1. ülkemizin güneydoğu anadolu bölgesinde bulunan bir ilimiz. ipek yolu'nu üzerinde bulundurmasıyla da, tarihte önemli bir konuma sahiptir. her ne kadar şuan adını duyduğumuzda, terör olayları gelse de, 3 gündür bulunduğum bu şehirdeki gözlemim, insanların kendi halinde mutlu oldukları.

    özellikle çocukların yüzünden bu mutluluk belli oluyor. zira kendi çocukluğumdan beri, uçurtma uçuran çocuklar, el ele tutuşup çocuk şarkıları söyleyenler, yamaçlarda papatya toplayanları bir günde ilk defa gördüm. şehrin kendi özelliği olan, dar sokakları, yan yana bulunan camii ve kiliseleri, gümüşçüleri, çatısız evleri de gelip görünülesi şeyler.
  2. dünden beri hararetin dinmediği yer. bir bomba da orada patladı. bir sürü insanın canı yandı. nasıl bir akıl tutulması ki ellerine geçen her fırsatta bir çok insanın kanına girmekten zevk alıyorlar. diğer yandan benim çok merak ettiğim şehirlerden biri.
  3. mount & blade: warband'da fethetmeyi ve sokaklarında dolaşmayı en çok sevdiğim shariz şehri gibi, assassin's creed'de oradan oraya atladığım evlere sahip şehir ve şehirler gibi, prince of persia filmindeki alamut şehri gibi ve en çok da çocukluk oyunum prince of persia: the two thrones'da beni kanser eden engellere sahip şehir gibi mardin.

    bunlar ilk yorumlar. gelişen olaylar şöyle: gidiyorum mardin'e, sadece içlerinden bir kişiyi tanıdığım bir aileye misafir olarak. ilk hamlede beni aile yemeklerinin içerisine sokuyorlar ve sürekli yedirip içiriyorlar. ben diyeyim 100 kişilik aile siz deyin 200 kişilik. yemekler dehşet. adeta diyorum ki ben istanbul'da döner ekmekle neden kendime eziyet ediyorum. sonra gidiyorum eski mardin'e. mardin ulu camii'nin minaresine çıkarsam her şeyi çok daha mükemmel görürüm diyorum. imam buraya obama gelse bile çıkartmam diyor. yasak diyor. iki muhabbet sonra izin veriyor. minarenin en tepesine ulaştığımda vücudumdaki su oranının bir hayli azaldığını fark ediyorum. lakin o manzara karşısında öylece kalakalıyorum. şu an buraya yazacağım kelimelerle o anı anlatamam. dehşet bir manzara. neyse geçelim buraları. mardin kalesi'nin bir tarafında simsiyah kubbemsi bir şey dikkatimi çekiyor. daha önceden de duyduğum gibi mardin kalesi nato'nun bir üssü. bu kadar efsane stratejik başka bir yer olamazdı. şöyle ki, kale çok yüksekte ve mardin şehri dışında görülen her yer dümdüz. karşı taraf alayına suriye'ye kadar uzanıyor. çıplak gözle bile suriye sınırında oluşabilecek her hareketliliği görmek mümkün. neyse daha sonra merak ediyorum ve iphone 5 telefonumdan türkiye'deki nato üslerine bakıyorum ve çarpılmışcasına donup kalıyorum. memleketimizde 24 adet nato üssü olduğu hakkındaki rapor beni üzüyor. şu ana kadar sadece incirlik'in ismini duyduğumu hatırlıyorum. 24 fazla geliyor bana. o değil de her yerimizi sarmış orospu çocukları. herhangi acil bir durumda dış müdahalede bulunma imkanımız neredeyse yok edilmiş. türkiye'nin en önemli noktalarında belki daha ismini cismini bilmediğimiz yüzlerce üs. salın artık şuraları be orospu çocukları. gidin miami'de sörfünüzü yapın. diye düşünüyorum.
  4. mardine gelirseniz, eski mardinden süryani şarabı almak yerine, ulaşım imkaniniz varsa deyrulzafaran manastirina uğrayıp oradan alabilirsiniz şarabi, zeytinyağı da var kendi bahçelerinden. tavsiye ederim. sanirim otogardan cikinca bi 6 km falan uzaklikta. navigasyon göstermiyor ama nusaybin yolu üzerinde solda ki eski yol, tabela var zaten yol üzerinde.

    yalniz ayinler sirasinda kiliseyi gezemezsiniz, yarim saatten biraz fazla sürüyor ayin. manastira ucretsiz giriliyor ama kilisenin içi için öğrenci 5 sivil 10 tl alıyorlar, kapiya da restorasyon ve bakim masraflari icin para alindigi yazisini asmışlar. zeytin bahçesine bakan bahçivan abiye görünmeden bahçeye girmeye çalışmayın, ya burası yasak mı diye düşünürken kızgın bir şekilde yanınızda bitebilir.