• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
le jeune karl marx - raoul peck
genç karl marx, raoul peck'in yönettiği, 2016 yapımı biyografik sinema filmi. filmin senaryosunu pascal bonitzer ile birlikte raoul peck'in yazdığı film, politik ekonomist, devrimci karl marx'ın 1844 - 1848 yılları arasındaki hayatını anlatmaktadır. vikipedi


  1. “Yerdeki odunların toplanması ile odun hırsızlığı, dolayısıyla bütünüyle farklı şeylerdir. Hem edimleri hem de bu edimlerin yöneldiği nesneleri itibariyle ayrışırlar, zira birbirinden tamamen farklı iki düşüncenin ürünüdürler; bir düşünme tarzını diğerinden ayırt etmemizi mümkün kılan nesnel ölçüt, edimlerinin biçimi ve içeriğinden başka ne olabilir ki? Yine de, bu özsel farklılığa rağmen, her iki edimi de hırsızlık olarak tanımlayıp cezalandırabilirsiniz. Doğrusu, odun toplamayı odun hırsızlığından çok daha sert biçimde cezalandırmış olursunuz, zira onun hırsızlık olduğunu ilan ederek halihazırda bir kere cezalandırmışsınızdır ki, bu da gerçek odun hırsızlığında açıkça telafuz etmediğiniz bir cezadır. Yerdeki odunların toplanmasını, odunların katli olarak adlandırmış ve bir cinayet gibi cezalandırmış olmalıydınız. Kanun, hakikati söylemenin evrensel zorunluluğundan muaf değildir; hatta şeylerin doğal yasasının evrensel ve otantik bir sözcüsü olduğundan buna iki kere zorunludur. Tam da bu yüzden, şeylerin doğal yasası kanununa göre değil, kanun şeylerin doğal yasasına göre düzenlenmek zorundadır. Ama eğer kanun, hırsızlık terimini, en fazla bir orman yönetmeliği ihlali olarak sayılabilecek bir fiile dahi uyguluyorsa, o zaman kanun yalan söylüyor demektir ve yoksullar da hukuki bir yalana kurban gitmektedir”

    -“Odun Hırsızlığı Yasası Üzerine tartışmalar”, Genç Düşünceler (1838-1845), Karl Marx, derleyen: Önder Kulak, sf. 142, Notabene yayınları.


    Rouel Peck’in Der junge Karl Marx’ı (Genç Marx) -tahmin edilebileceği gibi- insan Marx’ı, gençlik dönemine odaklanarak, bir politik figür ve düşünür olarak gelişimi içerisinde göstermeyi amaçlamış. Spoiler vermiş sayılmam, hikaye zaten biliniyor; film, “Odun Hırsızlığı Yasası Üzerine Tartışmalar” ile başlıyor, Komünist Manifesto‘nun yazılışı ile sonlanıyor. Gazete yazarlığından başlayarak, Engels ile tanışmaları, birlikte Weitling ve Proudhon’a karşı geliştirdikleri polemik, arada karşılaşılan Bakunin, Hegelcilikten olduğu kadar, dönemin ütopik ve anarşizan düşünceleriyle çatışmaları bu amaç doğrultusunda anlatılıyor. Komünist Manifesto’nun doğuşuna kadar olan dönem içerisinde ele alınıyor genç Marx. Mesele elbette, bilinen biyografinin burada nasıl filme dönüştürüldüğü,

    Parasızlıkla, sansürle, sürgünle, iktidarın baskısıyla uğraşmak, yanı sıra kendini döneminin etkili ve güçlü muhalif düşüncelerinden ayrıştırmak, bu ayrışma içerisinde kendi düşüncelerini değil yalnızca düşünme biçimini de inşa etmek çabası içerisinde insan Marx’ı görüyoruz. August Diehl, işin üstesinden gelmiş. Koltuğunun altında Vakfıkebir ekmeğiyle gördüğümüz, baba olduğunda nasıl sevindiğine tanık olduğumuz, içtiğini ve seviştiğini izlediğimiz Marx, kendi düşüncelerini oluşturma sürecinin en önemli evrelerinden geçen bir düşünürün insani varlığını gösteriyor. Bir düşünür olarak Marx’ı Marx yapan düşünce biçiminin oluşumunu da bir gelişim süreci olarak izliyoruz. Ne bilindik anlamda bir filozof, ne de tek başına politik bir figür; ki, biliniyor olsa gerek, Marx söz konusu olduğunda ne olduğuna karar vermek veyahut da dengeyi tutturmak zor bir meseledir.

