1. “Kantçı buyruğun aksine, kültür endüstisinin kategorik buyruğu“ diyor Adorno,“ artık özgürlükle hiçbir ortak yana sahip değildir. Neye uyacağınız belirtilmemiş olsa dahi uyacaksınız; gücüne ve her an her yerdeliğine bir refkleks olarak, herkesin, öyle ya da böyle düşündüğü şeye, öyle ya da böyle varolana uyum sağlayacaksınız“.

    Bu, neye uyacağınız belirtilmemiş olduğu halde uymanızı buyuran buyruk, açık ki baskı ve zorlamalarla çalışmaz; onun işlerliğini mümkün kılan şey inceltilmiş mekanizmalarla bir bilinç haline dönüştürülmesidir. Kültürel özerkliğin ilgası ve fetişist bilincin egemenleştirilmesinde kültürün devreye girmesi bu şekilde gerçekleşir. Kültürün endüstrileşmesi ve öznenin nesneleştirilmesi sürecini Adorno, özetle böyle belirtir. „Kitle kültürü“nün yerini „kültür endüstirisi“ kavramının almasının anlamıda bir bakima budur; kültür burada, artik, kitlenin kendi icinden çıkan bir şey degil, kültür endüstirisinin sistematik olarak üretip yaygınlaştırdığı bir şeydir.

    yeni bir fenomen; kültür endüstrisi

    “Gerçek anlamda kültür, yalnızca kendisini insanlara uydurmakla kalmıyor, bunu yaparken aynı anda içinde yaşadıkları taşlaşmış ilişkilere bir karşı koyuşla onları onurlandırıyordu. Oysa bugün, kültür bu taşlaşmış ilişkilerin içinde çözünmüş ve onlarla bütünleişmiş olduğundan, insanlık onurunu bir kez daha yitirmiştir; kültür endüstirisinin tipik kültürel varlıkları artık diğer niteliklerinin yanında bir mal niteliği taşımaz, bütünüyle mala dönüşmüştür. Bu niteliksel değişim o kadar etkilidir ki, yepyeni bir fenomen ortaya çıkarmıştır.“

    Frankfurt Okulu’nun ilk akla gelen kavramlarından biridir kültür endüstirisi. Bir kültür kuramı oluşturmak değildir okulun hedeflediği, endüstriyel toplumun eleştirel bir değerlendirmesini mümkün kılan bir kavramlaştırmadır. Marksist düşüncenin toplumsal eleştirisi sürdürülmekte ve moder toplumun aldığı biçimin eleştirel bir değerlendirilmesine yönelinmektedir. Aydınlanmanın Diyalektiği‘nde bu çeçevede geliştirilen “kitle kültürü” eleştirisinin Horkheimer ve Adorno tarafından esas olarak „kültür endüstrisi“ kavramına bağlandığını görürüz. Minima Moralia’nın bir çok bölümünde Adorno, „kültür endüstrisi“nin çeşitli eleştirel değerlendirilmeleri gösterir.

    Belirli bir bilincin nasıl hazırlanıp dolaşıma sokulduğu, yaşamın ne şekilde sakatlandığı ifade edilir kültür endüstrisi kavramıyla. Kapitalizm yeni bir takım özellikler göstermektedir artık, üretimin zoğunlaşan teknolojik niteliği tüketimin estetikleştirilmesiylebütünleştirimektedir. Frankfurt Okulu’nun özellikle üst-yapının artan önemine yaptıkları vurgunun sebebi budur. Kapitalizmin kitlelerle olan ilişkisi yeniden şekillenmekte, kültür bir bakıma tam da bu noktada ideoloji ile ekonominin işlevselliğinin bir parcası haline gelmektedir. Kapitalist toplumsal sistemde kültürüel alanın özerkliği olarak anlaşılan sistem tarafından işgal edilmektedir. Yasamin her gözeneğine nüfus eden, bireyi tam da birey oldugu anda ele geçiren bir toplumsallık biçimine dönüşmektedir kapitalist toplumsal sistem.

    Kapitalizm, kültürü endüstriyelleştirerek toplumsal bilincin şekillendirilmesinde işlevsel kılar. Bundan dolayı, Frankfurt Okulu’nun eleştirisi, kültürel alanla sınırlı kalmaz bütünlüklü bir ideolojik eleştiriye dönüşür. Bu ideolojik eleştirinin, toplumsal bir eleştiriye dönüşmesi sözkonusudur. Marx’ın Kapital’deki ‚metafetişizmi’ analizlerinin yeniden değerlendirilmesidir bir bakıma bu. Böylece, kültür endüstrisi kavramının ortaya çıkışı, geç kapitalizmin toplumsal eleştirisinin derinleştirilmesi sözkonusu olur.

