol yüzünden mi desem, o zaman onlar da hiç alakası yok demek zorundalar, böyle demek zorundalar; olayın kolla alakası yok­muş gibi yapmaya, hiç de önemi olmayan bir şey yüzünden beni üzdükleri için ne kadar utandıklarını söylemeye mecburlar.
    ..."