jean paul sartre

Kimdir?

jean-paul sartre (tam adı: jean-paul charles aymard sartre) (21 haziran 1905, paris - 15 nisan 1980, paris), ünlü fransız yazar ve düşünür. felsefi içerikli romanlarının yanı sıra, her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. o, her şeyden önce bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur. babasını ufak yaşta yitiren sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. olgunluk sınavını louis le grand lisesi'nde verdi. daha sonraki eğitimini ecole normale supérieure'de, isviçre'deki fribourg üniversitesi'nde ve berlin'deki fransız enstitüsü'nde sürdürdü. çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de simone de beauvoir'la tanıştı. ii. dünya savaşı sırasında almanlar tarafından hapse atılmasının sonrasında direniş hareketine katıldı. sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. aynı sekilde, varlık ve hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı.( 1943 ) 1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve " les temps modernes " adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen sovyetler birliği'ni desteklemiş, fransa'nın cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir. sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen nobel ödülünü geri çevirmiştir. bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. " 121'lerin bildirgesi " olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. ayrıca, 1966-67 yılları arasında vietnam savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan russell mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968 olayları sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. sovyetler'in prag'a müdahalesinin ve fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te liberation'u kurmuştur. 1974 yılında sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de batı'nın doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. bu tutumuyla, aydınların yeri ve rolü konusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu. öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 nisan 1980'de paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; özgürlügün yolları, bulantı, gizli oturum, kirli eller, sözcükler, duvar olarak belirtilebilir.


  1. der ki;
    "aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur."

    "ne kadar az bilirseniz o kadar şiddetle savunursunuz" ps: jung'un da şöyle bi sözü var; "bağnazlık şüphenin aşırı telafisidir"

    ve son olarak

    "hayat üç bölümdür: dünyayı değiştireceğini sandığın, dünyanın değişmeyeceğine inandığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun."
    abi
  2. eşi feminizm kurucusudur
  3. çirkin bir abimizdir. ama yüzünden nur akar. kadınlarla arası süperdir. nobel'i reddetmiş bir artist.
  4. bir hocamızın^:prof. mehmet okyayuz^^:kendisi almanyalıdır.^ tuhaf bir anısını anlattığı sayko yazar.

    paris'te bizim hoca gençken sartre imza gününe gelecekmiş ki bulantı kitabı bir kaç senedir avrupa'da ki gençliğin iç bunalımının kelimeleri konumundaymış. herkes sartre'yi odasına kapanmış, yalnızlığın verdiği bunalımla beraber yaşayan bunu dile getirmeye çalışan bir insan olduğuna kaptırmış, tabi bizim hocada. sartre geldiğinde yanında 20'li yaşlarında 4 fransız kız varmış, hoca şöyle demişti; "gençler pop yıldızı olsanız o kadar sulanırsınız". kafeye geldikten sonra bir kaç kadının kitaplarını imzalayıp gelen üniversiteli gençlere, bir söyleşi için gitmem gereke diyerek ayrılmış. hocanın kız arkadaşıda sartre ile beraber çıkmış.

    diyeceğim odur ki müthiş bir iç dünya yaratmış olsada, dış dünyaya küsmemiş, tam tersine sömürmüştür.
  5. fransanın cezayire askeri müdahalesi esnasında sartre ülkesine ağıza alınmayacak hakaretler eder. hatta bir operasyonun ertesi günü, çıkardığı mecmuaya şu başlığı atar: 'katil fransa!'

    bunun üzerine polisler onu tutuklamaya çalışmışlar, bu durum ise charles de gaulle'nin kulağına gidince derhal kendisinin serbest bırakılmasını istemiş ve gerekçe olarak şu ifadeyi kullanmıştır: 'sartre, fransa'dır!'
  6. lise de felsefe dersinde bolca adını duyduğum eleman.
    gunez
  7. "herhangi bir tanrı'ya inanmıyorum lakin birine inanmış olsaydım bu kesinlikle ali şeriatinin tanrısı olurdu."

    yanılmıyorsam bu söz kendisine ait.
  8. sırf kendisiyle yüz yüze görüşebilmek için tahran'a, türk şair şehriyar'ın ayağına kadar gitmiş bir frenk alimi. şeyriyar'dan 'aziz dostum' diye söz eder.
  9. simone de beauvoir'la birlikte, yaşlılık yıllarına tesadüf eden karşılıklı söyleşide, ilginç bir anekdot anlatır sartre. ikinci dünya savaşının tam göbek yıllarında gestapo tarafından almanya"da tutuklanır. polisin bir şeye ihtiyacınız var mı, müsyö, sorusuna sartre heidegger yapıtları diye karşılık verir. polis sartre-ın naif ironisini geri çevirmeyerek ona heidegger yapıtlarının tümünü sunar.
    beauvoir"a şaşkınlıkla, o hareketi hala anlamıyorum der.
    beauvoir, belki de sebep martinin naziyle dostluğuydu karşılığını verdiğinde, sartre, belki de, der. belki de öyledir. ancak varlık ve hiçliği bana kazandırdı.
  10. Jean-Paul Sartre ya da tam adiyla Jean-Paul Charles Aymard Sartre. 21 Haziran 1905 yılında Paris’te doğdu, 15 Nisan 1980’de Paris’te öldü. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra, ve daha cok, her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiştir. Bunların yanında Varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasal alandaki aktifligiyle 20. yüzyıl’a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, her şeyden önce bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.