    Üretimin ve tüketimin yapısında meydana gelen değişiklikler, toplumsal yapıdaki dönüşümler, Aydınlanmanın girdiği çıkmazda aklın araçsallaşmasına son şeklini vermiş ve hedeflenen „tek boyutlu insan“(marcuse) ile sonunda tamamen nesneleştirilmiş bir „kitle kültürü“ ya da „kitle toplumu“ oluşturulmuştur. Bu toplumsal yapıda bireyler birer „tüketici“dir. Yaşamı tüketim üzerinden anlamlandırmaya mecbur edilen birer „özne“ konumundadır. Frankfurt Okulu teorisyenleri bu analizleriyle, sonradan belirginleştirilecek olan „tüketim toplumu“ eleştirilerinin ilk öncüllerini sunarlar bir bakıma.

    “Kültür endüstirisi, eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirir. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve büyük ölçüde o tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm sektörlerde az çok bir plana göre üretilir. Tüm sektörler yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbrilerinin açıklarını kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluştururlar.Bunu olanaklı kılan sadece çağdaş teknik olanaklar değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel yoğunlaşmadır. Kültür endüstirisi kasıtlı olarak tükecileri kendine uydurur. Bin yıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat düzeyleri, her ikisinin de zararına bir araya gelmeye zorlanir. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki speküğlasyonlarla yok edilirken, düşük sanatın önemi de (toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece) içinde barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni sınırlamalarla yok edilmektedir. Böylece, kültür endüstirisi, yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve bilinçaltını yönlendiriyor olmasına rağmen, kitleler birincil değil ikincil role düşerler ve hesaplanabilir nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici, kültür endüstirisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi hükmedici ya da özne değil, aksine nesnedir”

    kültür endüstirisi ve marksizm

    Kültür endüstrisi kavramı Frankfurt Okulu’nun özgül marksizm anlayışlarını da belirginleştirir böylece. Onların marksizm anlayışı, bu kavramlaştırmalarla „ortodoks markisizm“i hem sürdürür hem de ondan ayrışır. Geleneksel Marksizmde altyapı-üstyapı, ekonomi-kültür gibi temel ayrımlar, birincilerin ikincileri belirlemesi şeklinde işlerlik gösterir ve bu yaklaşımda ikincil kavramların konumu edilgen bir şekilde anlaşılır. Frankfurt Okulu, bu türden bir indirgemecilikten kurtulma kaygısıdadır. Vurguyu ikincil yöne doğru kaydırırlar bir bakıma.Yeni bir fenomen olarak işaret ettikleri kültür endüstrisi kavramı özellikle bunu temellendirir. Allt yapıya ait endüstri ile üst yapıya ait kültür kavramlarının sentezi, sürekliliği olan ve fakat yepyeni bir duruma işaret etmektedir ki, kültür artık burada ekonominin bir yansıması olarak anlaşılamaz. Altyapıya verilen ağırlıklı ve öncelikli rol Franfurt Okulu’nda yerini, altyapı-üstyapı kaynaşması fikrine bırakır. Sözü edilen yeni fenomenin kavranışını mümkün kılan bir perspektif öncelikle bunu anlamalıdır.

    Kültür endüstirisi kavramının bu nedenle marxizm icinden bakılırsa özgül bir yaklaşım ortaya koyduğunu tespit etmek gerek. Marks’in hem „genclik eserleri“ hem de metafetişizmi anlaşıyla ortaya konulan „olgunluk eserleri“yle bağlantılıdır bu yaklaşım. „Egemen bilinc“in nasıl egemenleştiği ve yeniden üretildigi, nasil yayıldığı ve doğallaştırıldığını açıklayan bir eleştirel düşünce biçimlendirilir. Marksizmin belirli bir tür anlaşılış biçimi olan „ekonomizm“ ve „alt-yapının belirleyiciliği“ düşüncesini farklılaştıran, kültürel olanın maddiliğine ve önemine vurgu yapan bir yaklaşım vardır burada. Bilincle meta arasindaki iliski böylece kültürel bir form noktasindan sorgulamaya alinir.Çünkü kültür mülkiyet ilişkilerinin birparçası olduğu kadar, metaların fetişist niteliğinin de bir parcası olarak dolaşıma sunulmuş durumdadır.

