• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.00)
masumlar - burhan sönmez
"sır kitabı" taşıyan bir kadın, masum şiirlere inanır.
uykusuz bir adam, mezarlıklardan ve ölümün kıyısından geçerek hayata tutunmaya çalışır.
herkesin bir sırrı ve bir günahı vardır.
adamla kadın, bir gün kaderin kırık köprüsünde karşılaşırlar.
kadın "kitap falı" bakar, adam kendi kendine bozkır türküleri mırıldanır.
haymana ovası'nda, tahran'da ve cambridge'te geçen hayatlar…
eski zamanların umudunu taşıyan bu romanda burhan sönmez, farklı rüzgârların savurduğu çok sayıda kahramanı usta bir incelikle bir araya getiriyor.


  1. Masumlar’ın ilk dikkat çeken özelliği akışkanlığıdır. Ancak rahat okunan, tek seferde başlayıp bitirebileceğimiz -bitirmek isteyeceğimiz- romanı, benzer başlık altında sınıflandırılabilecek örneklerinden kategorik olarak ayırmak gerekiyor. Kolay tüketilemeyecek bir roman Masumlar; anlatım biçimiyle olduğu kadar, politik ve felsefi muhtevasıyla da dikkat çekici bir roman. Önermeleri ve teklifleriyle üzerinde –dikkatle- durmayı, tartışmayı gerektiriyor. Kimi yönleriyle ‘naif’ ve ‘romantik’ görülebilir ilk bakışta, edebiyatın “iyileştirici gücü”nden hareket ediliyor, “umut ilkesi”ni ayakta tutmak ve insana dair “güven”i çıkış noktası yapmak istiyordur: “İnsan, insanın sığınağıdır” sözü, romanın mottosu olarak öne çıkıyor bu bakımdan.

    Thomas Bernhard gibi öfkeli ve yıkıcı bir yazarın girdaplardan oluşan kitaplarına gömülmüşken, umuda ve insana inanan bir yazarın ‘iyimser’ sesini duymak kolay değil. Masumlar, buna rağmen meseleriyle inandırıcı geldi bana! Yok Etme’nin yıkıcı sayfaları arasında, ortalarda bir yerde başlayıp bitirdim kitabı. ‘İyi edebiyat’ dediğimiz şey, asıl olarak sanıyorum, sahip olduğu ‘sahicilik’ duygusuyla ortaya çıkıyor. ‘Sahicilik’ tartışmalı bir kavram belki, ama bunu birbirine aykırı seslerin gücünü sağlayan ortak bir dert ediş halinden kaynaklandığını öne sürebiliriz. Bambaşka çıkış noktaları, görme biçimleri, duyumsayışları, dilsel tercihleri olan iki yazarı belirli bir noktada anlamamızı ve yakınlık duymamızı sağlayan şey, aykırı noktalardan hareket ediyor olsalar da ‘insana dair olan’ı dert edişleridir sanıyorum. Bu açıdan, belirli bir düzlemde, nihilistik düşünceyle ütopik olan düşünce eğiliminin bir araya geldiğini, ‘zamanın ruhu’na itiraz etme noktasında benzer bir eleştirellikten kalkış yaptıklarını söylemek mümkün. Yine de, edebiyat düzleminde ayrımı göz ardı etmemek gerektir: Masumlar, parcalanmış dünyanın acısını dindirmek ve bir parçada olsa bu parcalanmışlığın bilincini taşıyan okuru iyileştirmek isterken, Thomas Bernhard romanları okurunu dehşetin bir parçası olarak tiksintiye ortak eder, ne yapacağını bilemeyeceği bir girdabın -ortak olduğu suçun, suçluluğun- içine sokar.

    Mesele bizzat insan’ın kendisidir elbette. Her zaman. Bütün bir masumiyeti ve günahlarıyla. Geçmişi ve bugünüyle, insan. Kötümser ve iyimser arasındaki fark, kelimelerle seyler arasındaki gediği katetme biçimlerinden kaynaklanır belki; birleştikleri noktaysa, şeyleri artık -hiçbir düzlemde- oldukları gibi göremiyor olmalarıdır. Kelimeleri de. Aradıkları, kelimelerin ve şeylerin düzeni’nden çıkıştır; daha “iyi”ye doğru, ya da daha “kötü”ye.

    Masumlar’da bir ‘terkip’ halinde -ya da ‘terkip’ düşüncesiyle- iki ayrı dünya resmediliyor. Bugün ile geçmiş, içinde yaşanılan dünya ile hatırlanan dünya, gelenek ile modernliğin dünyası -şehir ile köyün, söz ile yazının, masal ile romanın dünyası aynı zamanda. Belki buraya, çocukluğun dünyasıyla erginliğin dünyasını da eklemeli. Böylece, iki farklı zaman ve mekan tasarımı, insan eğer Heidegger’in dediği üzere zamanın cisimlenmiş haliyse iki farklı insan kavrayışı, hayatı ve ölümü farklı kurgularla içeren iki ayrı varoluş biçimi –karşıtlık halinde- gösteriliyor.

