1. geçen sabah okula gitmeye çalışırken üst üste gelen aksilikler yüzünden bir patlama yaşadım ve durakta hüngür hüngür ağlamaya başladım. erken saatler olduğundan pek kimse yok ama çevredeki esnaf meraklı meraklı bakıyor. sonra kestim sesimi bindim dolmuşa. burnumu çekiyorum gözümü siliyorum. geçtim oturdum, düşünürken haydi bir daha ağlamaya başladım. en yapılmayacak şey. insanların içinde ağlamak. şoför aynadan bakıyor üzgün üzgün, göz göze geliyoruz. burnum da akıyor zaten rezil bi durumdayım yani. birkaç durak sonra bir abla indi. inerken de elime bir tane peçete tutuşturdu. hiçbir şey söylemedi, ben ağlamaklı sesimle teşekkür edebildim sadece.
  2. eniştemin annesi vefat ettiğinde, taziyeye gelenlere çay vermek için üç demlikle çay yetiştirmeye çalışıyordum. ne ağlamak ne bir his. kendimi, dağılanları toparlamaya adamıştım.
    tam tezgaha bardakları dizdim, demi döküyorum, sela başladı.
    ne şans ki demlik tezgaha düz düştü, dizlerimi kestiler yere düştüm.
    bir elim tezgahta kafam alt dolaplara dayalı, kulağım açık pencereden minarenin hoparlörüne dayalı. dişlerimi kanata kanata sıkıp ağlamaya başladım.
    ben insan içinde ağlayamıyorum pek. utançtan, özgüvensizlikten değil. ama bilmiyorum, ağlayamıyorum.

    dehşet bir hal olarak; hiç tanımadığım birilerinin ağlaması da beni en içimdekilerin ağlaması gibi kahrediyor. belki daha fazlası.
    çünkü, elden bir şey gelmiyor. susup yanında oturamıyor, acısını paylaşamıyorsun. hiç.
    hele de bir kadın ağlıyorsa, daha da mahvoluyorum. öyle ya, erkek atlatır. kadın da atlatır fakat, o kadar naif bir şeyin kırılması, içinden acının suyunun dökülmesi binbeter.

    çok zor gelmez belki ağlayana fakat, şahit olana kanser gibidir.
    elinin kolunun bağlı olup ölememek nedir bilir misiniz?