1. -ölüm korkusu
    -üreme güdüsü
    -suçluluk duygusu
    -iktidar arzusu
    abi
  2. sürekli yarını düşünmekten bugün ne hissettiğimin farkında değilim. bugün ki duygum sadece özlem. ama bunun üstünü kapatmak zorundayım tabiki. çünkü sonrasında ne olacak diye düşünmekle meşgulüm. derdim ne gerçekten,derdimiz ne ?
    mavi
  3. çok dipdibeyiz kendimizle, bu kadar kişisel alanımızı işgal eden bir ben'e ister istemez tahammül edemiyoruz. her hatası gözümüze olağandan fazla batıyor, her isteği fazla geliyor. bazen hayal kurmasına dahi katlanamıyoruz gerçekleşmiyor diye.
    kendimizden çok aldığımız kendimize çok verdiğimiz var da ondan kendimizle alıp veremiyoruz.
  4. bu tip soruları insana iç sesi sorduruyor. genelde bir başınalık insana bunları düşündürür. insan iç sesini dinlemeli. ama kendi sesini duyabileceğinden fazla değil.
  5. bence sorunun cevabı çok fazla sosyo-psikolojik etken barındırıyor.

    ayrıca fransız sosyal teorisyen jean baudrillard'ın kaleme aldığı simülakrlar ve simülasyon kuramından biraz uyarladığımızda kendimizle alıp veremediğimiz sorunların gerçekten kendimizden mi kaynaklandığını yoksa tüketim toplumunun devamlılığını sağlayacak şekilde kendimizde sorunlar olduğu hissi oluşturulup insanların kendi içlerinde yaşayacakları kaos sayesinde reklamlar ve propagandalardan daha kolay etkilenmeleri sağlanıyor olabilir. böylelikle özgür irademiz sayesinde verdiğimizi sandığımız kararlarla kendi gerçekliğimizi yaşadığımızı sanıp aslında kocaman bir simülakrı yaşıyor olabiliriz.

    gerçekten kendi gerçekliğimizi, kendi sorunlarımızı mı yaşıyoruz yoksa kendi gerçekliğimiz ve sorunlarımız olarak algılamamızın istendiği bir gerçekliği ve sorunlarını mı yaşıyoruz?

    kendimizle alıp veremediğimiz sorunları; sistemin yeterince sindirilemediği için benliğimizle tamamıyla etkileşime girememesi sonucu, ortaya çıkardığı yan etkiler olarak görüyorum. ama dediğim gibi bu belki de bir çeşit simülakr da olabilir.

    (bkz: simülakrlar ve simülasyon - jean baudrillard)
    hubot
  6. bir diğer versiyonu '' kendimizden alıp , vermediğimiz ne ? '' olan soru cümlesi.
    dlg
  7. kendimize söz gecirememektir.yaşamak zorunda olduklarimiz ve yaşamak istedigimiz hayatın bizi köşede sikistirmasiyla başlar. bizler istemediğimiz şekilde yaşayıp istemediğimiz kararları verirken, benliğimiz içimizi kemirmeye, ütopyamizda harıl harıl çalışmaya başlar. bizlerde ikisinin arasında ezilir gideriz işte. yine tarafı olmadığımız bu kavgada taraf olmaya zorlanıriz. bu kısır döngünün çıkışı yok.
  8. 21. yüzyılda yaşadığımız şu hayatın, sadece "hayatta kal, üre, soyun devamını sağla, öl" olmaması, bunu aşmış olmamızla ilgili olabilir. artık bu tarz ilkel sorunlar yaşamıyoruz. tabii ki bir işte çalışıyoruz, para kazanıyoruz, o parayla yiyecek-giyecek alıyoruz, barınacak bir yuva kuruyoruz ancak psikolojik açıdan böyle düşünmüyoruz.

