• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.50)
kuyucaklı yusuf - sabahattin ali
"bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. bu da karısı idi. muazzez'in varlığı yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. hayatında asıl aradığı şeyin muazzez olmadığını biliyordu, fakat muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."kuyucaklı yusuf türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. roman 1903 yılında aydın'ın nazilli kazasına yakın kuyucak köyünü eşkıyaların basıp bir karı kocayı öldürmesiyle başlar. ölenler küçük yaştaki yusuf'un anne ve babasıdır. yalnız ve kimsesiz kalan yusuf'u kaymakam evlat edinir.

    bir anlamda yusuf halkı, kaymakam devleti temsil ediyor. halk devletin ancak "evlatlığı" olabiliyor. roman boyunca kaymakamın yaşanan kötülükler karşısındaki edilgenliği, yusuf'un her konuda başının çaresine bakmak zorunda kalması ne yazık ki halkın da tek başınalığına işaret ediyor.

    romanda en çok dikkatimi çeken ayrıntı yusuf'un baş parmağının olmaması. ailesi öldürüldüğü gece parmağını kaybediyor. eşkıyalar parmağını kesiyor. bence bu durum bir imge olarak kullanılmış. kaymakam selahattin bey kasabanın başı olmasına rağmen kasabadaki kötü gidişe dur diyemiyor. çare aramak yerine edilgen kalıyor. kasaba da başparmağı olmayan bir el gibi. bu elin yazdığı yazı da çarpık çurpuk oluyor. sabahattin ali onu anlatırken bu özelliğini birkaç kere vurguluyor. şu cümleler selahattin bey'in korkunç bir teslimiyet içinde olduğunu gösteriyor:

    "madem ki hiçbir şeyi değiştirmeye iktidarı yoktu, her şey evvelden çizilen bir yolda yürüyecekti, o halde aklı başında bir insan, olanları tebessümle seyredip sırasını beklemeliydi."

    devlet iktidarını temsil eden kaymakam selahattin bey kasabadaki "düzen"le baş edemiyor. kasabanın zenginlerinden olan fabrikatör hilmi bey ve oğlu şakir'in kumar, tecavüz, cinayetle anılan bir hayatları vardır. göz göre göre cinayet işleyen şakir bu işten kolaylıkla sıyrılır. eşkıya dünyaya hükümdar olmuştur. ne de olsa babası hilmi bey'e göre "hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi." roman bu toplumsal çarpkılığı vermesi bakımından oldukça başarılıdır.

    roman yağmurlu bir gecede başlar ve bu yağmur roman boyunca aralıklarla yağar. olaylar şiddetlendiğinde yağmur etrafı çamura bular. olayların ritmine göre yağmur artar ve azalır.

    yazar, yusuf'un yalnızlığını ve aşk karşısındaki çaresizliğini okuyucuya duyumsatır. "acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı?" cümlesi yusuf'un içinde bulunduğu yalnızlığın ifadesidir.

    romanda doğa tasvirleri geniş yer tutuyor ve oldukça canlı ve gerçekçi. romanda bunalan herkes kendini doğaya atıyor. ilk olarak selahattin bey'i görürüz doğada teselli bulmaya çalışan. "her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktır." selahattin bey tırmandığı tepeden kasabaya görünce mutlu olmaz. selahattin bey'in durumu "...mor bir duman tabakasıyla örtülmeye başlayan kasabayı gördü ve irkildi" sözleriyle betimlenir. kasabada yaşananlar düşünüldüğünde bu durum doğanın güzelliğine karşı insanın korkunçluğu olarak yorumlanabilir.

    selahattin bey kırlara kaçtığında kendini bir ceviz ağacının altında bulur. yusuf hemen onun arkasından sıkıntısını gidermek için doğaya sığındığında incir ağacına vurgu yapılır. incirin vurgulanmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum.

    kıssaya göre adem ve havva cennette kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden yiyince çıplak kaldılar. cennette hiçbir nesne onlara yardım etmedi. nihayet incir ağacı onlara yapraklarından verdi. allah niye onlara yardım ettiğini sorduğunda: "ilahi senin sonsuz mülkü içinde bir zayıf kulunun cömert olmasından ne çıkar. zira sen cömert olanları seversin." buna karşılık allah: "ey ağaç, madem ki sen cömertlik edip sır örttün, ben de seni üç nesne ile diğer ağaçlara üstün kıldım: evvel seni yakmayı haram kıldım, ikinci hiçbir yerde seni yermeyeler, üçüncü kabuğunu ve çekirdeklerini yabana atmayalar." yusuf kalbinde muazzez'e duyduğu aşk sırrıyla kavrulurken incirden bahsedilmesi, yusuf'un incir kokusunu sevmesine vurgu yapılması bana manidar geldi. bir de yusuf muazzez konusunda "yasak meyve"ye uzanmış gibidir.

