1. keele üniversite'sinin yaptığı deneye göre acıya karşı dayanıklılığı artıran bir özelliği de var.
    deneklerin, ellerini buz dolu bir kovanın içinde istedikleri küfürleri ederek tutabildikleri kadar tutmaları isteniyor. daha sonra aynı gruptan masayla^:bildiğimiz masa^ ilgili konuşmaları ve ellerini buz dolu kovada tutmaları isteniyor. sonuç olarak küfür ederek ortalama 40 saniye daha fazla buzlu kovada ellerini tutabiliyorlar.
  2. lisedeki entelektüel edebiyat hocamın bir sözü: "küfür ruhun osuruğudur"
  3. kelime: anlamlı ses veya ses birliği (tdk)

    kelimeler, işaretin insancıl versiyonudur. biz kelimelerle herhangi bir şeye işaret ederiz. tıpkı parmağımızla bir şeyi göstermek gibi. bu kelime ve kavramların en çok kabul edilen fonksiyonlarından biridir. öncelikle de akla bu gelir. sözlükler kelimeleri tanımlamaya, onun işaret ettiklerini açıklamaya uğraşır. ve çoğu kelimede de başarılı olur. lakin bazen sözlüklerin dahi tanımlayamayacağı kelimeler vardır. bu kelimeler doğrudan herhangi bir şeye işaret etmezler yani tanımlanamazlar. bir beceriksizlik yüzünden değil, doğası gereği tanımlanamazlar çünkü bir şeye işaret etmek üzere yaratılmamıştır. işte küfür ve hakaret tam da bu kategoriye girer. kökünü; tanımlanan birincil tür kelimelerden almıştır ama zamanla o anlamdan sıyrılıp başka bir kategori oluşturur. bazıları tamamen sıyrılmıştır, birincil anlamı ile ilişkisi ya kalmamıştır ya da görülmez. bazıları da hem birincil kısmını hem de ikincil kısmını kapsar. yani hala biraz tanımlanabilir.

    bunun sebebine gelecek olursak. en önce koymamız gereken tespit şudur ki; her kelimenin zihinde bir imajı vardır. imaj derken ne kastediyorum? şunu; her kelime zihnimizde adeta bir duvarla örülüdür, bu duvarın yerine başka bir metafor da kullanabiliriz fakat kesin olan şey, kavramların etrafında örülü bir şey olduğudur. şimdi seslice "şerefsiz!" demenizi istiyorum. şimdi bunu tekrar edin ve ne hissettiğinize odaklanın. bu örülü ağdan kastettiğim tam olarak buydu. herhangi bir nesneye işaret etmediniz yahut kelime kullanmanın birincil fonksiyonu olan iletişime dair hiç bir şey yapmadınız. sadece bir nefret hissettiniz. hem de durduk yere. sadece bir kelimeyi tekrar etmek sizin içinizde boş bir nefret yaratmaya yetti.
    şerefsiz kelimesi, işte az önce sözünü ettiğim tanımlanamaz kelimeler kategorisindedir. bunu denemek için bir defa daha şerefsiz diyin ve hissettiğiniz şeyi anlatmaya çalışın.