    Yaşamı

    Babasını küçük yaşta kaybeden Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Egitimini İsviçre’deki Fribourg Üniversitesi‘nde ve Berlin’deki Fransız Enstitüsü‘nde tamamladiktan sonra ceşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928’de Simone de Beauvoir’la tanıştı. II.Dünya savaşı sırasında Almanlar tarafından hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı oyununu bu koşullarda yazdı. Varlık ve Hiçlik adlı, felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı.

    1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve ” Les Temps Modernes ” adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tamamı edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkamaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği’ni desteklemiş, Fransa’nın Cezayir’e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.

    Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Ödülünü geri çevirmiştir. ” 121’lerin Bildirgesi ” olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı’nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russel Mahkemesi‘nin de başkanlığını yapmıştır. Politik aktiviteleri giderek yoğunlaşmış ve giderek kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968 olayları Sartre’ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler’in Prag’a müdahalesinin ve Fransa’daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973’te Liberation‘u kurmuştur.

    1974 yılında Sartre’ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik aktiviteleri yavaşladı, ama her zaman yine de Batı’nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolü konusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.

    Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980’de Paris’te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvar olarak belirtilebilir.

    Sartre’ın Varoluşçuluğu

    Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü ve daha cok da popülaritesini Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar sözkonusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olark ayrı bir yer edinmiştir.

    Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal‘a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu belli bir sekilde anlasilan varolusculuk anlaminda bir felsefe egilimiidr elbette, yoksa varolusculugun argümanlarinin bir kismini, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa cok daha öncelerde, örnegin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb, de bulunmaktadir. Ama bir felsefe egilimi larak Varolusculugu Pascal ile birlikte ele alip degerlendirmek yaygin bir tutumdur felsefe tarihi incelemelerinde.

    Daha sonralari, Soren Kierkegard tam olarak belli bir sekil verir varolusculugun anlasilmasinda. Buna göre dünyadaki insanin varolusu bir problematiktir ve felsefenin sorusturulmasi bunun üzerine yürütülmelidir. ise, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varolusculuk öyleki hem edebiyat alaninda hem de felsefe alaninda etkili olmus ve cesitli sekillerde temsilcilerini bulmustur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varolusculuk dendiginde akla gelen ve modern varolusculugun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.

    Sartre’ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını, ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacagını belirler. Bu, “varoluş özden önce gelir” sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alcak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur.

    Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak sekillendirildiği, ama bununda siyasalı yadsımayan bir etik oldugu görülür. İnsan belirli bir bütünlügün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır yaşamı boyunca. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur bu felsefede, öyleki, insan kendi özgürlüğüne de mahküm edilmiştir, denilir. Kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.

    Öte yandan varoluşçuluk belirtildigi gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre’ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20.yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümaizmin kuramsala ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, özgül bir şekilde anladığı anlamda Hümanizmi vurgular kendi felsefi konumunu ifade etmek için. Varoluşçuluk Hümanizmdir‘ der Sartre.

    Bulantı

    Bulantı, Sartre’ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte’ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı (” kendinde şey “), insana bulantı duygusu verir; cünkü gerceklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, ” kendi-için-şey ” dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak “Varlık ve Hiçlik” kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı’da edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

    Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin‘dir. İlk kez yerde gördügü bir kağıt parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını farkeder; çünkü bu anda varolusun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı’dır bu. Sartre’a göre bu bulantı bizi varlıkların kendiliğinden varoluşlarından ve dolayısıyla anlamsızlıktan ayırır ve bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.

    Varoluşçu Marksizm

    Sartre’a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla degerlendirilebilir ve degerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; Marksizm hümanizmdir, der Sartre.

    Diyalektik Aklın Eleştirisi‘nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, “çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku oldugu” saptamasını yapar. Bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi sözkonusudur Sartre’a göre. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir sekilde önerir ve “insanlik tarihinin tek geçerli yorumu”nun Marksizm ya da Diyalektik Materyalizm olduğunu söyler. “Hic olmazsa zamanımız icin“der Sartre, “marksizm aşılamazdır“.

    Sartre ve Aydın tavrı

    Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre’ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da tutarsızlığa düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavir sergileyebilmiştir.

    Bu bakımdan Sartre için, “çağının tanığı ve vicdanı” diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre’ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergiledigi aktif aydın tavrıdırda. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

    Sartre’ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavrıdır.

    Bu anlamda Sartre’ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sarte’ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski’nin sözünü onaylar niteliktedir; “her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur”. Bu söz Sartre’ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda Aydının tavrının da iyi bir açıklanması gibidir.

    Kitapları:

    1- Varoluşçuluk, J.P.Sartre, Asım Bezirci, Say yayınları.
    2- Diyalektik Aklın Eleştirisi, Sartre.
    3- Edebiyat Nedir?, çeviren:Bertan Onaran, Payel yayınları.
    4- Sözcükler, çeviren:Bertan Onaran, Payel yayınları.
    5- Yazınsal Denemeler, Payel yayınları.
    6- Bulantı, çeviren:Selahattin Hilav, Can yayınları.
    7- İmgelem, çeviren:Alp Tümertekin, İthaki yayınları.
    8- Baudlaire, çeviren:Alp Tümertekin, İthaki yayınları.
    9- Ego’nun Aşkınlığı, çeviren:Serdar Rifat Kırkoğlu, Alkım yayınları.
    10- İş işten Geçti, çeviren:Zübeyir Bensen, Varlık yayınları.
    11- Varlık ve Hiçlik

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/