    11. Tez’in sarhoş bir kafanın ürünü olması, iyi bir ironi bana kalırsa. Aslolan elbette dünyayı değiştirmektir ne de olsa! Çeşitli polemikler içerisinde proletarya kavramının vurgulanışına tanık oluyoruz, özellikle Engels ile tanışmalarından sonra. Tarihi sınıf savaşımının tarihi olarak ve toplumu sınıf savaşımının arenası olarak gören devrimci bir düşünce, adım adım şekilleniyor. Filmde geçişlerin hızlı olduğunu söyleyebiliriz, ama biyografilerinden az çok bilindiği üzere zaten devrimci filozofun kendi ismiyle anılacak düşüncesinin oluşum süreci de hızlı geçişlere sahip. Böyle olduğu için cazibesinin gücü kadar, kaçınılmaz celişkilerle alınan bir yol olduğundan bahsedebiliriz. Genç Marx, hırslı ve neredeyse kibirli bir görünüme sahiptir polemiklerinde. Muarızlarıyla, özellikle Weitling ile çatışmasında, rasyonalist-Aydınlanmacı bir konumda yer alır. O zamanlar baskın çıkmıştır bu konumlanış, ama bugünden baktığımızda çatışmanın hala Marx’ı haklı kıldığını tümüyle söylebilir miyiz? Tartışılır. Fakat, yönetmenin Marksist bir noktadan baktığını söyleyebiliriz, Weitling bu gösterimde ister istemez biraz uçuk kaçık, patalojik bir tip olarak görünmüş.

    Althusser’in “genç Marx” meselesi de bu noktada başlıyor. Sürekliliğe değil kopuşa odaklıdır Althusser’in Marx okuması. Gaston Bachelard’tan ödünç aldığı “epistemolojik kopuş” kavramını uyarlayarak, Marx’ta bir epistemolojik kopuş tespit eder -ya da etmeye çalışır. Bu okumadaki genç ve olgun Marx arasındaki Althusserci ayrım, insan Marx’ın bir düşünür olarak bir gelişim süreci katettiğini ve bu gelişimdeki sürekliliği yadsımaz. Fakat, Althusser, Marx’ın düşüncesinde, teorik ve dolayısıyla kategorik olarak ideoloji’den (felsefi bilinç) bilim’e (tarih bilimi) geçiş anını kayıt altına almakta ısrarcıdır.

    Althusser’in, Marx’ın metinlerin içinde yerini tespit etmeye ve bu yeri teorik olarak temellendirmeye çalıştığı kopuş, özel olarak Marksizmin krizi’ne çözüm üretmek üzere girişilmiş bir çabadır. Genel olarak da ideoloji-bilim-felsefe ayrımını ve bunların politika ile olan ilişkisini bir problematik olarak gündeme getirmesiyle dikkate değer bir okuma girişimidir. Marx İçin adlı kitabında, Kapital’i Okumak‘ta bu ayrımlar meselesi güçlü bir şekilde ortaya konulur. Althusser, Marks’ın düşüncesini, “genç Marx”ın rasyonalist-ilerlemeci tarih aylayışından ve Hegelci diyalektiğin belirlenimden kurtarmak ister.

