1. önce insan olmayı gerektirir. sadece nefes alıp veren değil düşünen çevreye ve dünyaya saygı duyan bir insan olmak. danimarkalılar şöyle yetiştiriyorlarmış çocuklarını. dünyanın en yaşanılabilir ve şiddette olan ilginin en az olduğu ülke.

    ''danimarkalılara özgü ebeveynlik: dünyanın en mutlu çocuklarını yetiştirme rehberi'' kitabının yazarlarından jessica alexander ve danimarkalı psikoterapist ıben sandahl, araştırmaları doğrultusunda bu kültürde “esnek ve duygusal olarak sağlam” çocuklar yetiştirmedeki püf noktasının ''empati'' duygusunu kazandırmak olduğunu ortaya koymuşlar.

    ''danimarkalı ebeveynler çocuklarına aktif bir şekilde empatiyi ve başkalarına değer vermeyi öğretiyor. başarı anlayışlarını, yıldız olmak için çabalamak yerine gerçek takım çalışmasına dayandırıyorlar. bir çocuğa özgüven (başkalarına kıyasla yapabildikleri, nasıl göründükleri ya da sahip olduklarına dair dışarıdan bir görünüş) kazandırmak yerine özsaygı (başkalarına kıyasla kim olduklarına dair sağlam bir temel) kazandırmak için çalışıyorlar. empatiyle sıkı sıkıya ve kökten bağlı olan bu sağlam temelin, uzun vadede bize gerçek mutluluğu ve sağlığı (her anlamda) getirdiğine inanıyorlar.

    danimarkalılar okulda aktif bir şekilde empatiyi öğretiyorlar. hem de anaokulundan başlayarak. empatiyi öğretmek, matematik ya da ingilizce öğretmek kadar önemli. bunu gerçek hayattan kopmayarak yapıyorlar. her şeyin mutlu bir sonu olması gerekmiyor. danimarkalı ünlü hans christian andersen’ın masalları genellikle çok karanlık ve üzücüdür. ama amerika’da kültürel olarak kabul edilebilir bir hale gelecek şekilde uyarlanmıştır. örneğin deniz kızı’nın orijinali, en sonunda prense kavuşmaz. üzüntüden ölür ve deniz köpüğüne dönüşür. zor konularla uğraşan kitaplar okumak, ebeveynlerin çok sayıda duygunun üzerinden çocuklarıyla birlikte geçmelerine yardımcı olur. bunun, çocukların empati becerilerini geliştirdiği kanıtlanmıştır. amerika’da zorlayıcı duygulardan kaçınmaya çalışlır. danimarka’da ise bu duyguların tam ortasına dalınmakta.

    danimarkalılar empatiyi okullarda öğretiyor, ki bu oldukça özel bir durum. empati işte bu kadar geniş bir konu ve farklı yaşlara çok farklı şekillerde öğretiliyor. bunlara üç örnek; dil seçimi, çocukların öz düzenleme yapmalarına (duygu, düşünce ve davranışlarını düzenlemelerine) izin vermek ve onlara çok geniş yelpazeye yayılan çeşitlilikte hikayeler okumak.

    empatiyi öğretirken unutmamamız/hatırımızda tutmamız gereken en önemli şeylerden ilki, çocukların bizi aynalamasıdır. kullandığımız dil oldukça önemlidir. başkalarını nasıl tanımlıyorsunuz? anlayışlı mısınız yoksa yargılayıcı mı? hoşgörülü müsünüz yoksa karşı tarafı hep eleştirir ve ayıplar mısınız? bunların hepsi çocukların kopyaladığı şeyler. çocukların önünde başkaları hakkında kötü konuşmak ve “o çok kötü kalpli biri”, “o çok bencil biri”, “o çok rahatsız edici biri” gibi şeyler söylemek hiç de empatik bir dil değildir çünkü bu, eylemin arkasındaki duyguları fark etmemek ve insanları etiketlemektir. danimarka’da ebeveynlerin, çocuklarının önünde başka çocuklar hakkında negatif şeyler söylediğini neredeyse hiç duymazsınız. çocuklarının, bir başka çocuğun davranışlarını anlamalarını sağlamanın yollarını her zaman bulurlar. üstelik diğer çocuğu negatif bir şekilde etiketlemeden. eğer bütün çocukların özünde iyi olduklarını ve tüm davranışların altında bir sebep olduğunu unutmazsanız, başkalarının içindeki iyiyi doğal olarak bulursunuz. bu kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar çünkü yeni/farklı bir pencereden bakmamıza sebep olur, ki bu da danimarkalılara özgü olan mutluluğu artırma yollarından biridir.

