• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.00)
kırılgan hayat - judith butler
1990'lardan bu yana feminist kuramın önde gelen isimlerinden biri olan butler, abd'ye yapılan 11 eylül saldırısının ardından gelen yas ve şiddetin kamusal alandaki kısıtlayıcı etkilerini değerlendiriyor. abd hükümetinin hukuk dışı uygulamalarını michel foucault ve giorgio agamben'in "egemenlik", "iktidar" ve "yönetimsellik" kavramları ışığında tartışan yazar, uluslararası yasaları ve yurttaşlık haklarını çiğneyen bir iktidarın getireceklerine dair uyarılarda bulunuyor. kimi yaşamların yaşam sayılmadığı, kimi insanların insan sayılmadığı, hatta kimi ölümlerin yası tutulamaz sayıldığı bir dünyada abd'nin "teröre karşı kalıcı savaşı"na karşı çıkıyor ve emmanuel levinas'ın insancıl "öteki" anlayışını hatırlatarak, eleştiri düşmanlığı ve misilleme yerine dayanışma ve küresel adalet çağrısı yapıyor. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. kitabın şu ana kadar iki bölümünü okudum, toplamda 5 bölümü var. ağır ve düşündürmeye iten teorik bir kitap. bu yüzden algınızın en açık olduğu zamanlarda okumanız daha sağlıklı, yoksa bir şey anlaşılamıyor. aşağıda kitap içinden aldığım bayağı uzun notlar var. içerik veya dil için bir öngörünüz olabilir.

    !---- spoiler ----!

    "açıklama ve temize çıkarma"

    eleştirel görüşleri dile getirenleri vatan hainliğiyle, terörist sempatizanlığıyla, antisemitizmle, ahlaki görecilikle, postmodernizmle, çocuksu davranışla, işbirlikçilikle, anakronistik solculukla suçlamak yalnızca savunulan görüşlerin güvenirliğini değil, o görüşleri savunan kişilerin güvenilirliğini de yok etmeye çalışmaktır. böyle bir tavır, belli bir görüşü dile getirmenin, berbat bir yaftanın yapıştırılması sonucu rezil edilmeyi göze almak olduğu bir korku iklimi üretir.
    önsöz s. 16.

    kendimizi yalnızca birinci şahıs olarak değil, diyelim üçüncü şahıs olarak da anlatabilme, ya da ikinci şahısta aktarılan bir değerlendirmeyi dinleyebilme yeteneğimiz küresel iktidarın aldığı biçimler konusundaki kavrayışımızı genişletmeye yarayabilir. oysa biz birinci dünyacılığın önemli sonuçlar doğuracak şekilde merkezden çekilmesine açık olmaktansa, sanki olanları açıklamak bizi mağdur edene sempati duyarak onunla özdeşleşmemize neden olacakmış gibi, sanki olanları anlamak onları haklı çıkaran bir çerçeve inşa etmeyi gerektirecekmiş gibi tüm açıklama çabalarını reddediyoruz. bir bakış açısını anlamaktan korkmamızın altında daha derin bir korku yatıyor; o bakış açısına kapılacağımız, onun bulaşıcı olduğunu fark edeceğimiz, düşman saydığımızın düşüncesinden ahlaki açıdan zararlı bir hastalık kapacağımız korkusu. peki ama neden böyle zannediyoruz? bush'a bakılırsa, terör kaynaklarının kökünü kazımak için savaşa girdiğimizi iddia ediyoruz, ama abd'ye saldırılardan sorumlu olan bireyleri bulmanın işin köküne inmek olduğunu mu düşünüyoruz? büyük bir müslüman nüfusu barındıran bir egemen ülkeyi istila etmenin, pakistan'da etkin bir şekilde ve şiddete başvurarak ifade özgürlüğünü bastıran askeri rejimi desteklemenin, yaşamları, köyleri, evleri ve hastaneleri yok etmenin çok daha sert ve yaygın olarak amerikan karşıtı hissiyatı ve siyasi örgütlemeyi besleyeceğini tasavvur edemiyor musunuz? stratejik açıdan bakınca, bu şiddeti ıslah etmek bizim çıkarımıza değil mi? etik açıdan bakınca, şiddetin yayılmasını durdurmak, kışkırtılmasındaki rolümüzü dikkate almak, kültürel ve dini çeşitliliğe sahip başka bir ülkeyi bir küresel siyasi kültür anlayışını geliştirip beslemek zorunda değil miyiz?
    amerika birleşik devletleri'nin karşı karşıya olduğu sorunun bir parçası da liberallerin sessizce savaşın arkasında durarak abd devlet şiddetini terörist damgası yemekten kurtaran gerekçeyi kısmen sağlamış olmaları.
    s. 25.

    mevcut durumun nasıl meydana geldiği üzerine radikal bir biçimde düşünmenin şiddet eylemlerinde bulunanları aklamak olduğuna inanırsak, şüpheli bir ahlak anlayışı adına düşünceyi dondurmuş oluruz. fakat düşünceyi böylece felce uğratırsak, bir başka yönden ahlaka aykırı davranmış oluruz. böylece, şimdiki intikam döngüsünün ötesine geçecek başka bir geleceği hayal etmek ve uygulamaya geçirmek için ihtiyacımız olan eleştirel ve tarihsel kaynaklardan kendimizi mahrum bırakırız.
    s. 27.