    Kültürün kendisinin bir endüstri ve kültür ürünlerinin de buna bağlı olarak metalar haline gelişi “kültür endüstirisi” kavramanının içeriğini belirler. Bu kavramlaştırmayla ortaya konulan yaklaşım, kapitalizmin ve daha genel anlamda da endüstiri toplumunun kendini nasıl yeniden üretebildiğini ve bu üretimi nasıl meşrulaştırabildiğini açıklamaya çalışır. Burada, altyapı ve üstyapıda sistemin kendini yeniden üretmesinde, yeni bir durum sözkonusudur; kültür ile endüstirinin daha önce bunca belirgin olmayan bir bireşimi.

    Ancak burada, endüstiri terimin ilk anlmaında anlaşılmaması gerekir. Bu terim üretim sürecini değil, burada “kültürel malın standarzisayonunu” ve “dağıtım tekniklerinin rasyonalleştirilmesini” işaret eder. Kültür endüstirisinin başlıca sektörü, adorno’ya göre sinemadır. Sinemada endüstiri kavramına içkin olduğu anlamda bireysel üretim korunmakta fakat, bu, bireysellik yanılsmasını güçlendiren bir işlevden başka bir anlama gelmemektedir. Bireyselliğin knedisi artık, yabancılaşmanın gizlenmesi ve kaydırılmasının ideolojik araçlarından biridir. Nesnein dolaysızlığından ve toplumsal aynılaşmadan kaçıp saklanaılcak bir közeşe olarak sunulan birysellik, verili ideolojik zihniyetin güzlendirilmesine yarar yalnızca. Her ürünün bir bireysellik imajıyla sunulması, bireysel bir ruh taşıdığı vaadinin ardındaki “sır” budur. Bütünüyle yabancılaştırılmış nesnenin dolaysızlığı ve hayatın hayat olmaktan çıkmışlığı bu çağrı ve vaat ile gizlenir. “Başkası olma kendin ol” denir bireye, “böyle çok daha güzelsin“.

    Böylece yeni bir toplumsal, ekonomik, siyasal yapı ortaya çıkmaktadır, ki bir bakıma sonradan „postmodern durum“ olarak belirecek/ve belirtilecek olan gelişmelerin öncülleri olarak değerlendirebiliriz bunu . Bu süreçte, bir yandan kültürel ürünler sıradanlaştırılırken, öte yandan farklılıklar marjinalleştirilmektedir. Kültürel ürünlerin ortaya çıkışı, dahası ürünün bir kültürellik dolayımında ortaya çıkışı, tanıtılması, dağıtımı ve dolaşıma sokulması süreçlerinin sistemli bir endüstrieleşme mantığına bağlı olmasını işaret ederkavram.Kapiatallist sistem böylece verili durumu bir zihin yapısı olarak da kitlere benimsetmenin ve bu zihniyeti süreklileştirmenin bir yolunu bulmuş olur. Kültür endüstirisi, kitlelere uyum sağlamadan varolamayacaktır elbette, ancak bu sorunu, kitleleri kendine uydurarak çözer.

    kavramsal ayrımlar

    Kültür endüstrisi kitleleri fetişist mantıkla uyumlulaştırırsa da, kitle kültürü, popüler kültür, kültür endüstrisi arasında ayrımları belirginleştirmek önem taşımaktadır. Bunun önemini, örneğin Adorno’nun kitle kültürü ile kültür endüstirisi arasında işaret ettiği ayrım üzerinden anlayabiliriz.

    Kültür endüstrisi üzerine yeniden düşünürken Adorno, popüler sanatın çağdaş formunu kesin bir şekilde kültür endüstrisinin sanatsal üretiminden ayrıştırma gereği duyar. Bu nokta, kitle kültürü kavramı yerine kültür endüstrisi kavramının konulmasını anlamak için önemlidir. Aynı şekilde, kültür endüstrisi ile popüler kültür alanını da tam bir özdeşlik halinde düşünmemek gerekmektedir kanımca. Özellikle popüler kültür alanının neliği ve niteliği hakkındaki tartışmalar önem taşıyor. Adorno popüler kültür ürünlerini amansızca eleştirirken, yine de bu alanı su sızdırmaz bir tahakküm alanı olarak düşünmek tartışmalı durumdadır. Sonrasında “yüksek kültür” tartışmalarının gündeme geldiği nokta bu yanıyla önem taşıyor.

    Dolayısıyla günümüze gelindiğinde özellikle kitle kültürü, popüler kültür, yüksek kültür, alt kültür, kültür endüstrisi açısından kavramsal ayrımların önemi belirginleşmiş durumdadır ve tartışmayı derinleştirmek gerekmektedir. Başka bir zaman dönmek üzere kabaca bir kaç noktayı belirtmekle yetineceğim şimdilik. Meral Özbek’in “Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski” kitabı, hem teorik bölümü hem de arabesk üzerinde uygulamalı analizleriyle sanıyorum türkiyenin en önemli çalışmalarından biridir bu noktada.