    Bir açıdan, bugünün karşısına geçmişin, şehrin insanına karşı köyün dünyasının çıkarıldığını düşünebiliriz. Ancak bu, romanın çift yönlü yaklaşımının yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Bir kontrast halinde bu iki dünya resmediliyor ve bugünün dünyası geçmişle karşılaştırmalı olarak olumsuzlanıyorsa da, romanın meseleyi tümüyle bu noktaya indirgediğini söyleyemeyiz. Bu açıdan “özcülük” tehlikesinin sınırlarında dolanıyor roman, ama önermelerini o noktaya indirgemiyor. Kopuş gerçekleşmiş, kopuşun şiddeti geri döndürülemez bir şekilde bölünmeye damgasını vurmuştur. Modern kavramının tam da bu kopuş meselesi ile birlikte bir sorun olduğunu söylemek mümkün. Modern dünyayı bir problematik haline getiren de, bir bakıma bu kopuş durumu ve içerdiği süreksizliklerdir.

    Masumlar’da, iki farklı anlatım biçimiyle bu ayrımın belirginleştirildiğini görüyoruz. Birbirini izleyen bölümlerde, şehri ve bugünü anlatırken tutuklaşan, kesintili ve parçalı olan, boşluklarla biçimlenene dil, geçmişe ve köy yaşamını anlatmaya yöneldiğinde akışkan, genişleyen, bütüncül bir anlatım biçimine bürünüyor.

    Burada, altı çizilmesi gereken nokta, resmedilen iki dünyanın bir bütünsellik arayışıyla ele alınışı, kopuştan değil süreklilikten hareket ediliyor oluşudur. Masumlar’ın çift yönlü yaklaşımının ikincil özelliği burada ortaya çıkıyor. “Süreklilik ve kopuş” meselesinde Masumlar’ın bakışı modern’e karşı modernist bir itiraz biçimine bürünüyor, kopuş’un yerine süreklilik’e odaklanıyor. Dahası, kopuşun şiddetinin açtığı gedikleri aşmayı, parcalanmayı sürekliliklerden hareketle telafi etmeyi arzuluyor. Bu çerçevede, romanın asli meselelerinin etrafında toplanıp konuşulabileceği temel bir kavramın, “Bütünlük” kavramının ortaya çıktığı yeri de işaretleyebiliriz.

    Modernliğin bir “bütünlük kaybı” olarak sorgulanması ve karşısına “bütünlük arzusu”yla çıkılması yeni bir şey değil elbette. Bütünlük kavramı, başından itibaren hem bir cazibeye, hem de bir tehlikeye sahip. İnsan oluş hikayesinin temelinde de bütünlük kaybı bulunmaktadır; doğadan kopuş aynı zamanda bütünden kopuştur. İnsan tekinin ‘bilinçli bir varlık’ haline gelişi kurucu bir bölünmeyle gerçekleşiyor.

    Eleştirel düşüncedeki bütünlük kaybı ise ‘ikinci bir doğa’ olarak kabul edilen kültürel bütünlüğün, belirli bir kültürün doğa-insan ve insan-insan ilişkilerindeki bütünselliğin, bir anlamda da şimdi ile geçmiş arasındaki sürekliliğin parçalanmasından hareket ediyor. Modernliğin doğuşuyla ortaya çıkan itirazların, romantik düşüncenin ilk ve temel karşı koyuşlarının bütünlük kavramıyla ilişkili olduğu biliniyor, bu bakımdan. En güçlü ifadelerinden birini Lukacs’da bulacağımız ‘şeyleşme’ eleştirisinin de, hem çıkış hem de varış noktasıdır ‘Bütünlük’ kavramı. Buna göre, birey-insan bizzat kendi içinde parçalanmış, kendi hayatının yabancısı olmuştur artık.

    Masumlar, bir anlamda bütün bu eleştirel çizgi üzerinden yürüyor, kopuşları yadsımak, yoksamak, o kopuşları geri almak ya da geri döndürmek icin değil, sürekliliklerden hareket ederek bütünlüğü yeniden oluşturabilmek, kopuşun yol açtığı bölünmeyi yeniden -başka türlü- bütünselleştirebilmek istiyor. Moderliğe yönelik yaklaşımı Walter Benjamin’in tavrını getiyor akla bir çok yönüyle. Bu anlamda, “süreklilik ve kopuş” ilişkisini sorunsallaştırıyor roman. Modernliğin eleştirisi içinden sürüp gelen bu eğilim, Masumlar‘da kendine özgü bir boyut kazanarak eleştiriyi bize özgü bir tarihsel-toplumsal bir bağlam içinde ele alıyor olmasıyla belirginleştiriyor.

