• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.03)
Yazar orhan pamuk
kırmızı saçlı kadın - orhan pamuk
ilk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?

orhan pamuk, yapı kredi yayınları'ndan çıkan yeni romanı kırmızı saçlı kadın'da bizi otuz yıl önce istanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.

(kitap bilgisi idefix'ten alınmıştır.)


  1. orhan pamuk'un bugün ön satışa çıkan romanı.
    (şubat ayı okuma listesinde olsa ne güzel olur diye düşünmeden edemedim.)
  2. orhan pamuk romanlarını eleştirmek pek kolay değil, fakat bilhassa son romanlarını değerlendirirken sık düşülen bir yanılgı var. diğer romanlarıyla mukayese edildiğinde daha basit şeyler yazdığı için eleştiriliyor. fakat en nihayetinde orhan pamuk'un kaleminden çıkmış bir roman oluyor, onu diğer romanlarla kıyasladığımızda aslında kötü bulunan romanların o kadar da kötü olmadığını anlıyoruz.

    ben genelde puslu kıtalar atlası'nı bunun için kullanıyorum. çok sevilen bu romanı, orhan pamuk'un kırmızı saçlı kadın'dan önceki romanı kafamda bir tuhaflık ile kıyasladığımda, kafamda bir tuhaflık'ın çok daha nitelikli olduğunu söyleyebiliyorum örneğin. bu durum da kafalarda bir karışıklığa yol açıyor. kara kitap'ı, yeni hayat'ı, benim adım kırmızı'yı yazmış birinin ilerleyen yıllarda daha karmaşık şeyler yazmasını beklemek olağan. yine de masumiyet müzesi'ne, kafamda bir tuhaflık'a ve kırmızı saçlı kadın'a kötü roman demek pek mantıklı gelmiyor bana. eleştirilecek yönleri muhakkak var. hattâ bana göre en çok eleştirilebilecek orhan pamuk romanı kırmızı saçlı kadın.

    !---- spoiler ----!

    tahsin yücel kara kitap için "romana bir bu kadar daha bölüm eklese hiçbir şey değişmez, çıkarsa da değişmez" minvalinde bir eleştiri getirmişti. bu kara kitap dışında da geçerli bence. ve bunu kötü bir şey olarak görmüyorum. kafamda bir tuhaflık'ın 700-800 sayfa civarında olduğunu, sonradan orhan pamuk'un 480 sayfaya indirdiğini okumuştum. 800 sayfa olsa da sırıtmazdı.

    kırmızı saçlı kadın da 480 sayfa olarak çıksaydı bu konu bunu kaldırmaz demezdik büyük ihtimalle. belki 800 sayfa olmasına gerek yok, ama genelde kitaplarda bir doymuşluk hissi oluyordu. sindire sindire gidiyorduk. bu kitapta ilk bölüm ile ikinci bölüm arasında büyük bir uyumsuzluk hissettim.

    ilk bölüm bir orhan pamuk romanından beklenebilecek şekilde ilerlerken, ikinci bölüm gereğinden fazla hızlı gelişiyor. orhan pamuk ince kitap yazacağım derken, kitabın içine gerekli "orhan pamukluk" katmaktan vazgeçmiş, o da bizleri rahatsız ediyor.

    ben ince kitap geliyor denilince yeni hayat beklemiştim. 480 sayfalık bir orhan pamuk kitabının daha konsantre hâlini okumuştuk, bu kitaptaysa ilk kısım orhan pamuk yazarlığıyla dolu, ikinci kısım yazarlığından vazgeçtiği bölüm gibi geldi bana.

    ikinci bölümdeki iç içe geçmiş karakter hikâyelerini samimi ve inandırıcı bir şekilde anlatabilmesi için daha yavaş anlatması gerektiğini düşündüğüm için söylüyorum bunları.

    ele alınan konuyu ve karakterleri sevdim. belki de en çarpıcı orhan pamuk karakterlerini okuduk. orhan pamuk genelde karakterleri ön plana çıkarmaz (celal sâlik'i ayrı tutuyorum). mahmut usta da kırmızı saçlı kadın da (her ne kadar son bölümde bağlanan yeri sevmesem de) etkileyici karakterler. yıllar sonra bile kuyunun tozunu, mahmut usta'nın o kuyuda çalışıyor olduğunu hissedeceğimi biliyorum. yine saplantılı bir orhan pamuk karakteri var.

