1. ihtiyaç duymak dediğimiz şey şartlanmadır.düzen bize şöyle yaşayacaksın diyor öyle yaşamak istediğimizi sanıyoruz.kendi kendimize mutsuzluk çıkarıyoruz. öyle derinliği yok yaşamın.her şeyden biraz olacak hepsi o.amaçların peşinde araç olmuş maymuna dönmüşüz.istediklerini satın alabilecek kadar sürekli para ama buna sahip oldukça bu sefer zaman olmuyor.
    fiziksel veya ruhsal bir sağlık sorunu yoksa insan şikayet etmeyecek, o kadar. fazla duygusallık çocukluktan çıkamama sendromudur.bu duygusallıktan çıktığınız an özgür ve keyifli olursunuz.düşünceleri üretime geçirebilecek kadar da motivasyon yeter.hayat ne öyle dram ne de öyle şölen.nasıl baktığına göre değişir.bakış açımız tamamen şartlanmamızla ilgili bu bilinçli bir şey değil.duygularımızın esiri olmuşuz.korku ve heyecanlarımızın.temel duygu korku bize bir şeyler yaptıran da yaptırmayan da bu bundan bağımsız olunca gerçekten neye ihtiyacımız olup olmadığımızı daha iyi görmeye başlarız.
  2. doğum gününün kutlanmasına falan...
  3. bir soru.

    irdelemek istiyorum bunu biraz.

    naçizane yaşadıklarımdan tecrübeyle, bir insan doğumundan itibaren elzem olarak sevgiye ihtiyaç duyar. (neye göre elzem kime göre elzem? bu göreceli tabii. ben kendimce duygusal ve ruhsal sağlık açısından ele almaya çalışıyorum) ha sevgi olmadan da olabilir mi? hayatta kalma, yaşamaya devam etme açısından hiç sıkıntı yok ama derin etkileri olacaktır. sizi sevmeyen ebeveynleriniz olabilir ya da bir tanesi sevmiyordur. ölmezsiniz ama eksik büyürsünüz. o eksikliği kapatmaya çalışırsınız sürekli. fazla da duygusala bağlamak istemiyorum ama sonuçta sevgi önemli.

    anlayış. bu da çok mühim bir ihtiyaç bence. anlaşılmadığınız sürece gene hep bir eksikliğiniz olacaktır. en olmadı kendinize güveniniz zedelenmiş olacak zaten. neden? çünkü anlaşılmıyorsunuz, ciddiye alınmıyorsunuz, sesiniz duyulmuyor vesaire.

    bir ev. bu ev, kalacak konut anlamından ziyade insanın kendisini ait hissedeceği mekan anlamında. bir eksiklikten doğuyor denebilir ayrıca, sığınacak yer arıyorsun sonuçta.

    özgürlük.
    birey olduğunu hissedebilme. haklarını kullanabilme. bir nesne gibi oradan oraya sürüklenmek, birilerinin himayesi altında olmak bilinçli bir birey için eziyetten başka bir şey değil mesela. çok güçlü bir faktör bu özgürlük.

    özgür olmadığında çoğu şey anlamını yitirebilir. ev mesela. siktir et. 19 yıldır evde yaşıyorum, evsiz biri benden daha sağlıklıdır. -duygusal ve ruhsal olarak-

    insan sahip olmadığı şeye daha çok mu ihtiyaç duyar? bu da bir başka soru. olabilir. herkesin ihtiyaç listesi ve gerek duyma dereceleri birbirinden farklı olacaktır, bu da bizi, bunun kişisel olduğu kanısına ulaştırabilir.
  4. diğerleri neye "ihtiyaç duyuyorsa" insanların ihtiyaç dediği şeyler birer deneyim bütünüdür, birey bunları talep etmez diğerleri bunu talep etmelisin diye baskılar zira onlar da öyle deneyimlediler.

    ihtiyaç duymak, tamamıyla illüzyondur. "temel hak" dayatması elde edildiğinde hissedilecek şey kıvanma olmamalıdır.
  5. samimi ilgiye. sevildiğini hissetmesine. en çok da huzura.
  6. bence günümüz insanının ihtiyacı kendisini sekülerizm çarklarından kurtaracak bir "amaç". evet sadece bir amaç. insanlar o kadar ot gibi yaşıyorlarki. sabah işe git, akşam eve gel, eş, çoluk, çocuk, evlenmek, akrabalar, maddi istekler vs...

    bunların yokluğu kimseyi öldürmüyor. bunların varlığıda kimseyi mutlu etmiyor.
  7. gecenin bu saatinde aklıma insan ne ile yaşar'ı getirmiş sorudur.

    her ne kadar o hikayede sevgi olduğu söylense de bence insan en çok merhamete/şefkate ihtiyaç duyar. bir annenn çocuğuna verdiği şefkat, o çocuğun kalbinin temel taşıdır. yoksa kalbi hep kırık dökük olmaya mahkum olacaktır.
  8. bir soru.

    muhtemelen, temel yaşamsal ihtiyaçlardan sonra sadece aidiyet hissedeceği bir ideoloji ve karşılıklı duygusal çıkara dayalı ilişki kuracağı birkaç dost, sevgili ve aile falan.

    başlığı görünce bir heyecanlanmadım değil, insan evladını görmüş gibi oluyor. (*:swh)
  9. evrenin cinayetine. çünkü insanın kapasitesi dahilinde değildir, mutluluk.