    İlerilik-gerilik gibi kavramsallaştırmalar da reddediliyor romanda doğal olarak. Bunu önemli bir nokta olarak kaydetmek gerek. Süreklilik yaklaşımı, geçmiş ile bugün arasında kurulmak istenen bütünsellik arzusu, dolayısıyla ilerik-gerilik ikiliğinin geçersizleştirilmesini de beraberinde getirmektedir. Masumlar’a böylece, bir roman biçimi olarak, modern-öncesi dünyanın birikimlerinin, günümüz dünyasının anlatı evreniyle birleştirilebilme kaygısı damgasını vuruyor. Köyün, gelenek ve masalın dünyası bütünlükle eşleştiriliyor, o da geçmişin mutlulukla eşitlenmesini getiriyor, ki özcülük tehlikesinin belirdiği yer de burasıdır bir bakıma. Ancak, roman, “hadi gelin köyümüze geri dönelim” çağrısı anlamına gelmiyor hiçbir şekilde.

    Bütünlük meselesi romanda salt bir “kökenlere dönüş fantazisi” olarak yer almıyor; bir süreklilik arzusu olarak işlem görüyor, geçmişe dönmeyi değil geçmişi çağırmayı hedefliyor esas anlamıyla. Romanın karakteri Brani Tawo hatırlayarak, hatırladıklarını anlatarak ulaşmaya çalışıyor bütünselliğine; içinde yaşadığı yalnızlığın, yabancılığın, bölünmüşlüğün aşılabilmesinin bir imkanı olarak beliriyor geçmişin anlatılması. Aşk hikayesinin -süslerinden arındırılarak- romanda işletilmesinin anlamı da bununla ilişkilidir yine.

    Bir terkipten söz etmeyi olanaklı kılan da, bu temelde belirginleşen süreklilik arayışı, geçmiş ile bugün arasında bir köprü kurma denemesidir. Bu köprü anlatısaldır ve hakikatin, esas itibariyle, kurgu yapısında olmasından hareket eder. Burhan Sönmez’in yönelimi, bir anlamda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın izini sürmektedir. Masumlar’ın bir yerinde Huzur’un adı geçer; kısa bir değinidir yapılan, ama bunu modernlik sorunu ve süreklilik bahsinde Tanpınar’a yönelik ilginin işareti olarak vurgulamak yanlış olmayacaktır. Tanpınar, kabaca söylersek, geçmişe yaklaşımımızda “oidipus kompleksi”yle hareket ettiğimizi ifade eder ve yerine “anne hasreti” diyebileceğimiz bir yaklaşım önerir. Masumlar, birebir olmasa ve her yönüyle örtüşmese bile genel bir eğilim ve tavır olarak, bu süreklilikler kaygısının sürdürücüsüdür.

    Bu anlamda, bizzat Masumlar romanının kendisini, biçimsel özellikleri ve felsefi eğilimleriyle bir terkip girişimi olarak ele almak mümkün. İkilikler aşılmaya, anlatı düzeyinde iki ayrı dünyanın dilsel imkanlarını birleştiren bir bütünlüğe gidilmeye çalışılıyordur. “En genel anlamda,” diyor Burhan Sönmez -bir röportajında- “masalın büyüsünü romanın büyüsünde damıtmak istiyorum.” Bu açıklama, kitabın bahsedebileceğimiz meselelerinin odağını ve yönelişini doğrudan işaret ediyor. Eski ile yeni, geçmiş ile bugün, masal ile roman ve asıl olarak -hepsini içerecek şekilde belkide- söz ile yazı arasında bir terkib arayışıdır söz konusu olan. Yazarın ilk romanı Kuzey’de de ortaya çıkan bir eğilimdir bu, ancak orada daha masalsı ya da masal ağırlıklı bir insanlık hikayesi olarak kurgulanmıştır bütün bir anlatı. Masumlar’da ise söz ile yazı arasında terkip düşüncesi, söz’e yazı’nın içinde soluk aldırma girişimi daha belirgin bir arayış halinde roman sanatının imkanları ve formlarıyla birleşerek işletiliyor.

    Burhan Sönmez’in, bu iz üzerinden gidip gitmeyeceğini ya da ne tür denemeler yapacağını ve nasıl bir yol katedeceğini kestirmek zor. Ama, yine de sanıyorum, “sözlü kültür” ile “yazılı kültür” arasında köprü kurma girişiminin içerdiği-ima ettiği politik ve felsefi tartışmalarla Masumlar’ın kendi başına kaydedilmesi de yerinde olacaktır.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com