    yine de başta değindiğim gibi, bu kitap bir orhan pamuk romanı olarak ele alındığında eleştiriye daha açık hâle geliyor. yoksa pek afili filintalar'ın ele geçirdiği türk edebiyatında kırmızı saçlı kadın sadece edebiyat olduğundan bile değerlidir.
    !---- spoiler ----!

    bence orhan pamuk kalitesinin altında, türk edebiyatının kalitesinin çok üstünde bir roman kırmızı saçlı kadın. murat bardakçı gibilerin söylediklerini de sanırım hiçbir orhan pamuk okuru ciddiye almıyordur. murat bardakçı'yı ciddiye alanların da edebiyattan uzak durması, zaten edebiyatın hayrına olacaktır.

    şöyle bir ekleme de yapabiliriz: orhan pamuk romanlarında "imlâ hatasını" yapar. diğer orhan pamuk romanlarında da vardır, dikkatini çekmiştir. "sağol" ya da "sağ ol" arasında bir fark yoktur. ikisini de kullanır. hatta sırayla kullanır. dili böyle bir lüzumsuz kurallar bütünü olarak görmez. orhan pamuk'a buradan yüklenmek hem ona, hem yayınevine haksızlık olur. bizim odamızda okurken fark ettiğimiz hataları basımdan önce kimsenin fark etmeyeceğini düşünmemiz biraz abes olur. en azından bir orhan pamuk romanı söz konusuysa.
  3. henüz kitabı okumadım. ama kitap çıkmadan vaya çıktıktan sonraki orhan pamuk röportajlarını dikkatle takip ettim. yazarın hayran kitlesi bu yeni romanı alıp bağırlarına basarken, orhan pamuk alerjisi olanlar ha bire küfür savurdu durdu. küfür savuranlardan en ilginci, belki de en popüleri murat bardakçı' nın "çüş orhan pamuk çüş!" adlı köşe yazısıydı; http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1196692-cus-orhan-pamuk-cus

    bardakçı'nın orhan pamuk alerjisi olduğu bilinen, açık bir durum. yıllardır, "bir punduna getirsem" edasıyla orhan pamuk'un adeta peşinde. neyse, kısaca bardakçı, mealen "orhan pamuk ana-oğul ilişkisi üzerine bir şeyler yazdı, bizim toplumumuzda böyle şeyler olmaz, olsa da çok nadir olur, bizi dosta düşmana rezil etti, biz böyle bilineceğiz artık.", diyor.

    orhan pamuk, bu romanı dolayısıyla yaptığı röportajlarla, özellikle bir isim üzerinde durdu haklı olarak; kemal tahir. kemal tahir'in, orhan pamuk tarafından yeniden gündeme getirilmesi şahsi kanaatime göre çok isabetli bir durumdu. çünkü, bu topraklarda, ilk defa olmasa bile, üzerine basa basa ana-oğul ilişkisi, oğlancılık, ablacılık(lezbiyenlik), sübyancılık gibi konuları her romanında karşımıza çıkartan yegane kişi kemal tahir'dir. fakat kemal tahir'in, orhan pamuk'tan ayrıldığı bir kısım var, kemal tahir'in romanlarında bu gibi ilişkileri olanlar - genelde- anadolu insanı, orhan pamuk'ta ise ana-oğul ilişkisinin kahramanları kentli bireyler.

    bir kısa bilgi vereyim, tabi çoğaltılabilir fakat bir taneyi konu için yeterli görüyorum;

    *kemal tahir'in üçleme olarak anılan yediçınar yaylası ve köyün kamburu adlı romanlarından sonraki üçüncü romanı büyük mal'ın ana kahramanı, yayla padişahı kavat abuzerin sülük bey analığı emey hanım'a ilgi duyar- tabi cinsel bir ilgi.

    kitabı okuduktan sonra, gözüme çarpan şeyleri yine yazarım, şimdilik bu kadar yeter.
  4. şuradaki yorumumda henüz kitabı bitirmemiş, birinci bölümün keyfini sürüyordum. ağır ağır çevirirken sayfaları burnumda rakı kokularıyla öngören havası bana yarıyor diye düşünüyordum. çok aksi bir durum olmadıkça okuduğum kitaplara burun kıvırmam, ne olmuş beni içine almamışsa, elbet birilerini mutlu ediyor bu satırlar diye düşünürüm.

