• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
kabuk adam - aslı erdoğan
dünya okurlarınca "geleceğe kalacak elli yazar" arasında sayılan aslı erdoğan'ın sayılan aslı erdoğan'ın yayımlandığı günden bugüne değerini ve yerini hiç kaybetmemiş ilk romanı: kabuk adam. türk edebiyatında olduğu kadar dünya edebiyatında da yeni bir yazarın doğuşuna tanıklık eden bir kitap. şık olmakla cinayet işlemek arasındaki o çok ince çizginin öyküsü.

"size kabuk adam'ın öyküsünü anlatacağım, tropik bir adayı, cinayet ve işkencenin, şiddetin bataklığında filizlenen bir aşkı, içinde yetiştiği toprak kadar acı dolu bir aşkı anlatacağım. çıldırtıcı gücünü sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını.. tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki "size kabuk adam'ın öyküsünü anlatacağım, tropik bir adayı, cinayet ve işkencenin, şiddetin bataklığında filizlenen bir aşkı, içinde yetiştiği toprak kadar acı dolu bir aşkı anlatacağım. çıldırtıcı gücünü sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını.. tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir."
(tanıtım bülteninden)


  1. karayiplerde geçen egzotik bir aşkı anlatan elimden bırakmadan bitirdiğim beş altı saatlik bir kısa roman oldu.
    bir kadının sırlarını ve meslek, eğitim, hayatında yaşadığı strese,sıradanlığına karşı yüzleşmesi kısa bir an bile olsa küllerinde doğmasını çok güzel aktarmış. kitap bittiğinde bile keşke her şeyi bırakıp geri dönse karayiplere diye içimden geçirdim ama yıkılamayan gerçeklerine toslamasını sonrasında kaybettiği aşkı başka bedenlerde başka mekanlarda araması trajik bir son oldu bence.
    kabuk adam tony'de kendimi gördüm bu ilişkiye tıpatıp benzeyen bir ilişki geçti başımdan tadı damakta kalan,akıldan hiç çıkmayan,içimde ki uyuyan duyguları uyandıran,eğitim seviyesi olarak,ekonomik seviyeler olarak birbirine zıt,yarım bir aşk. ayrıca aslı erdoğan'ın değişik betimlemeleri, aforizmaları güzel olmuş,
    !---- spoiler ----!
    -emekleme çağımdan beri,sadece zeki ve başarılı olduğum sürece sevgi yada "sevgi" diye adlandırılan bir şeyi göreceğimi öğretmişlerdi bana, ama hiç kimse, sevmeyi nasıl başaracağımı öğretmemişti.
    - tropikal yağmur; kararsız, ama tutkulu bir aşık gibi kur yapan bir yağmur.
    - hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı ilk fırsatta katlederiz.
    - herkesin bütün canlıların, ister hayvan olsun, ister insan, şefkate gereksinimi vardır.
    !---- spoiler ----!
    #aslierdoganaozgurluk
  2. "Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.

    "Yaşadığımız anları dondurup cümlelere dökme çabası, çiçekleri kurutup kitap yaprakları arasında ölümsüzleştirmeye benzer. Hepimizin çoktan öğrendiği gibi, bir öykü, gerçekten yaşanmış da olsa, gerçekliği yansıtmaktan çok uzaktır, onun birkaç resminden, simgesinden oluşmuştur."

    Bu cümlelerle başlıyor kabuk adam. Bir yolculuk, uyanış ve arınma, bir hatırlama ve dönüşüm hikâyesi okuyoruz. Anlatıcının yaşadığı içsel dönüşümün hikâyesi anlatılıyor romanda. Kendi hayatının derinliklerini bulabilmek için kabuk adam'ın kendindeki imgesini yeniden kurmak zorunda olan ve bu romanı biraz da bu dönüşümü görebilmek amacıyla kurgulayan bir anlatıcıyla karşı karşıya kalıyor okuyucu. Bu bağlamda, romanın ana kahramanının kabuk adam Tony mi yoksa kabuk kadın anlatıcı mı olduğunu söylemek güçleşiyor. Anlatıcı, kabuk adam'dan çok, kendi kabuğunu kırmaya çalışan kendisini anlatıyor çünkü. Anlatıcı ve Kabuk Adam arasındaki bağın güçlenmesinin asıl nedeni ise ikisinin ruhunun en karanlık derinliklerinde kurulan ortak uçurum. Anlatıcının ve Kabuk adam'ın kişisel tarihlerindeki çatışmalar ve sorunlar onları bir arada tutuyor. Kabuk Adam Tony, heidegger'in "varlığın ışıması" dediği şeyi görebilen biri gibi çiziliyor. Anlatıcının içsel dönüşümünün zamanla diline ve sözcüklerine de yansıması, romanı heidegger'in sanat felsefesine göre incelemeyi olanaklı kılıyor. ^:Martin heidegger^

    Kabuk Adam, karşıtlıklar üzerine kurulan ve bu karşıtlıkların yarattığı gerilimden beslenen bir roman. Yerli-yabancı, siyah-beyaz, zengin-yoksul, güzel-çirkin, yaşam-ölüm, sahte-gerçek, korku-cesaret, güven-güvensizlik, suçluluk-masumiyet, akıl-duygu, eğitimlilik-eğitimsizlik, kötülük-erdem gibi pek çok karşıtlığın iki ucunda gidip gelen kişilerin yaşadığı gerilim okurda da gerginlik yaratıyor.