    şahinde'nin oldukça olumsuz ve kızını felakete sürükleyen bir anne olarak çizilmiş olması muazzez'in saflığını vurgulamak içindir. ama o da düzenin kurbanı olur.

    selahattin bey olayların gidişatına müdahale edemeyen, her şeyi kabule hazır bir adamken, yusuf "hayat bu derece manasız ve insan dünyaya boş durmak için gelmiş olamazdı" diye düşünür. şansını sonuna kadar ve elinden geldiğince zorlar. bütün yaşananlara rağmen "başını eğmek" istemez.
  2. tarz olarak kürk mantolu madonna'dan çok daha farklı olan sabahattin ali romanı. sadece bu yönüyle bile sabahattin ali'nin kendini tekrar etmeyen, başarılı bir yazar oluşunun ispatı. akıcı bir dile sahip ayrıca da, kısa sürede okunuyor.

    !---- spoiler ----!

    belli başlı tasvirler dışında gayet akıcı olup, sonuyla boğazıma düğüm atmıştır. ve kitabın bitiminde bir yarım kalmışlık hissi olmadı değil. ama bir çok sözlük yazarının ifade ettiği üzere bu, kitabın seri olacakken sabahattin ali'nin katledilmiş olmasından dolayı kuvvetle muhtemel. eğer iddia edildiği gibi gerçekten serinin devamı yazılıp da yusuf, muazzez'in ölümünden sonra eşkıya olacak idiyse, ikinci bir ince memed olacakmıs bu kitap o zaman.

    !---- spoiler ----!
  3. sabahattin ali'nin ilk basılı eseri.(1937) filmi de var ama kitabından daha güzel değil. bir alıntı;

    “ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır."
  4. bana hep yarım kalmış, bitirilmemiş gibi gelen; bitişiyle onlarca soru işaretinin kafamda uçuştuğu sabahattin ali'nin ilk romanı.

    !---- spoiler ----!

    ali'nin aşk hikayesi yaratmada ne kadar başarılı olduğunu biliyoruz. bunun yanında mükemmel bir gözlemci. psikolojik tahlilllerinin geçerliliğini içimizdeki şeytan'da da ispat etmişti. yusuf, olayları ve hayatı başkaları tarafından yönlendirilen, çocukluğunda yaşadığı ağır travma sonrası içine kapanan, edilgen bir karakter. kendi kararları, seçimleri yok; kendisi hakkında biçilen bir hayat ve verilen kararlar var. yusuf sadece geldiği gibi yaşıyor. yusuf'un edilgenliğini, pasifliğiini romanda yaşanan olaylarda özne olamamasından kolayca anlayabiliyoruz. edilgenliği öyle had safhadaki, sevdiği kızı dahi isteyemiyor. ali'nin ölümüyle muazzezle birleşme imkanı bulabiliyor.

    bir okuyucu olarak, karısının düştüğü duruma yusuf'tan daha esaslı bir tepki beklerken, yusuf yine o pasif aktifliğini orada da gösteriyor. yaşananları duymasına rağmen kulak tıkıyor, tahmin etmesi ve içi içini yemesine rağmen yine at arabasına atlayıp uzak köylere gidebiliyor. aşkı öyle büyük ki muazzez'e, hiçbir koşulda onu suçlu bulamıyor.

    neden bitmemiş gibi geliyor bana? çünkü cevaplanmamış bir sürü soruyla karşı karşıyayım. öncelikle muazzez'i kim vurdu? muazzez yaram var demesine karşın yusuf neden onu sabaha kadar bir ağacın altında öylece bekletti? şahinde'nin evinde kim öldü, kim kaldı? ve bittabi yusuf'un bilinmeyen akıbeti..

    öte yandan, romanın seyrini değiştiren iki karakter olan kübra ve annesi neden ve nereye gittiler? yusuf'la kübra'nın arasında hiç söylenmeyen ama onları birbirine çeken o garip elektriğin sebebi neydi? gibi gibi.