    lakin elimizde 2016 senesinde olmamız ve bir de orhan pamuk faktörü var. hal böyle olunca üç bölümden oluşan hikayemiz samimiyetini her bölümde biraz daha kaybetmiş, okuyucunun hevesini de kırmıştır. bir yerden sonra yirmi sayfa sonra olacakları biliyor hale gelip, bir şekilde sevdiğinizi hissettiğiniz hangi karakter varsa ondan da uzaklaşmaya başlıyorsunuz. önümüzdeki yıllarda film uyarlaması yapılırsa hiç şaşırmayacağımı söyleyebilirim. (kitapta yer alan belki en önemli, düşünülmüş, araştırılmış olan batı doğu kavramlarına da yer verilmemek suretiyle tabii)

    ayrıca bana mı öyle geliyor emin değilim ancak sanki orhan pamuk'un dili, kitap ilerledikçe giderek sivriliyor ve inceden bir ukalalık sezmeye başlıyordum anlatımında. belki bendeki değerini yavaş yavaş yitirdikçe böyle bir hisse kapılmışımdır. belki de sahiden ukalalık yapmıştır.

    yeni yeni edinmeye başladığım altını çizerek okuma alışkanlığımı birinci bölümden sonra yine unuttum. o kadar bütünleşemedim zannediyorum ki bir yerden sonra. ama birinci bölümden seçtiğim güzel satırlarla yazımı sonlandırmak isterim.

    "belli ki bunların bazıları, susuz, kör kuyulara saklamak için atılıyor, sonra da yıllarca, yüzyıllarca unutuluyordu. bu tuhaf değil miydi? insanın sevdiği, kıymetli bir şeyini kuyuda bırakıp sonra da unutması acaba neyin işaretiydi?"

    "o zamanlar 'ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum' diye düşünürdüm. yeni keşfediyordum bu düşünceyi. kimse sizi gözlemlemiyorsa, içinizdeki gizli ikinci kişi dışarı çıkıp dilediği şeyi yapabilir. yakınlarda bir babanız varsa ve sizi görüyorsa içinizdeki kişi içinize saklanır."
  5. bir orhan pamuk klasiği fakat bu kitapta artık suçluluk duygusu yanına baba kompleksi yerleşmiş güzel de olmuş. kitabın efsanelerle işlenmesi ve karakterlerinin öyle böyle derken efsaneleri yaşaması gayet güzeldi.

    bir de yine klasik istanbul meselesi var. bir önceki kitapta da adım adım bugüne gelirken heyecan yaratıyor bu apayrı bi haz bana göre sanki karakterler az sonra metrobüse binecek gibi hissetiriyor, keyif veriyor.

    !---- spoiler ----!

    kitapta esas olan 2 şey var, suçluluk duygusu ve oidipus kompleksi. en sevdiğim iki alıntı "oğul babanın gücü ve şefkati altında ezilir birey olamaz" ve sonunda gözünden vurmasi ile ilgili "bir babada en dayanılmayacak yan; sürekli seni görmesi"

    !---- spoiler ----!

    yukarıdaki eleştirileri de okudum elbette haklı yanları var ama baba-oğul psikolojisi adına çok değerli bir romandı bana göre, kıymeti bilinmeli.
    abi
  6. orhan pamuk'a pek yakıştıramadığım ama yazarından bağımsız düşününce pek de kötü bulmadığım roman. kara kitap, beyaz kale, benim adım kırmızı gibi romanların yanına öteki renkler'den biri gibi eklenebilir yine de.

    "babasız büyüyen babamın oğulsuzluğuna dokunurdum." der kemal varol o çok sevdiğim şiiri küfran'da. "her baba aslında bir imâdır oğluna." diye bir dize geçer yine aynı şiirde. kırmızı saçlı kadın'ı okuyunca bu iki dize geldi aklıma nedense.

    babalar ve oğullar arasındaki ilişki/sizlik edebiyatta çok konu edilmiştir. sevgili jale parla tanzimat romanının babasız büyüyen kahramanlarını babanın kaybı ile devlet otoritesinin kaybını bağdaştırarak uzun uzun anlatır babalar ve oğullar'ında. devletin çökmekte olması babanın kaybıyla sembolize edilir. bu sembolleştirme sadece türk edebiyatında da görülmez üstelik. çehov mesela, üç kız kardeş oyununda babayı öldürür çünkü kardeşler çökmekte olan çarlık rusya'sında otoriteden yoksun bırakılmak istenir. baba otoritesinin varlığının da yokluğunun da kahramanlar üzerindeki etkisi bu noktada ana konulardan biri olarak görülebilir.