    çocuklarımızın etiketlerin altındaki sebepleri bulmalarına yardımcı olabiliriz: ‘o çok rahatsız edici biri mi? acaba de karnı aç olabilir mi sence? belki de öğle uykusunu kaçırdığı için yorgun olabilir mi? karnının aç olmasının ve yorgun olmanın insana kendini nasıl hissettirdiğini biliyorsun di mi?’ ‘o çok kötü kalpli biri mi? okulda çok kötü bir gün geçirmiş gibi sanki. geçen gün onun çok tatlı biri olduğunu söylemiştin. aslında tatlı biri değil mi?’ çocukların, davranışların ardındaki duyguları anlamalarını sağlamak ve onları daha nazik bir sonuç çıkarmaya yönlendirmek, empatiyi öğretmektir. empati, bağışlayıcılık ile aynı nöral yolu kullanır ve daha fazla güven ve işbirliğini ve eğer birden fazla çocuğunuz varsa çok daha iyi bir kardeş ilişkisini teşvik eder. ve sakın unutmayın; ebeveynlerin de bazen kendilerine empati duyması gerekir. ebeveynlik zordur ve bunu her zaman doğru yapamayız. bunda bir sorun yoktur. kendimize karşı anlayışlı ve bağışlayıcı olmak, çocuklarımızı ve başkalarını affetme konusunda bizi daha iyi yapar.

    başkalarının duygularını fark etmek konusunda iyi olmadan önce kendi duygularımızı anlayabilmeliyiz. ebeveynler bazen çocuklarına ne hissetmeleri gerektiğini ya da ne hissetmemeleri gerektiğini söyler. onlara baskın çıkarlar. eğer çocuklar üzgün, kızgın, aç, üşümüş ya da hayal kırıklığına uğramışlarsa, bazı ebeveynler “hayır, değilsin”, “üzülme”, “kızacak bir şey yok”, “aç olman lazım, ye yemeğini!” der onlara. çocuklara nasıl hissetmeleri gerektiğini söylemek, kendi duygularını düzenlemelerine izin vermemektir. ebeveynler olarak çocuklarımıza güvenmeliyiz ki böylece onlar da duygusal sınırlarını keşfedebilsinler. bu, çok daha güçlü bir ben duygusu oluşturur ve bu da özgüvene giden yolu hazırlar. çocuklar biraz daha büyüdüğünde, sınırları zorlanırsa “hayır” demekten daha az korkacaklardır, çünkü hissettiklerine dayanarak doğru kararı verme konusunda kendilerine güveneceklerdir. bu, çocuklara verilmesi gereken en önemli derslerden biridir. onlara dil seçimimizle de yardımcı olabiliriz, ama önce onlara güvenmeliyiz ki onlar da kendilerine güvenebilsinler. unutmayın, iyi ya da kötü duygular yoktur. sadece duygular vardır.

    ayrıca çocuklara tokat atmak danimarka’da 1984 yılından beri illegal bir şey. danimarkalılar ültimatomlardan kaçınıyor ama diplomatik bir yaklaşım kullanıyor. bunun sonucu olarak neredeyse hiç şiddet içermeyen bir kültürleri var. çocuklara disiplin vermek yerine problemleri yönetmeye odaklanıyorlar. kültürel olarak en yüksek ve en önemli değerlerinden biri de ‘hygge‘. bu ne mi demek? odağın ‘ben’de değil ‘biz’de olduğu rahat ve keyifli zaman.''

    kaynak
  2. evrenin merkezinde olmadığını söylemek ve hissettirmekle mümkün.
    zaaflarla,güçsüzlüklerle,başarısızlıklarla barıştırmakla ,yani sen yapabilirsin'lerle değil yapamayabilirsin de'lerle yetiştirmek gerek.
    işin özü bu ikisi bence.