    Filmde, genç Marx’ı 1848’e, yani Komünist Manifesto‘nun yazılışına kadar olan dönem içerisinde görüyoruz. Oysa Althusser’in, Marx’ın eserlerinde tespit ettiği üzere, 1845 “genç Marx”tan “olgun Marx”a geçiş tarihidir. Doktora tezinden 1884 Elyazmaları’na ve Kutsal Aile’ye kadar ki dönemi Althusser, söz konusu metinlerin ideolojik evreye ait olması anlamında “genç Marx” olarak sınıflandırır. Hatta bu dönemi de ikiye ayırır. İlk dönem, 1842’ye kadar Die Rheinische Zeitung’ta yazdığı rasyonalist-liberal evre ve ikinci dönem, 1842-1845 arası rasyonalist-toplulukçu dönem. Marx, -Althusser’e göre-, bu dönemler boyunca sürekli Hegel’den uzaklaşan Hegel ile hesaplaşan bir düşünürdür.

    Filmde bu evreleri, iç içe geçmiş meseleleriyle, bir gelişim süreci olarak izliyoruz; sonunda, proletarya kavramına dayalı komünist fikrin belireceği ve komünizm adının sınıf savaşımının ezilenler cephesindeki adı olarak yeniden formüle edileceği bir süreç. Althusser içinse, Marks’ın düşüncesindeki “teorik anti-hümanizm”in olarak ortaya çıkışının koşulu, sonrasında da çelişkilerle yol alınmış olsa bile, 1845’te bir epistemolojik kopuşun gerçekleşmiş olmasıdır. Buna göre, Alman İdeolojisi, eski ve yeni dilin, eski ve yeni bilincin iç içe ve istikrasız halde bir arada bulunmasına rağmen, asli kopuş yeridir. Filmde belki kısa fakat belirgin bir şekilde iki metnin yazılışının vurgulandığını söyleyebiliriz. Felsefenin Sefaleti (1847) ve Komünist Manifesto’nun(1848) yazılışı. İlkinde Proudhon’un Sefaletin Felsefesi‘nin satır satır alt üst edildiğini, ikincisinde komünizm fikrinin kendi dilini ve kavramlarını formüle eden bir kavrayışın doğuşunu izliyoruz. Felsefi-politik hesaplaşmalar ile Marksist düşüncenin belirişi böylece vurgulanmış, öne çıkarılmış oluyor.

    Elbette Althusser’in Marx okuması ya da müdahalesi, kendisinin hiç istemeyeceği bir yere gitti: Marksizm sonrasına! Krize bir çözüm bulup bulamadığı tartışılır, fakat post-Marksizmler’in günahı da sevabı da büyük ölçüde Althusser’e aittir. Ben sevabının daha çok olduğunu düşünüyorum! Marksizmin ya da Marks’ın düşüncesinin sınırlarını ve kavramsal sistematiğini belirginleştirme girişimi, bu bir “semptomatik okuma” olacaksa, o sınırların zorlanmasını ve aşındırılmasını beraberinde risk olarak getirir. Yeniden okumanın yönünü nihai olarak tayin etmek olanaksızdır.

    Masum bir okuma yoktur, ne de olsa.

    Filmden önce ya da sonra, Edward Hallet Carr’ın Karl Marx biyografisine göz atmak yararlı olabilir. Özellikle “Almanya, Fransa Belçika” başlıklı birinci kısma. Marx’ın “odun hırsızlığı yasası” üzerine yazdıkları dahil, gazete yazıları ve çeşitli çalışmalarının içinde yer aldığı iyi bir derleme var, yukarıda geniş bir alıntı aktardım: Neymiş bu genç Marx diyecekler için, .oğunluğu türkçede yayımlanmamış yazılardan oluşan Genc Düşünceler (1838-1845)’in elde bulundurulması lazımdır. Sadece film izleyeceğiz ne ev ödevi çıkarıyorsun demek, hakkınız elbette. Güzel film! Marx’ın hayaletleri bir şekilde dolanıyor ortalıkta son zamanlarda. Ne şekilde belki tartışılır, ama biliniyor hayaletler söz konusu olduğunda tuhaflıkları nasıl açıkladığınızın pek önemi yoktur. Film, umulur ki Marx’ı düşünmeyi, Marx’tan sonrayı düşünmeyi, Marx’la birlikte düşünmeyi biraz daha kışkırtsın.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/