1. her tarafta görüyoruz onları. pek çoğumuz iğrenerek bakıyor belkide değil mi? öyledir, öyledir.. insanoğlu sever kendinden olmayana kötü bakmayı."kötüyüz".. sapına kadar kötü.. her yanımızdan sapır sapır akıyor ve üstüne basa basa kurduğumuz cümleler altında eziliyoruz her daim fütursuzca....

    bir hikaye okudum az önce de etkilenmemek mümkün mü? okumayanlarınız için aşağıya alıntılıyorum.. olur da ulaşırsanız kendisine, bir yolunu bulursanız lütfen paylaşın bizimle. kitap severler de benim gibi düşünecektir biliyorum. haa ve tabi ki insanı sevenler....


    ****
    Aylak Karga’dan Ergür Altan, birkaç gün önce kağıt toplayıcısı Muhammet’in kendi ağzından anlattığı hikayesine yer verdi. Muhammet, küçük yaşında ailesi tarafından terk edilen ve sokaklarda bir başına hayatta kalmaya çalışarak bugünlere gelebilmiş bir genç adam… Sözleri öylesine derinden, öylesine anlamlı ki. Bir yandan yaşadığı zorlukları iliklerimize kadar hissettirirken; bir yandan da onun bu zorlukları yaşamasına; kalbinin böyle kırılmasına sebep olanlardan birinin ben; ya da bu yazıyı okuyan sen olduğunu düşündürüyor.

    Muhammet’in hikayesi, sizi üzmesin. Çünkü buna hiç gerek yok; o birçoğumuzun başaramadığını zaten çoktan başarmış durumda. Sadece ders olsun. Herkese, hepimize; sana, bana. Kimseye etiket yapıştırmamayı, görüntüye aldanmamayı, sokakta yürürken bir sadece bir kediye, bir ağaca değil; bir insana bakarken de “sevgiyle” bakabilmeyi öğretsin.

    Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Atık kağıtlar topluyorum ve Kızılay`dan Ulus`a kadar üç kez yürüyerek gidip geliyorum her gün.
    Beş arkadaşımla kalıyorum iki göz odalı bir evde. Onlar atık kağıt toplamıyor; Mevlüt inşaatta çalışıyor mesela, Hüseyin halde hamallık yaparken, Sidar ve Yunus ayakkabı boyacısı. Aramıza bir arkadaş daha katıldı. Adı Abbas. Çalışmıyor o, diyaliz hastası. Abbas`a biz bakacağız.

    On üç yaşından beri kağıt topluyorum Ankara`da. Niğdeliyim. İlkokula başladığım yıl geldik Ankara`ya. Ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak geçtim sınıfları.
    Liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. O gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.

    Çalışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. Kumar borcu vardı; çekti gitti bir sabah erkenden. Ben geçindirdim evi. Annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi.
    Yanaklarımı okşardı bazen. Babam gideli dört ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. Kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. Eşi vefat etmiş. İki kızı varmış adamın. Anneme demiş, “sen kabulümsün, çocukların da kabulüm ama Muhammet olmaz!” Şaşırmış annem, “niye olmazmış Muhammet, o da benim çocuğum” demiş. “İki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dört yaşında. Caiz değildir Muhammet`le kızlarımın aynı hane içinde olması” demiş adam. Üç kız kardeşim vardı ve çok düşkündük birbirimize. Annem için kolay olmadı karar vermek. Oturttu beni karşısına bir gece. “Bak Muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir süre dayınlarda kal oğlum.” Sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…

    İmam nikahı kıyıldı, dayımlara geçtiğimin ertesi günü. Haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine götürmüş adam, Kastamonu`ya. Dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. Arada bir gelip kalabilirsin Muhammet!”

    On üç yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. Komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye.

    On üç yaşındaydım, Ankara`daydım, bir başınaydım…
    Altı yıldır görmedim annemi ve kardeşlerimi. Bir çok kez niyetlendim Kastamonu`ya gitmeye. Dedim, “kovar beni o adam; göstermez bana ailemi.” Anneme küsüm; istese bana ulaşabilirdi diye düşünüyorum. Çok özlüyorum kardeşlerimi; Hülya`yı, Havva`yı ve Hanife`yi… Domino oynardık dördümüz. Ben bir kere bile kazanmadım; “çocuk onlar, sevinsinler” derdim. Ben de çocuktum oysa…

    Yürürken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap düşene kadar çalışırken hep yüzlerini seyrediyorum insanların.
    Mesela, sevgililer geçiyor yanımdan ve erkekler beni görünce daha bir ötemden geçirtiyorlar kadınları. Erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, İbo dinleyenler, Metallica dinleyenler, Kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, türbanlılar, mini etekliler, herkes öyle sevgisiz bakıyor ki bana; öyle incitici, öyle hoyrat olabiliyor ki herkes…

    İbo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama Metallica`yı ve Kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki.
    Olgunlar Sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. Milena`ya Mektuplar`ı okudum Kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. Birçok kitap okuyacağım ben; Nietzsche`nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de Oruç Aruoba`nın şiirlerini. Keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…

    Kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.
    İkinci el kasetlerim var; Metallica kasetim de var, Fikret Kızılok kasetim de. Annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi, ”sıkıldıkça müzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. Şimdilerde teybi son ses açıyorum Metallica`yı dinlerken!

    Adım Muhammet. On dokuz yaşındayım. Beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. Bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi.
    Bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni. Yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza. Sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…

    Kendimle ilgili bir çok projem var. Mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. Ali Haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım Özgür olacak benim.
    Kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. Atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.

    Doğada bir başıma yaşama projem de var. Yoruldum incitilmekten, ötekileştirilmekten, lanetlenmekten. Tabiat Ana`ya sığınmak istiyorum…
    … ve bunun için otlarla ilgili kitaplar alıyorum. Otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. Doğada bir başıma yaşayacaksam otların bütün kerametlerini bilmem gerekiyor.

    Böbrek yetmezliği var Abbas`ın; benim kardeşim oldu Abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. Ona biz bakıyoruz ve Abbas iyileşmeden Tabiat Ana`nın yanına gitmeyeceğim.

    Kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. Kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, Tabiat Ana`nın beni şefkatle anmasıdır…
    Böyle buyurdu Muhammet!

    Yolun açık olsun Muhammet! Bütün dileklerin gerçek olsun.

    siteden okumak için..