1. ilkokulu bitirene dek köyde yaşamış biri olarak son dönemde moda olan bu şehirden kaçalımcılara ve bunların köy hayatı güzellemelerine gülerek bakıyor ve bir çoğunu iki yüzlü buluyorum. köy hayatı dediğimiz şey nedense bir çok kişinin gözünde dertlerin, tasanın, hayat gailesinin son bulduğu bir vaha. ve nedense bu vahalar genelde zeytini bol, toprağı verimli ege ve çevresi. çünkü köy güzeldir ama ba(ğ)zı köyler daha bir güzeldir değil mi? kutsal kitaplarda bile zeytin ağacından bahsediliyormuş, oradan bir esinlenme olsa gerek.

    olmaz ya, hani bir sabah kalksak, baksak ki devletlüler kafayı toptan sıyırmış da hibe destekleri salıvermiş, herhalde ortalık deniz kıyısı kasaba ve köylerde kurabiyeci - kafe açan kadınlar ve meyhane - sahaf açan erkeklerle ve mutlaka organik tarım yapmaya girişecek milyonlarla dolacak ve tüm ülke sabahtan akşama poğaça kurabiye ile beslenip akşamdan sabaha kitap okurken kafaları çektikten makul bir süre sonra kendimizi lağvedeceğiz. aslında fena plan da değil mi ne?

    nedense köye atanan bir çok öğretmen kendine önce en yakın şehir ya da kasabada ev arar; doktor, hemşire, ebeyi köyde bulamazsın, ziraat ya da veterinerlik fakültelerini bitiren binlerce kişi de hep şehirden bakarlar köye...gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.

    oysa köy dediğin yoksulluğun, bilgisizliğin, çaresizliğin diz boyu olduğu yer. öyle yemek programlarının sunucuları gibi "teyzeeem bugün neler pişirdin bizeee" diye yanaşılacak köy sofraları olan, bolluk bereket, anlayışlı güler yüzlü insanlarla halay çekeceğiniz şirinler köyleri değil.

    herkes apartmanlarda ölen komşuluktan, ölmeye yüz tutan insanlıktan, şehrin trafiğinden, karmaşasından, insanların hırslı canavarlara dönmesinden yakınıyor. ama herkes özel aracında tek başına seyahatten memnun, iş yerinde kademe hayatta sınıf atlamak için yanıp tutuşmakta. gerçi anlamak lazım değil mi; her şey yeterli parayı kazanıp kendimizi köyün huzurlu kollarına atabilmek için...

    geçiniz efendim geçiniz. o sobada yanan tezek de mandanın yere düşen boku da tahmin ettiğiniz kadar güzel kokmuyor. o zeytinleri toplayan insanların gündelikleri 30 tl. gündelik işe gidenlerin elleri zeytin dallarından yarık, çok soğuk günlerde kanıyor zeytini toplarken. gidecekseniz de norveçli balıkçıların el kremlerini yanınıza almayı ihmal etmeyin olur mu? benden tavsiye.
    mesut
  2. eskiden köy hayatı denildiğinde böyle gözleri süzerek aşağılayıcı bir edayla bakılırdı karşındakine. ne de olsa köy hayatı demek emek demek, zahmet çekmek demek. ee biraz fiziki deformasyon ve yorgunluk da demek. arkadaşlarıma bu konuyu açtığımda yıllar önce, istanbul' da doğup büyümüş biri olarak nasıl yaşayabilirsin derlerdi..

    şimdi seneler geçti... pek çoklarının ortak noktası oldu köy yaşamı-hayatı. şehrin bunaltıcı yanlarından ve stresinden bir kaçış ve yaşam tarzı olarak bir umut oldu insanlara. haksız da sayılmazlar hani.. trafikte geçirdiğimiz süreler, uzayıp giden sıralar, insanların aslında her şeye sahipken fütursuzca aç davranışları ve taşkınlıkları... ve zaten bitmek tükenmek bilmeyen iktidar mücadelesiyle kavrulan dünyanın savaşlarına tanıklık etmek uzaktan. her şeyin sunileşti bir ortamda kendini yaşadığı yerde yabancı hissetme hali herkeste zuhur etmişken köy hayatını sık sık ön plana çıkaran programlara denk gelmek artık bizleri şaşırtmıyor.şaşırtmadığı gibi de imrenerek bakıyor ben ve ben gibiler.

