1. bu türk usulü trajedi sever iskandinav tayfanın danimarkada zentropa diye isimlendirdikleri dev arsaya sahip şirketleri vardır. von trier başta olmakla, yapımcı peter ålbæk ve diğerleri - ara-ara anderson da katılır - yaz kış demeden çıplak çıplak dolaşırlar zentropanın bahçelerinde.
    larsın depresyondan sıyrılıp senaryo yazmasını beklerler. lars döktürür ve carl th. dreyerin üstüne yemin edip, projeye atılırlar. zentropa harika yerdir yani. cihangirin yazdırmayan fularlı kafelerine benzemez, sınırsız ve seksüel doğa larsa senaryo fikri ve metnini bir vahiy gibi indirmekte yardımcı olur.

    bu ahlaksız adam aynı zamanda provokatifdir. manipüle eder, hisslerle dalga geçer, feministleri kızdırır, bol-bol erkek pipisi, tıraşlanmamış vajinaları close up-layarak sanat icraa eder. derdi ikiyüzlülüktür, insanın doğası itibariyle alçaklığı ve kirlenmiş erdem maskelerini suratlarından fırlatıp atmaktır.

    bir de larsın akıla mantığa sığmaz kamera kullanımı var ki, evlere şenlik. kamera altlığa ihtiyaç duymaz. titrer, netlik kaybolur, omuzda taşınır, yakına kesmelerin sayısı artar vs. adını bile paul thomas andersonla dogma koymuşlar. dogma on kuraldan, yasaktan ibarettir. türlü türlü fantezi denemelerine açıktır. yok efendim optik çekim yasakmış, ses sahne ve mekan destekli olup, suni metodlarla ortaya çıkamazmış, silah, ölüm gibi yapaylıklar sinemada olmayacakmış, hatta ve hatta egolarını bir köşeye atıp jenerikte yönetmen ismi yazılmayacakmış vs. tabii nasıl gaza gelmişlerse artık dogma yemini etmişler, orgi partiler, maskeler, havada uçuşmuş diyorlar. thomas hemen festeni çevirmiş, bizim lars"ta ilk deneme olarak idotsu çekmiş. bakmışlar kamerayla bildiğin maç yapıyorlar, ilk ihaneti de kendileri yapıp, dogmadan kaçmışlar.
    dogma hala var. öğrenci filmdir günümüzde dogma. art house yani. parasızlıktan canon 650 ile kompozisyon oluşturamamanın verdiği hüzün, ışıklandırmanın bedaş tarafından yapıldığı, sesinse kamera kablolu olduğu, anlaşılmayan bütün o öğrenci (eroinman temalı) filmler.
    zira dogma öldü, onu lars öldürdü...

    bir kısa anekdot daha ve şu rezilliği bitiriyorum: lars ilk filmi element of crime çektikden hemen sonra tarkovskiye postalar. tarkovski filmi izleyip, gavno (yani, bokum gibi) der. herifin en sevdiği yönetmenin bokuna benzettiği film, tarzını değiştirir.

    larsın kısa panaromik görüntüsü budur. aşırı beğendiğim ve neredeyse her detayını bildiklerime ciddi yorum yapamıyorum.
    konuşuruz bir gün yine.
  2. bir film izlerken sahnelerin devamında olacak şeyleri tahmin edersin, çoğu zaman filmin sonunu da tahmin etmeye çalışırsın. yönetmenleri buna göre değerlendiriyorum. hem sahneleri hem sonunu doğru tahmin edip üstüne bir de sıkılırsan zaman kaybıdır. sahneleri tahmin edip sonunda şaşırdıysan fena değildir. hiç bişi tutturamadıysan saçma sapandır, yönetmen olgunlaşma aşamasındadır. tahmin ettiğin gibi ilerliyor ve bitiyorsa ve yine de çok keyif aldıysan ustadır. (nuri bilge)

    tahminlerinle aynı yönde ama hep bir adım daha ilerdeyse, tahmin ettim ama bu kadarını düşünemedim diyorsan bir numaradır.
    abi
  3. sde
  4. sanat anlayışı muhtemelen 'art should disturb the comfortable' olan adam
    severek izliyoruz
  5. rahatsiz edici filmleriyle taninan yonetmen. (bkz: dancer in the dark) ve (bkz: breaking the waves) filmleriyle altin kure almistir. insanlarin toplu haldeyken ne kadar kotulesebilecegini anlatan (bkz: dogville) en cok begendigim filmidir.
    zsd
  6. her filmi ile bir seyleri tekmeler. devrilen devrilene. kafa yapisi ilginc. iyi ki var.
  7. benim için trier, bir film yönetmeni olmaktan ziyade, hayat akmaya devam ediyorken kamerasını alıp olayları çeken ve bunları birleştiren bir kişidir. sanki derdi bir film çekmek değilmiş gibi. o sırada tesadüf eseri orada bulunuyormuş gibi. dogville hariç. ki en sevdiğim filmidir.
  8. yönetmen mönetmen değildir.

    filozoftur.