1. ilkokul 2 de 5-6 kitabım evde orda burda sürünürken babamın "gel sana kütüphane yapalım" demesiyle mutluluktan uçtum; sonra annemin bardak çanak ve bilimum süs eşyasının bulunduğu vitrinde minicik bir rafı kütüphane bildim.
    şimdi şöyle göz kararı desem; ortalama kalınlıktaki çocuk kitaplarından maksimum 10 tane sığar oraya... ama benden mutlusu yoktu kendime ait bir kütüphanem vardı.

    her gün o 5-6 kitabımı düzenledim, küçük bir kağıtta kayıt tuttum. okudukça okuduğum sayfa sayısını not aldım.

    sınıf geçtikçe kitaplarım da arttı, annem bir raf daha verdi, sonra bir raftaki daha biblolardan vazgeçti derken baktı olmayacak ortaokula geçtiğimde bir kitaplığım oldu.

    okudum okudum, azaldı, azaldıkça ekledim, okuyacağım kitaplar rafı boşaldıkça yeniden doldurdum... ödünç verirdim önceden sonra kütüphanemin yarısını arkadaş dediğim birine kaptırınca hayatımın en büyük kazığını yediğimi anladım. bir şekilde kütüphanemi getirdim bu yaşa.

    şimdi yalnız yaşıyorum, evimde vitrin yok, biblom yok, bir kütüphanem ve -hatrı lütfen sayılsın- kitaplarım var.

    annemin demesiyle; evlendiğim zaman çeyizimde vitrin değil kitaplık, dantel değil kitaplar olacak.
    ve sonra kütüphanelerimizi birleştireceğiz. daha en başından çocuklara en büyük mirası bırakacağız. kocaman bir kütüphane!
  2. belki de kendimle övündüğüm, gurur duyduğum ve vazgeçemediğim tek ilgim. çocukluğumdan beri hayalini kurduğum şeydi kişisel kütüphanemi oluşturmak. bu öyle bir şey ki baktıkça mest oluyorum. evime ilk kez gelen insanları kütüphanemle etkilemeye bayılıyorum. belki bi (bkz: umberto eco) değilim hatta belki biraz (bkz: tsundoku) da olabilirim fakat hepsinin yüreğimdeki yeri o kadar ayrı ki. kişisel kütüphane bir zenginliktir, emektir, mis kokulu odadır.
    izumi