1. doğma büyüme bir metropol çocuğu olarak, hayatımın son evrelerinde tecrübe ettiğim şeydir.
    küçük yerden kastım, nüfusu 10 binden az, bir ilçe, kasaba ya da köydür.

    ilginç bir deneyimdir küçük yerde yaşamak.

    - kar yağdığında, bir hafta boyunca bulunduğunuz yerin dış dünyayla bağının kesilmesidir. insan başta yadırgıyor, hatta biraz da korkuyor. ancak cam fanus içinde yaşamak gibi, içerdeki yaşam kendi kendine yetiyor. ekmek çıkıyor, çocuklar okula gidiyor, insanlar evde çay içiyor. bir zaman sonra yolların kapandığını bile anlamıyorsun

    - yaklaşık 6 ay içinde, o yerdeki nerdeyse herkesi tanımaktır. çarşıya pazara çıktı mı, herkes tanıdık gelir, selam vermekten yorulursun. ptt de göndersin diye postanı verdiğin memuru, haftasonu çarşıda, akşam da parkta otururken görürsün.

    herkesin herşeyden haberi olmasıdır. hele ki , biraz da popüler bir ünvanla o yere geldiyseniz, ne yapsanız haber olur. örneğin bir doktor olarak atandıysanız, daha siz gelmeden , oraya adınız gelir. hatta bu tip durumlar için heryerde hoparlörler vardır. "ilçemiz hastanesine...bzzt... kadın doğum uzmanı...zztt... doktor ....şakir yüceli... atanmıştır, hayırlı olsun." diye hafta boyunca anons geçilir. bu gereksiz popülerlik aynı zamanda sizi de sıkmaya başlar. zira çarşıda pazarda ne yapsanız olay olur. yanlışlıkla ayağınız kayıp düşseniz, aynı gün içinde tüm ilçenin haberi olur. alakasız bir yerde, alakasız bir insanla konuşurken, gelip derler ki "doktor bey, geçen pazaryerinde düşmüşsünüz, geçmiş olsun". be adam nerden duydun , daha dün düştüm, üstelik yanımda da kimsecikler yoktu. o iş öyle değildir, çünkü sürekli sizi gözetlerler, takip ederler. bu durum beraberinde karşı cinsle olan münasebetinizi de olumsuz etkiler. karşı cinsden birini tanımaya, çıkmaya, hatta hovardalığa bile yer yoktur. yoldan geçmekte olan genç bir bayana , arabanızla yanından geçerken dikkatli olması için korna çaldığınızda , tüm bakışlar size döner, akşamına da o bayanla adınız çıkar. haftasına da adınız kazanova olur, millet karısını , kızını sizden kaçırır.

    - alışveriş olanaklarının kısıtlı olmasıdır. aldığınız şeyin çeşidi yoktur, ya bir tane vardır, ya da yoktur. fiyatı da elbette farklıdır, zira başka satıldığı alternatifi yoktur. esnaf size, alırsan ekime kadar, almazsan kasıma kadar diye ürününü sunar. allah'tan internet alışverişi ülkemizde gelişti de bu durumu şimdi by pass edebiliyoruz.

    - herşeye rağmen hayatın ucuz olmasıdır. zira avm yoktur, sinema yoktur, haftasonu pikniğe gitme yoktur (zira her yer piknik alanıdır zaten). bir şeyi görürsen alırsın, görmezsen alamazsın hepsi budur. 2 takım kiyafet bir sene için yeter de artar bile.

    - herkesin tipinin birbirine benzemesidir. zira herkes biribiriyle akrabadır, emmoğludur, hala kızıdır. akraba evlilikleri de işin tuzu biberi olur, insanlar aynı kalıptan çıkmış gibi görünür. bu durum zamanla kafa karışıklığı yaratır. lan ben bu adamı bi yerden biliyorum dersin ama o adam, o adam değildir.
    - bir hafta boyunca kargocuyu beklemektir. zira kargocu ancak haftada bir kez gelmektedir.
  2. metropolde doğup büyüyüp, ergenliğe girdiğinde bir sahil kasabasına yerleşmektir bazen. her şey farklı gelir.

    -insanlar birinci dünya ülkesinden gelmişsiniz gibi burun kıvırır size. sizin bunu yapacağınızı düşünerek.