    tam anlamıyla doğada yalnız kalan, çaresiz insan yok. büyürken arkadaşlarımızla oynuyoruz, okula gidiyoruz, liseye, üniversiteye gidiyoruz. yiyoruz, içiyoruz, geziyoruz, tozuyoruz falan. hiç hayatta kalma derdimiz yok. üreme derdimiz yok. bu üreme, hayatta kalma gerekliliğini, travmasını artık hafifletilmiş bir şekilde zengin-fakir ayrımında görüyoruz. onda bile fakir aile de zengin aile de bir şekilde yaşıyor. farklar "hayatta kalma-ölme" kısmında değil, sofraya giren besinlerde, alınan giysilerin markasında ortaya çıkıyor ancak.

    bu tarz bir gelişim bence bir nevi travma yarattı bizde. yani ölüm kalım meselesini aştık, o travmayı geride atlattık ama kendimizi yeni bir travmada bulduk. ne yapıyoruz şu an? bireysel açıdan ve toplumsal açıdan, hatta evrensel açıdan düşünelim. ne yaptık? ne yapacağız? bilimde gelişiyoruz. ne kadar gerekli? geçmişte mektupla iletişim kuranlardan daha mı mutluyuz? tabii böyle bir sorgulama yöntemi dalga geçilerek yanıtlanabilir. sonuçta ben şu anda klavyeyle yazıyorum, bilgisayar kullanıyorum, internet var. anında yazdığım internete düşüyor. insanlar anında görüyorlar. ancak bu kadar gelişme iyi mi kötü mü? pratik olup olmamasını veya daha çok insana, daha zahmetsiz insana ulaşıp ulaşmamasından bahsetmiyorum. iyi mi? kötü mü?

    neyi arıyoruz mesela? mutluluğu mu? hem bireysel, hem toplumsal bazda düşünelim. devletsiz yaşayan kabilelerde bir asayiş vardı. mutluydular. yiyecek içecek bakımından düşündüğümüzde hayatta kalıyorlardı. soğukta donup ölmüyorlar. üreyip nüfuslarını arttırabiliyorlar. ancak neleri eksik? matematik? geometri? fizik, kimya, biyoloji, uzay konusunda araştırmalar? internetleri yoktu. bilgisayarları da. akıllı telefonlar da yok. onlar neyi arıyorlardı? daha doğrusu neden yaşıyorlardı? bilimde yol kat etmiyorlarsa hayatta kalmalarının anlamı neydi? benim böyle yazmamın sebebi onların bu ilkelliğini yargılamak veya teknolojiyi kötüleyip, onları övmek falan değil. objektif olarak düşünmeye çağırıyorum.

    daha yazılacak çok şey var da, bilmiyorum. acelem var neyse.
  9. şöyle bir durum var: hayata geldiğimizde bazı temel bilgiler öğreniriz.

    bu bilgilerin kaynağı ikiye ayrılır: toplumdan öğrendiğimiz bilgiler ve doğa tarafından öğrendiğimiz bilgiler.

    toplum tarafının sorunu onun yanlışlığında yatar. doğa tarafının sorunu onun eksikliğinde, yetersizliğinde yatar.

    bu bilgiler altında kişinin öznelliği yok olur.

    demem odur ki, insan kendi bilgisini kendisi oluşturmalı. kendi öğrendiği bilgileri ilişkilendirmeli ve en sonunda bir fikre varmalı.

    kendimizle alıp veremediğimiz nedir?

    ideal benliğimiz ile gerçek benliğimiz arasındaki çatışmadır.

    ideal benlik, kafamızın içinde kurduğumuz dünyadır. gerçek benlik dünyada bulunan, pratiği olan benliğimizdir.

    bu iki benlik olabildiğince birbiriyle örtüşmelidir.

    (bkz: ideal benlik)
    (bkz: gerçek benlik)
  10. insanın kendi kendisine kızması kadar yıpratıcı bir şey yoktur, diyordu yazar atsız mıydı? net hatırlamıyorum. kendimizle ne alıp veremediğimiz var? başkaları ile yaka paça olmayı göze alamadığımız için kendimizi hırpalıyoruz. olan budur. ;(