1. susmanın su kenarındayız bugün
    ne kadar sevgiyle konuşsak -konuşuyoruz da-
    korkuyoruz göz göze gelince hilmi bey
    korkuyoruz
    sanki gözler rakiptir de birbirine -öyle değil mi-
    ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
    bir yokuştan bir yokuşa sürekli
    – nereye?
    – bilmem ki
    ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
    alkol sesleri
    dağlarımızda, iç denizlerimizde
    ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
    yerine saplanıyor bir sürahi
    pencereler şaşkın
    perdeler bir uzak yol kadar uzun
    ve balkon
    kendi dudaklarında şimdi
    donmuş bir tavus kuşu
    bir tavus kuşu yontusu belki
    ne tuhaf
    demin de aşağıdan bir bando geçti
    sormak isterdim sana
    bir bando şefinin hüznü nedir hilmi bey
    bir bando şefinin uykusu
    nasıl bir uykudur ki hilmi bey
    ne kötü
    elimde bir çiçekle yaz geçti.
    ve bugün
    çepçevre oturduk masanın başına gene
    bezik oynadık hilmi bey -her gün oynuyoruz ya-
    giysisiz, sadece kombinezonlarımızla -öyle işte-
    oda çok sıcaktı -lal renkli çini soba-
    seniha korse takıyor, yahudi matmazel
    nerdeyse çıplaktı -terliyor terliyor terliyor-
    ve cemal bir köşeden bize bakıyordu
    bakmıyor gibi bakıyordu
    durmuyor gibi duruyordu da
    benim anlamadığım işte bu
    dün dudağını kesti çarşıda
    kırmızı bir balıkla oynuyordu
    öptü bir ara balığı -neden-
    öperken dudağını kesti
    balık da kırmızıydı, kan da
    ve balık yüzerekten geçti -gördüm iyice-
    dudaklarından
    durdu cemal gibi biraz ötede
    durmuyor gibi durdu
    ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
    bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
    yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
    melekler dişi midir hilmi bey
    dişidir diye tutturdu
    yani ben..
    öyleyse neyim
    elimde bir yapma çiçekle.

    adım cemile ya, çok seviyorum adımı ben
    çocukluğudur insanın adı
    cemal şimdilik cemal’dir -evet, öyledir-
    benimkisi bir anımsama -cemile-
    cemal – cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
    ezilmiş iki vişne
    ve akşam
    akşam ki sallanacak hamağını buldu
    buluyor
    sular menekşelendi hilmi bey
    karpuz lambanın altında
    yorgunum biraz -bütün gün içtim-
    hepimiz içtik
    cemal odasından çıkmadı hiç
    tangolar çaldık üstüste
    eski tangolar -bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
    ben pencereden bakarken
    kimseler ölmemişti
    ölüm diye bir şey yoktu ki hilmi bey
    var mıydı?-
    yüzümden bir şeyler aktı aktı
    içim de menekşelendi hilmi bey
    gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
    hiçbir yere gitmiyor.
    nedense odasına kapandıkça cemal
    soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
    hırslı bir dişi gibi
    ester, diyorum, ester
    gülümsüyor hafifçe
    bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
    öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
    hilmi bey
    tam öyle
    hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
    üç kişi kalıyoruz birden
    yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
    parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
    içimde bir soğukluk
    dışımda bir begonya.
    karanlık iyice dışarısı
    rakımızı bitirdik -üçümüz-
    cemal odasından çıkmıyor
    birazdan ester de gelecek
    koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
    gene bir haç gibi olacağız dördümüz
    bir evin içinde kocaman bir haç
    kutsal değil, kirli
    coşkulu değil, kırık dökük
    sevinçle çekeceğiz onu kendimize.