    -kıyafetlerinize imrenerek bakar, alışkanlıklarınızı özlediğinizde (sinema, tiyatro, konser, belki tatilya mesela.) hava attığınızı düşünürler.

    -eğitimin şehirden şehire ne kadar değiştiğini fark edersiniz, büyük şehirde önceki sınıflarda öğrendiğiniz şeyler karşınıza yeniden ilk kezmiş gibi sunulur. şaşırır ve korkarsınız geride kalmaktan.

    -herkes birbirini tanır, o kadar tanır ki, her adımda tüm ilçe tarafından dedikodunuz döner.

    -sosyal hayat yok denecek kadar aza iner, istediğinizde gideceğiniz bir bakkal bile yoktur en basitinden, varsa da çok uzağınızdadır artık.

    -özlemenin ne demek olduğunu öğrenirsiniz. bir şehri, insanları, kültür yapısını. herşey çok farklıdır.

    -şehirlerarası otobüslere imrenerek bakmaktır bazen.

    -en basitinden bir fast food yemeyi özlemektir.

    -kıymet bilmeyi öğrenirsiniz örneğin. büyük şehir karmaşasından uzakta olmanın, gökyüzüne bakınca yıldızları görebilmenin, oturduğunuz yerden denizin sesini duyabilmenin ne kadar büyük bir şey olduğunu bilirsiniz. hiçbir zaman yabana atılmaz.

    sonra zamanınız gelir. tüm kötü şeylerin ardından tutunacak tek bir dal bulduğunuzda. imkan olmadığı için büyükşehire geri dönersiniz. hayatınızın en uzun tatilinden bavulunuzu toplayıp geri dönmüşsünüzdür artık.

    yalnız güzel anıları hatırlarsınız bundan sonra.
  3. 20 senemi başkentte geçirmiş bir insan olarak, küçük bir şehrimize üniversitede okumak maksadıyla ilk geldiğimde bulunduğum ruhsal durum beni aylarca evden çıkmamaya ve hemen her çeşit antidepresanı test etmeye yöneltmişti. adeta bir antideprasan gurmesi olmuştum. ancak zaman geçtikçe bu güzide şehrimizin kendine has güzelliklerini keşfetmemle beraber daha da bok gibi gelmeye başladı. ne güzelliği lan? kıç kadar şehirde her gün aynı insanların yüzünü görmekten gına geldi. allah'ını seven beni kurtarsın.
  4. çoğunlukla zorunlu hizmetlerde tecrübe ediliyor metropol çocukları için.
  5. 26 yasıma kadar küçük şehirlerde yaşadım. bence birey en azından orta okul ve lise dönemini büyük şehirdegeçirmeli ve hayatı orda öğrenmeli.
  6. küçük bir şehirde doğdum büyüdüm okudum tam 23 sene ayrılmadım o şehirden sürekli insanların daha büyük şehirlere kapak atma isteklerine güldüm geçtim. bu 23 senede şehir dışında geçirdiğim süre 2 ay tutmaz ama kader beni daha küçük bir yere attı. hani herkes hayalini kurar ya emekli olup bi sahil kasabasına yerleşmenin ben o hayale 23 yaşında ulaştım ve her yeni gün bu yerden denizden sahilden çalıştığım otelden nefret ediyorum. değil sinema tiyatro kitapçı market bile yok doğru düzgün. artık şehir merkezine indiğimde insanlar üzerime üzerime geliyormuş gibi oluyor kendimi bi mekana zor atıyorum. uzun lafın kısası kafayı yemek üzereyim sözlük.

    (bkz: tekirova)
  7. büyüksehirin küçük bir yerinde yaşadım. evimizin kocaman bahçesi, kiraz, kayısı, vişne, elma, armut, erik, dut, ceviz ağaçlarımız vardı. orada çocuk olmak cok güzeldi. (ama keske beni başkalarının salak görüşlerinden tenzih edebilecek bir ailem olsaydı da orda burda duyduğum köylü aşağılamalarına hic kulak asmadan buyuseydim.)
    yine de bir gölgede çamur yapıp ondan 6 kişilik yemek takımı yapmanın, okula yürüyerek gidip 20 kişilik sınıflarda ders işlemenin,