1. (*:yazım hataları şiirin orjinaline sahip olmadığımdan kısmen düzenlenmiştir. )


    i

    her şey bir acının bilincine varmakla başladı
    bir taşı kaldırıp bakmakla, bir kapıyı açmakla
    bir el, hep bir şeyler yazdı bir doğduktan bu yana
    şimdi bütün yaşadıklarım karalama kâğıtlarında kaldı.

    bir kalem, kendi kendine yazar bu şiiri
    insanlar işlerine gider, ben acıya giderim
    bir günde bütün isalarımı çarmıha gerer
    ve her günümü milat bilip, yekinirim.
    güzelliğim, ağlayan bir çocuğun güzelliğidir.
    mutluluğum, örneğin hapisteki bir adamın
    eline bir gül geçtiğindeki mutluluğuna benzer.

    ii

    her şey, beni saran bu dünyada bir yangının çıkmasıyla başladı.
    kaçıracak bir şeylerim olup olmadığını düşündüm.
    kitapların çoğunu okumuştum. ve ellerim
    bütün şiirleri bir çırpıda yakmaya hazırdı
    yaktım mı onları bilmem, yoksa yakmış gibi mi oldum?
    oldu ne olduysa...

    her şey, üstüme örttüğüm gökyüzünden oluk oluk
    bir yağmurun boşanmasıyla başladı.
    yağdı, ayak izlerimin üstüne. yağdı, naftalinleyip
    yüreğime sokuşturduğum anıların üstüne.
    unuttum mu onları bilmem, yoksa unutmuş gibi mi oldum?
    oldu ne olduysa...

    iii

    acı, ağır bir katran gibi yayılınca bedenime
    yüreğime binlerce uçurum eklenir artık
    geriye dönüp de bakmak gelir içimden
    yumruklarımın gökyüzünü dövdüğü, o milattan önceki devirlere
    bana yarınlardan, bana doğacak güneşlerden söz ederler
    ben bugünleri yakıştıramazken kendime.

    iv

    yüreğimdeki o yolunmuş gül dağınıklığını
    aklıma vurmaya çalışalı çok günler geçti
    anladım ki, hayatım artık yeni gülleri doğuramamakta.
    son sözümü söylemek istermişçesine insanlara
    intihara uyanıyorum her uyanışımda.
    yüreğimde hiçbir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var.
    günlerce hiç kımıldamadan oturmuş, ya da kendimi duvarlara vurmuş gibiyim.
    hayat karşısında yorgunum artık
    ve zindeyim ölümün mihrabında.

    çiçek, sadece bir çiçek olarak duruyor önümde
    (doğanın bir kanıtı olarak değil)
    yağmur, insanı ıslatır anca.
    çocukların da her hareketleri ölüme koşullu
    ha bir yıl önce, ha bin yıl sonra...
    (kaç yıl var ki, kendimi çiçeklerle, yağmurlarla, çocuklarla avuttum)
    hayat deyince, yeni doğmuş bir bebeğin o ilk çığlığı geliyor kulaklarıma
    onun yaşayacağı acılar sonra.

    aklım bir çağlayanın en devingen yerine benziyor
    hiçbir düşünceyi yakalayamıyorum köpürüp, taşan sözcüklerimle
    beynimi o çağlayanın en dik yerinden fırlatıp atmak mı düşüyor şimdi bana?
    ne aradığımı bilmeden bir şeyler arıyorum şurda burda.
    yok artık ne bir duygu, ne de bir istek
    bedenimin her hücresi sağırlıklarla dolu
    hoşçakal diyorum şimdi, gördüğüm her varlığa.

    v

    bütün uykularından uyanan benim bu dünyanın
    bütün ölümlerini ölen, bütün doğumlarını doğan
    sorularını bir muska gibi takıp da boynuna, yollara düşen benim.
    benim için bayramlar koydular takvimlere.
    benim için sokağa çıkma yasağı, gecelere.
    bir uçurumun önündeyim diyeceğim, ama bir dağın doruğunda da olabilirim.
    -sonunda ikisi de aynı kapıya çıkıyor bence...
    neden bilmem, önümde bir uçurum açılacak gibi tetik durdum, yürürken bile.
    bir nesneye hep yangın öncesinde dokundum
    ve bir insanı, ölümünden az önce tanıdığım çok olmuştur.

    şimdi karalıyorum, takvimdeki bütün rakamların üstünü
    sıfırdan ötesini aklım almıyor.
    milat buysa eğer, kendime bir çarmış ve beşik bulmam gerek.
    ki her insan bir miladı yaşar, bir yerinde hayatının
    benim hayatımsa bütün milatların toplamı oldu
    bütün çarmıhları tüketti benim acılarım
    bütün isalarımı gözyaşlarım boğdu.

    vi

    gözlerim kuruyuncaya dek ağlamak istiyorum.
    ve sesim kısılıncaya dek bağırmak...
    bana düşen bir yağmur damlası, ırmağa dönüşüyor damarlarımda.
    yüzümü yalayan yel fırtınaya, boraya
    ve artık sırtıma ağır geliyor yaşamak.
    yüzüm gözlerden, sesim kulaklardan
    şiirlerim basılı kağıtlardan silinene dek kaçıp, saklanmak istiyorum.