    Kültür endüstrisi belirli bir kitle kültürü üretmeye yönelir, ancak bu alanı tamamen maas edebildiğinden ne şekilde sözedebiliriz? Verili bilinç doğallaştırılmaya çalışılmaktadır, ancak nereye kadar özdeşsizlikleri ortadan kaldırabilmektedir? Popüler kültür alanı, bu noktada, farklı ideolojik ve hegemonik çatışmaların gerçekleştiği bir alan olarak anlaşılabilir. Günümüzde zaten popüler olan ve olmayan her şey sürekli yer değiştirmektedir. Ve tam da bundan dolay,ı popüler kültür alanı, kültürel ürünler dolayımda hegemonik mücadelelerin alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Kültür endüstrisinin, açık hedefi ve uygulaması popüler kültür alanında verili bilinci değişmez olarak yaygınlaştırma ve tam bir düzenlemeye tabi kılarak bir kitle toplumu oluşturmaktır, ancak yine de mutlak bir söylemsel hegomonya sahibi olunduğundan sözetmek olanaklı görünmüyor.

    Elbette kültür endüstirisi kitlelerde vücuda gelecek, onlar aracılığıyla toplumsal yaşamda maddileşecektir. Elbette, kültür endüstrisinin en temel işlevi, „verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya ve güçlendirmeye çalışmakta“tan ibarettir. Bu nedenle kitleleri uyumlulaştırmak durumundadır. Her şeyi metalaştırırken, metanın kendisini kültürel bir ürüne dönüştürmesinin sebebi de budur. Bunun sonucunda nesneler “öznel” bir takım değerlerle donatılırken, özneler nesneleştirilir. Adorno’nun isaret ettigi gibi, kitleler, kültür endüstrisinin ölçütü değil ideolojisidir.

    Sonuç olarak

    Yine de, tüm bu kuşatıcı durumla birlikte ve bu durumun içinde „Eleştirel Teori“ye bir alan ve imkan kalmaktadır. Adorno’nun çabası, bu „sakatlanmış yaşam“ın içinde eleştirel düşünceyi ayakta tutabilmektir. Çünkü ancak eleştirel bir düşünce imkanı kültür endüstirisine karşı deşifre edici/aydınlatıcı etkinliğini sürdürebilecektir. Negatif diyalektiğin ortaya çıktığı ve Hegelci kavramların çoğu zaman Hegel’e de karşı olmak üzere yeniden değerlendirildiği analizler bu bağlamda ortaya çıkar.

    Kültür endüstrisi kavramlaştırması, bu şekilde yanlışlanan bütünün içinde özdeşsizliklerden hareket ederek düşünceye bir eleştiri imkanı sunma çabasının bir ürünüdür. Kapitalist toplum yapısının ve yikimlara dönüsen moderleşme projesinin aldığı yeni biçimin sorgulanmasında güçlü bir kaynak oluşturmaktadır. Kültür endüstirisi kavramlaştırması, sonuç olarak, gündelik yaşamı biçimlendiren kapitalist toplumsal sistemin mekanizmalarını göstermesi itibariyle derinlikli “yabancılaşma eleştirisi” sunar.

    Yabancılaşma, sadece üretinin ürettiği ürüne yabancılaşmasından ibaret değildir, bütün bir toplumsal yaşam ve dolayısıyla her türden bireysel edimler yabancılaşmanın konusudurlar artık. Üretim sürecinde emeğine yabancılaşan birey, tüketim sürecinin estetikleştirilmesiyle birlikte bütün bir varoluşa ve yaşama yabancılaşır. Kültür endüstrisi kavramı bu noktada, Lukacscı “şeyleşme” eleştirisiyle birlikte anılmaya değer bir sorgulama imkanı sunmaktadır.

    Adorno’ya göre, ancak yaratıcı düşünce ve yaratıcı sanat bu kapsayıcı yabancılaşmayı aralayabilecektir. Sanat burada hem endüstrileşmenin kurbanıdır hem de ondan çıkış imkanını içinde barındırır. Popüler kültür, kitle kültürü, egemen kültür, yüksek kültür, pop kültür, alt-kültür vb.türde eski-yeni kavramlar ve bunlar etrafında dönen teorik-politik tartışmalar birçok bakımdan ve özellikle de köken itibariyle kültür endüstrisi kavramıyla yeni bir boyut ve anlam kazanır. Bu bağlamda sanata verilen değerin ne olduğuna ve santin neligiyle ilgil tartışmalara daha yakından bakmak gerekmektedir.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/kultur-endustirisi/