    !---- spoiler ----!

    taşra, kırsal, köyler, kasabalar sabahattin ali için her zaman çekici hikaye alanları olmuştur. osmanlı'nın zar zor ayakta kaldığı dönemler için de, tespitleri hayli yerinde ve düşündürücüdür. kuyucaklı yusuf da, sabahattin ali'nin tüm hikaye ve romanları gibi bir şaheserdir benim gözümde, yalnızca yarım kalmış bir şaheser.
  5. kitabın çok akıcı ve güzel bir dili var. geçtiği dönemi çok güzel analiz etmiş, yine kendi insanımızdan tiksindirmiştir. onun dışında kitabın kurgusu ve anlatış tarzıyla ilgili beni rahatsız eden şeyler de var.

    !---- spoiler ----!
    - yusuf'un annesini babasını niye öldürdüler? eşkiyaların rasgele ev basıp karı kocayı yataklarında bıçaklamaları saçma. zaten yusuf'un ailesinin fakir olduğunu söylüyor yusuf ilerde. nedense sonuna kadar bununla ilgili bir şey bekledim.

    -muazzez bir terziden(başkası da olabilir tam emin olamadım) ud dersi alıyorken yusuf orasıyla ilgili dedikodular duyduğu için bu dersleri bıraktırıyor. bu olay hakkında şahinde, salahattin ve muazzez'in hepsinin tepkisinden bahsederken bu dedikodulardan bahsetmiyor. niye bıraktırdın lan kızı dersinden? dedikodular neydi söylesene.

    - kübra ile anasının yusuf'a kötülük yapmak için motivasyonları ne tam olarak anlamadım. zaten kübra'ya baba oğul threesome yapmışlar. daha neyden korkup da yusuf'a kötülük yapma derdine girdiler anlamadım. ayrıca zeytinliğinde çalışarak nasıl bir kötülük yapacaklardı bahsetmiyor. zaten yusuf'un kübralarda bıçaklanma olayı bildiğin baya saçma.

    - şahinde tamam gezmeyi eğlenmeyi seviyor olabilir de kitabın sonlarına doğru yaptıkları karakterle yine de özdeşmiyor. 2 gün sadece bulgur yediler diye tutuyor kızını rakı sofralarına meze yapıyor. kucaktan kucağa kızı gezdiriyor ne için? birkaç bilezik, eve erzak, birde evdeki eğlenceler için masa tabak zımbırtı. e değdi mi kızı bütün edremitin şerefsizlerin kucağına attığına? bütün bunlara rağmen hala napıyorum ben dememiştir ki bir anne karakteriyle uyuşmuyor.

    - kitabın başlarında edremiti, yusuf'un çocukluğunu anlatırken de göze batan bir aksaklığı vardı. mahallenin çocukları hakkında o kadar bilgi ver, şuraya gezmeye gidiyolar, o bişeyler getiriyor, şu getirmiyor, bunları yapıyorlar falan diye. ama yusuf bunların neresinde katılıyor mu, katılmıyor mu? napıyor pek bir bilgi yok. bir tek bir çocuğa bir yumruk attığı var o kadar. bence yusuf'un çocukluğu ve karakterinin oluşması hakkında eksikler vardı.

    - ali'nin ölümünün yusuf üzerindeki etkisi de bence eksik ve yavan kalmış. yusuf ali'ye muazzez'in istemediğini bile söyleyemiyor üzülecek diye. ama ali ölüyor yusuf'un hiçbir şey yaptığı yok. tamam ali'in ölümü biraz işine gelsede yine de yusuf karakterinin buna biraz üzülmesi en azından bişeyler yapması lazımdı. en son tahsildarlığa atandığında bir arkadaşına gidiyor at almasında yardımcı olması için. orda eski günlerden bahsederken söz ali'ye gelince ağlıyolar falan. çok eğreti kalmış bu olay hikayede. ayrıca ali ölünce 420 altından bahseden de yok hiç. ayıp ettiler ali'ye.
    !---- spoiler ----!
  6. " varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi fakat yokluğu, müthişti." alıntısıyla beni özlediğini söylemişti. bari özlerken kuyruğu dik tutmaya çalışmasaydı.
  7. "yeni insan" adlı dergide yapılan bir roman soruşturmasında "sizce başlangıçtan günümüze en iyi on türk romanı hangisidir?" sorusuna verilen cevaplarda listelerin on beşinde adı geçen roman.

    söz konusu ankette yirmi bir katılımcı varmış. listesine bu romanı ekleyen isimler arasında; aziz nesin, yaşar kemal, yusuf atılgan, mustafa kutlu, vedat günyol, yaşar nabi nayır, turgut uyar gibi isimler bulunmaktaymış.
  8. toplumumuzun ne kadar değişse de
    hiç değişmeyecek olan yönlerini
    sürekli tekrar edecek hikayelerini
    asil hüznüyle eriterek bizlere servis eden romandır.