    orhan pamuk da bu romanında bir aşk hikâyesi anlatacakmış gibi yapıp baba - oğul ilişkisi konusuna odaklanmış ama kendi okur kitlesini biraz hafife almış gibi geldi bana. babasını bilmeden öldüren oidipus'un, oğlunu bilmeden öldüren rüstem'in hikâyesini pamuk okurları zaten sular seller gibi biliyordur diye düşünüyorum. oidipus ve rüstem üzerinden yapılan doğu-batı karşılaştırması ve tartışması da iyi edebiyat okurları için artık yeni bir şey söylemez duruma geldiğinden, o bölümlerde biraz sıkıldığımı söyleyebilirim. yine de oidipus'un ve rüstem'in cem'in kişiliğinde birleşmesi hoşuma gitti. baba yerine koyduğu mahmut usta'yı kuyunun dibinde ölüme terk etmesi, babasının sevgilisiyle birlikte olması ve gözünden vurulup yani önce kör olup öldürülmesi onu oidipus'a, oğlu enver'le ölümüne bir çatışmaya girmesi ise rüstem'e yaklaştırıyor bence. yine de oğul tarafından öldürüldüğünden, kaderi daha çok oidipus'un kaderine yakın görünüyor. son bölümde kırmızı saçlı kadın'ın oğlu enver'le ilişkisini anlatırken kullandığı  ifadeler ve imâ edilen erotizm, sadece oidipus ve rüstem'in değil, laios'un da cem'in kişiliğinde birleştiğini düşündürüyor. "cem" sözcüğünün "toplama, bir araya getirme" anlamına geldiği göz önüne alındığında cem'in kişiliğinde doğu'nun ve batı'nın bir araya getirilmeye çalışıldığı da söylenebilir. orhan pamuk'un -okurunu pek de şaşırtmayacak biçimde- cem'i oidipal ağırlıklı bir karakter haline getirmeye çalışması hangi tarafa ağırlık verdiğini de sezdiriyor bence.

    romanda bir de suç ve ceza meselesi var. camus'nün yabancı'sındaki bay meursault gibi sürekli kendini suçlayacaklarını düşünen bir kahraman cem. "beni suçluyor sandım.", "bunda benim bir suçum yok." cümleleri meursault'nun dilinden düşmediği gibi cem'in dilinden de düşmüyor. her iki romanda da kahramanlar birinci bölümde suçu arıyor, ikinci bölümde cezayı buluyor. bu metinlerarası bağlantı açısından da ilginçti roman benim için.

    karakter çizimine, kuyuculuk mesleğini anlatmasına, kurduğu cümlelerdeki bozukluklara, noktalama işaretlerini yanlış kullanmasına, kuyuya atılan yusuf ve ağlamaktan gözleri kör olan yakup'a yapılan göndermelere falan girmeden kendim için aldığım notu buraya da iliştireyim. belki bir işe yarar.
  7. nid
  8. Murat Bardakçı kitapla ilgili enteresan bir noktaya değinmiş. İlginç bir yazı, hak verilebilir.

    Not: Kitabı okumadan önce hakkında en ufak bir şey bile duymak istemiyorum demiyorsanız rahatsız edici bir spoiler yok.

    Murat Bardakçı - Çüş Orhan Pamuk, çüş!
  9. kapağında dante gabriel rossetti'nin regina cordium'u bulunur.
  10. hayal kırıklığına uğratan kitap. orhan pamuk, o kadar çok oidipus ve rüstem ile sührap'ı her bölümde gözümüze gözümüze soktu ki, yeşilçam filmi gibi daha kitabın başında ne olacağını tahmin ettim.

    !---- spoiler ----!
    kitabın sonunda kırmızı saçlı kadın baya baya oğlunu savunmuş bana, sanki okumadık da bilmiyoruz ne olduğunu, oğlunun nasıl uyuz bişe olduğunu.

    hayır bi de oğlan, babasına diyo ki: "anamı kandırıp hamile bırakmışsın. allah muhammed aşkına 33 yaşındaki evli anan da 16 yaşındaki henüz lise talebesi baban tarafından kandırılmayaydı."

    !---- spoiler ----!