    dediğimiz gibi kavramlar ve sözcüklerin ilk fonksiyonu; bir durumu, bir ilişkiyi, yahut bir nesneyi işaret etmektir. buraya kadar güzel. belki o kadar da güzel olmayan şey şu ki, insan oldukça duygusal bir varlık. hassas olmak çabuk ağlamak falan değil duygusallıkla kastettiğim. hissediyor olma durumu, insanı tanımlayan en önemli özelliktir ve bu, insanın özünden ayrılamayacak şekilde bütünleşmiştir. bu yüzden başta saf olan kavramlar, yavaş yavaş duygularla örülmeye başlar. adı ahmet olan bir arkadaşınız size kötülük yaparsa; bu ağın ilk düğümü atılmış olur. eğer 10 tane ahmet adında kişi bu yanlışı yaparsa ahmet ismine karşı bu ağ iyice kuvvetlenmeye başlar. şimdi bir de 100lerce belki 1000lerce yıldır gelen ağları düşünün.
    insanlar doğduklarından itibaren inanılmaz bir bilgi bombardımanına maruz kalırlar. ve ironik olan nokta şu ki, çokça barış istenen bu dünyada bebeklere öğretilen ilk şeylerden biri kimden veya kimlerden nefret edeceğidir. bunu kimse doğrudan o bebeğe söylemez. o, bunu toplumdan çıkarır. toplumdaki nefreti görür ve bunu sosyal davranış gereği içselleştirir.
    e zaten bu nefret edilecek şeylerin hali hazırda bir isimleri de vardır. ve çocuğun beyninde şu denklem oluşur. isim=nefret et. ateistlerin aşağılandığı, kötü görüldüğü vs vs bir toplumda büyürseniz haliyle bu duyguları siz de paylaşırsınız. ve enteresan olan nokta şu ki, dini reddeden kişiye verilen isim olan ateist, bir hakaret olur, daha ilerisi bir küfür.

    bizim o ön yargılar dediğimiz şeylerin belki tamamı sosyal davranış gereği kabul ettiğimiz nefretlerdir. nefret derken içinizde böyle ekşi bir his oluyor ya hani. ha işte o da bu nefretlerden biri. ya kendi yarattığımız ya da diğerleri tarafından yaratılan.
    bunlar haklı mıdır, haksız mıdır? haklı da olsa haksız da olsa bunlardan kaçınmalıyız, çünkü birinden nefret edip bunun nedenini açıklayamamak oldukça kötü bir durum.
    şimdi başka bir ön yargı olan anarşist kelimesine bakalım. bu hem tanımlanabilen hem de hakaret olan kelimeler kategorisinde. bu kelimeye toplumsal bir alınganlığımız var. anarşist derken böyle hafif zevk veren bir nefret hissedebiliyoruz. neden? çünkü zamanında toplumun hoşuna gitmeyecek bir şeyler yapan insanlara anarşist denmiş. o insanlar ölmüş gitmiş, ama etiket kalmış. şimdi de çapulcular var mesela.

    bir babanın, bekareti bozulan kızını öldürmesinin tek sebebi budur. beraber şöyle bir akıl yürütme yapalım: "bir kadının, evlenmeden önce ilişkiye girmesi doğru değildir çünkü olabilecek muhtemel bir çocuk için kurul bir yuva yoktur. bunun sonuçları ..." bu cümleyi okuyunca hangimizde böyle bir şey yapan kıza dair bir nefret oluştu? oluşmadı zannediyorum. gelin bir de; asla böyle akıl yürütmeler yapmadan, bu kızlar için söylediğimiz sözlere bakalım: "kaşar, yollu, orospu, delik, kızlığı(bekareti) bozulmuş etc..."

    küfür ve hakaretler; içeriği olmayan nefret kalıplarıdır. beyin kalıpları ve alışkanlıkları devam ettirmekten çok zevk aldığı için bunlar hala toplumun büyük bir kısmı tarafından kullanılır. bunu söylemek ifade özgürlüğü olabilir fakat insan bunu iradi yapmaz, beyin bunu yapmayı sever. kategorizasyon yaptığında veya herhangi bir alışkanlığı tekrarladığında beyin dopamin salgılar bu da insanı mutlu eder. yoksa bir küfrün ilk tanımından bu kadar uzaklaşıp cümleler arası bağlaç olarak kullanılabilmesini bana biri açıklayabilir mi?

    toparlayacak olursak;
    küfür bir şey anlatmak için, yani göte göt demek için değil, sadece bir nefreti ifade etmek için kullanılır. çünkü seks işçisi anlamına gelen orospu kelimesi küfür değildir. küfür olan orospu kelimesinin ise seks işçiliğiyle bir alakası yoktur. sadece bir nefret ifadesidir.