    geçenlerde 4 arkadaşın plazalardaki koltuklarını bırakıp ayvalık' taki yaşam öykülerine aynen benim imrenerek bakmam gibi. zeytinyağı işine girmişler, herkes tecrübe ve bilgileri doğrutulsunda toprağın bir ucundan tutmuş, ağaçların dallarına tırmanmış, güneş alnında yanmış...

    tatmin duygusu bence böyle daha güzel. dünyanın bütün hırslarından arınıp akşam kendini evine atmak ve yarın kendini yine doğaya teslim etmek. kendi ekmeğini, yoğurdunu, yemeğini yaparken; yaktığın ateşte kendini seyretmek gibi... üretmek en güzeli, akşam nerede uyuşsam diye kendini olur olmaz bir yerlere atmaktansa..

    keşke daha fazla gönüllü olsa, kıymetli ve zengin bu topraklarda tarımın ve hayvancılığın kıymeti bilinse.
  3. köyde su bulunmuş. yaşam olmasından şüpheleniliyor. şehirliler tetikte.
  4. hayat dediğimiz büyük bir kavramın içinde değeri pek de bilinmeyen,küçük düşürücü algılarımızın içine hapsolmuş; bir hayat içinde hayattır.
    du
  5. bunun algoritması var.

    soru 1: köyde tarlanız, eviniz, bağ bahçe, hayvan var mı?
    -hayır ise köyü kötüle, evet ise 2. soruya geç.

    soru 2: baban yaşıyor mu?
    -evet ise köyü kötüle, hayır ise 3. soruya geç.

    soru 3: üniversite okudun mu?
    -hayır ise köyü kötüle, evet ise 4. soruya geç.

    soru 4: 2016 yılında şehirde olup köyde olmayan şeyler var mı?

    evet ise köyü kötüle, hayır ise de haydi git bağına bahçene sahip çık.

    kısacası her şeyin başı mülk, mülk varsa durum değerlendirilir yoksa çalışılır mülk edinilmeye gayret edilir.
    abi
  6. köy hayatına romantize edilmiş şekilde yaklaşmamak gerek. markete gitmeye üşenen insanlar köy hayatı deyince sinirlerim zıplıyor. hadi bunun tembellik kısmını geçtim ama bir de doğallık, para kullanmamak gibi kozmopolitizme ters düşüncelerle köye yerleşip ikinci senesinde köy kahvesini alıp işletmeye kalkan arkadaşım oldu. bu yüzden neyi ne kadar istiyoruz bilmek gerek. son dönemde benim de iş arkadaşlarımda ciddi manada bir köye gitme hevesi var. trafik, eğitim, eşi, çocuğu gibi sürekli planlamalar içindeler. herkesin mi bir anda ilgisini çekti diye soruyorum sürekli. küçük bir yerde yaşama fikrini hep sevmişimdir. ama şehirden de kopamayacağımı ya da bağ bahçe işlerini yapamayacağımı bilerek istiyordum bunu. 40 dakikada şehir merkezine gidilebilecek köylerden ev bakardım. ütopya gibi doğayla olma hayali kurardım lakin işin aslı öyle değil. köye uyum ve gündelik hayatı daha farklı bir ritimde. akademisyenlerin yonca yetiştirme planlarını haliyle gülerek dinliyorum bu yüzden. hayvancılık falan da hak getire. bilemiyorum altan, şehir konformizmine alışmış insanlar köy diye sayıklıyor.
    sezgi
  7. ilk 1 hafta güzel bence.

    oksijeni al, gözün gönlün açılsın, köylülerin şiveleriyle mutlu ol, allahını seversen o son dediğini bi daha desene diye katıla katıla gül. bir iki toprakla uğraş, çeşmeden avucunun içinde su iç, bi de karşı köye yürü, ineği, koyunu, köpeği de sev. tamamdır. zirvede bırak ve dön. sonrası gerçekten sıkıyor sözlük.

    3 vesaitle 2 saatte işe/okula gitmek damarlarımızdaki sabırlı kanda mevcut. trafiği, kalabalığı, çilesi her ne kadar dayanılamayacak gibi de olsa alışmış kudurmuştan beterdir diyip benim için köy hayatı 1 haftalık mevzudur diyorum.