    Romanda ayrıca sömürge eleştirisi, oldukça başarılı doğa betimlemeleri ve doğa ile ilişki, Hindistan cevizi ya da deniz kabuğu gibi simgelerin kullanımı dikkat çekiyor. Kitapların altını çizerek okumayı sevenler için aforizma niteliğinde sözler de var. Uzakları anlatmayı seven, kırmızı Pelerinli kent'te de Rio de Janeiro'nun favelalarını anlatan Aslı Erdoğan, sizi oturduğunuz koltuktan alıp bambaşka dünyalara götürmeyi başarıyor. Bir de gereksiz kullandığı virgülleri atsa çok daha başarılı olacak. Romanda en az iki yüz tane virgülün gereksiz kullanılması akıcılığı bozuyor maalesef.

    Aslı Erdoğan ile ilgili şöyle bir dosyayı da ekleyeyim:

    http://sabitfikir.com/dosyalar/adan-zye-asli-erdogan
  3. 'cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenmiştir' derler ama ben buna inanmıyorum. her iyi niyet taşını ters çevirin, altında bir alçaklık saklıdır. cehenneme giden yolun taşları, bence korkuyla döşenmiştir.

    hepimiz okyanusun sonsuzluğunda kaybolmuş yapayalnız adacıklardık; sınırlarımızı aşıp bir başkasına dokunabilmemiz, bir yanılsamaydı.

    'yaşama kabızlığı' diye adlandırdığım o illete tutulmamış olanlar, yazar olmayı akıllarından bile geçirmezler bence.

    yalnızca kötülüğün en dibine inenler, erdemin doruklarına varabilirler.

    güneş, okyanusa düşerek sönen kocaman, kızıl bir ateş topu gibi batıyordu. gün boyunca buraların tek hükümdarı oydu, oysa şimdi çabucak ve sessizce bırakıveriyordu tahtını. geriye kalan, bir cinayetten arta kalan kan gibi, gökyüzünü boydan boya kaplayan kırmızılıktı. bir de gece boyunca sürecek olan sıcaklık.

    arzu kolaylıkla bastırılabilir ama asla unutulmaz, artık biliyorum bunu. bedenin bellek üzerindeki mutlak egemenliği.

    yardım istediğimiz insanlar nedense size bedava bir ahlak dersi vermeye de yükümlü sayarlar kendilerini.

    yalnızlık içsel bir şeydir, taşkınlık da onun dışavurumlarından biridir.

    ... ve yanlış toprağa ekilmiş bir bitki gibi hızla kuruyordum.
  4. "bu araştırma merkezi, beni çökerten son darbe olmuştu, içten içe çürümüş bir ağacı deviren fırtına gibi. böyle bir yere kabul edilmenin boş gururu kısa zamanda aşınmış, kaskatı gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalmıştım. burası, fizikçi jargonunda
    denildiği gibi, bir gettoydu ya da bir manastır.bizden istenen üç şey vardı: çalışmak, çalışmak, çalışmak. hastalanmadan, üzülmeden, bunalıma girmeden, aşık olmadan, hiç teklemeyen bir jet motoru gibi çalışmak. haftanın yedi günü, günde on dört, deneyler başladığında on altı saat çalışmak; bir sonraki toplantıya, yetiştirilmesi ve kesinlikle hatasız olması gereken raporlar, yerin yüz metre altında, küçük, kapalı odalarda tutulan vardiya nöbetleri, bilgisayarın başında çabucak biten geceler. aldığım eğitim sonucu çalışmaya, kendimi işime adamaya alışıktım, ama burada, en tembellerden ve kaytarıcılardan biri olup çıkmıştım. ne kadar istesem de -istemiyordum da- o çin'den, japonya'dan, hindistan'dan gelmiş, sürekli, hiç yorulmadan çalışan, bilgisayar ekranından yalnızca üç-beş saatlik bir uyku için ayrılan, hırslı, "süper-zeka" doktora öğrencileri gibi olamazdım. çünkü yaşamaya katlanabilmenin
    bazı koşulları vardı: okumak, öykü yazmak, arada bir dans etmek, sokaklarda başıboş dolaşmak gibi."