    abd emperyalizminin amerika birleşik devletleri'ne düzenlenen saldırılar için zorunlu bir koşul olduğunu, saldırıların onlara sahne olan emperyalizm ufku olmaksızın imkansız olduklarını söyleyebiliriz, söylemeliyiz de.
    savaşın sürmekte olduğu ve aşırıcı ağların örgütlendiği bölgelerin çoğunda, resmi eğitim görmemiş işşiz genç erkeklerin suç işlemek ya da paramiliter bir gruba katılmaktan başka şansı yoktur. -mary kaldor, the nation, 5 kasım 2001, s.16.
    küresel boyutlarda yas tutma yeteneğimize ket vuran yoksa tam da müslümanların ve arapların yaşamlarını yaşam addedemememiz mi?
    s. 28.

    israillilerin ve filistinlilerin ölümleri neden eşit derecede korkunç sayılmıyor? filistinlilerin ölümlerini "kıyım" olarak algılamanın reddedilmesi, sürmekte olan şiddetin meşru bir şekilde kabul görüp çözüme kavuşturulmasını isteyen arapları acaba ne denli öfkelendiriyor? prensin ne demek istediğini ve neticede söylediği şeyi, yani amerika birleşik devletleri'nin kendi siyasi yatırımları ve pratiklerinin öfke ve şiddetle dolup taşan bir dünyanın yaratılmasına nasıl bir katkıda bulunmuş olabileceği üzerine kafa yorması gerektiğini anlamak için insanın maruz kalınan baskıları tek tek sayıp karşılaştırmak gibi iç karartıcı bir işe soyunması gerekmiyor. bu görüş 11 eylül'de gerçekleşen şiddet eylemlerinin abd'nin "suçu" olduğunu ima etmediği gibi, bunları yapanları temize de çıkarmıyor.
    s. 30.

    peki, abd emperyalizmini bin ladin'in ya da onun görünürdeki ağının eylemlerinden tümüyle sorumlu tutmaksızın bin ladin'i, roy'un deyişiyle abd emperyalizminin kaburga kemiğinden "doğmuş" olarak (olası çeşitli tarihsel kaynaklardan doğmuş olabileceğini, bunlar arasında abd emperyalizminin önemli bir yer teşkil ettiğini teslim ederek) anlamanın bir yolu var mı? bu soruyu cevaplamak için bireysel sorumlulukla kolektif sorumluluk arasında geçici bir ayrım yapmamız gerekiyor. ama bu durumda bireysel sorumluluğu kolektif koşullarının ışığında konumlandırmalıyız. şiddet eylemlerinde bulunanlar elbette bu eylemlerden sorumludurlar; gayri şahsi bir toplumsal kuvvetin oyununa gelmiş kişiler öyle ya da böyle bir kuvvetin mekanizmaları değil, sorumluluk taşıyan faillerdir. bununla beraber bu bireyler şekillendirilmiştir, dolayısıyla eylemlerini tümüyle kendilerinden kaynaklanan iradi eylemlere ya da bireysel patoloji veya "şer" semptomlarına indirgemek hata olur.

    ötekilerin şiddetine maruz kaldığımızda, bir şekilde, paradoksal olarak, sorumluluğumuz artar. başkalarının şiddet eylemlerine maruz kaldığımız anlarda kendi yolumuzu çizme yetimize tümüyle sekte vurulmuş gibidir. ancak o şiddeti yaşadığımız zaman şiddet yoluyla yaralanmaya nasıl tepki vereceğimizi etik açıdan sormak zorunda kalırız. tarihi şiddet vardiyasında nasıl bir rol oynayacağız, tepkimiz bizi kime dönüştürecek ve verdiğimiz tepkiyle şiddeti sürdürecek miyiz yoksa engelleyecek miyiz?
    s. 32.

    amerika birleşik devletleri çocukça bir inatla askeri bir çözümün peşine düşerek kendi şiddetini dayatıyor ve sergiliyor. böylece genç müslümanların yeni dalgalar halinde terörist örgütlere katılması için elverişli koşullar yaratılıyor. bu hem stratejik hem de ahlaki açıdan düşüncesizliktir. abd, bölgede yaşayanların çoğunun gözünde nefret edilen düşman imgesine sahip olduğunu görmezden geldi ve maruz kaldığı şiddete, birinci dünya'nın dışındaki yaşamlara hiçbir saygısı olmayan militarist bir güç olma ününü pekiştirerek tepki verdi.
    s. 33.

    sadece ulus olarak değil, eşitliğe ve şiddetsiz işbirliğine bağlılığa dayanan bir uluslararası cemaatin parçası olarak kolektif sorumluluğumuz, bu koşulların nasıl meydana geldiğini sormamızı ve bizi daha iyi ayakta tutacak temellere dayanan toplumsal ve siyasi koşulları yeni baştan yaratma cesaretini göstermemizi gerektiriyor. bunun bir anlamı da bizi üstünlüğümüzün merkezinden çekip alan, gerek solcu gerek sağcı biçimlerdeki anlatılara açık olmaktır. bu olaylara yol açan bazı öncüller olduğuna, bu öncülleri bilmemizin ve onlardan ders almamızın son derece önemli olduğuna kulak vermemiz, bu öncüllerin şu anı etkilemesini engellemeye çalışmamıza ve yakın geçmişteki şiddet olaylarını "haklı" çıkartmadıkları konusunda ısrar etmemize engel olmak zorunda mı? olayların bu tarih olmaksızın anlaşılamaması, tarihsel kavrayışın olaylar için bir ahlaki gerekçe temin ettiği anlamına gelmez. ancak böyle bir kavrayışla şiddetin "köküne" inebileceğimiz noktaya varırız ve inkar ederek şiddeti sürdüren bir gelecek vizyonundan farklı bir gelecek vizyonu sunmaya, bizi küresel seçeneklere dair radikal ve yerinde düşünüp eylemekten alıkoyan şeylerin adını koymaya başlayabiliriz.
    s. 33-34.

    !---- spoiler ----!