    ve sonra bir gün çıkmak dünyaya
    elimdeki bir ekmekle yollarda yürümek,
    çiçekleri sulamak, çocukları sevmek...

    vii

    bağdaş kurup oturuyorum bir uçurumun derinliklerine
    elime kalem almadan şiirler yazıyorum
    ey, sokaklarında nöbet tuttuğum kentler
    ey, yüreğimde gitgide yaklaşan doğum
    ad veriyorum artık her nesneye kendimce
    bayraksız ülkeler arıyorum şimdi atlaslarda
    mayınsız, telörgüsüz sınırlarda at koşturuyorum
    dünyalar getiriyorlar bana, birini seç diyorlar
    -pazardan üç beş kavun alıp getirircesine
    herkesin dünyasından silah sesleri geliyor
    bütün dünyaları dolaşsam, mezarlıktan başka bir şey göremeyeceğimi biliyorum.
    yazıtlarında ki sözler değişikse de ne çıkar?
    ölüm her yerde aynı ölüm ve her yerde benim sırtım yanıyor tabutları omuzlamaktan
    oturup ağıtlar yazmak da bir şeye yaramıyor.

    bağdaş kurup oturuyorum bir gülün derinliklerine.
    kendimi yeniden doğmalara alıştırıyorum.

    viii

    acının bunaltıya doğru aktığı yerlerde
    sana bir kapıyı örtmek, bir tetiği çekmek kalmışken
    gözlerinle sokaklara abanmak niye?
    niye, okul dönüşlerinde çocuklarla konuşmak?
    portakal seçmek bir bir köşedeki manavdan?
    ellerini ceplerine sokup, yollarda yürümek?
    sanki her şeyi ilk kez görüyormuşcasına şaşkın
    sanki fırlayıp çıkmışcasına bir uçurumdan
    aynada bir yüz olmak, dağınık bıkkın.

    ix

    artık iyice belirginleşen yüz çizgilerimin
    izini sürüyorum geceyarısı baktığım aynalarda
    bir çocuk, boyuna hayata ilişkin sorular soruyor
    durarak, karanlığın doldurduğu uçurumlara bir adım kala.
    geceyi sokağa çıkma yasaklarıyla tanıdın diyor
    her akşam kent kararırken yüreğin de karardı
    kimseler bilmedi acını, herkes kendi surlarının ardına
    daha ilk karanlık çökmeden sığınıp, saklandı.
    diyor ki, yanıtı olmayan sorularda kaldın
    uzun, upuzun bir yolda yürüyen birinin
    dönüp de ardına baktığı yerdesin şimdi
    diyor ki, geri dön ve ara o yollarda ayak izlerini...
    çünkü bir ağaç köklerinin dolandığınca ağaçtır
    kıyısız bir deniz görmedim, düşüncelerin dışında
    bir anıdan yola çık istersen, bir sözden, bir gülüşten
    çünkü insan sorularıyla insandır ve onlara bulduğu yanıtlarıyla.

    x

    bu kez biraz uzun sürdü bu keder
    içime ağır bir taş gibi takılıp kaldı
    acı, takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde
    sevincinse tüyden ayakları vardı

    ve sorularım ne çoktu benim
    ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı
    inanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın yeşil olduğuna
    gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı

    bu kez biraz uzun sürdü bu keder
    kollarımı iki yana açıp, dans etmek istiyorum
    mutlu olmak istiyorum, ey kuşlar, ey çiçekler!

    xi

    ve her şey akdeniz'in bilincine varmakla başladı. atlasları açıp bakmadım. turistik rehberlerden de söz etmeyeceğim size. bu bir yitik cennetin özlemiyse, akdeniz'in günümüzde bir cenneti çağrıştırmayacağı bilinir. her şeyin anamalcı bir düzenin çarkına koşulduğu bir dünyada, gözlerimi ellerimle kapatıp, bir akdeniz görüntüsü çizmiyorum duvarlara. bugün insan akdeniz'e gidince, ırzına geçilmiş bir kadının karşısında duyduğu o kederi duyabiliyor ancak...

    yine de her şey akdeniz'in bilincine varmakla başladı. akdeniz'de ben kendi geçmişim ve geleceğimle birlikte, bütün insanlığın geçmişini ve geleceğini buldum. dokunduğum şu taş, üzerinde bir takım anlamadığım dillerden sözleri taşıyan şu yazıt, benden önce vardı, benden sonra da varolacak. doğayı yitirdik belki, ama bir akdeniz çocuğu her şey akar diye sesleniyor hâlâ. insanlığın bütün değerleri kendini koruyor; onca olumsuzluğa ve zorbalıklara karşın. dünyanın bir çekirdeği varsa, bu akdeniz olmalı. bu dünyadaki bütün ilk'lerin serpilip geliştiği yerdir akdeniz. insanın kendini ve evreni sorguladığı bilinç alanıdır.

    herkesin bir akdeniz'i vardır. giderek bütün dünya milyonlarca küçük küçük akdeniz'in bir araya gelip, toplaştığı yerdir. insanın kendi varlığının bilincine varması böyle başlar. yalnızlığımın bilincine varıyorum; ama bu yalnızlık duygusu beni insanlardan ayırmıyor, tam tersine, insanlara açılabilmemin tek koşulu yalnızlığımdır benim. uyumu akdeniz'de buldum; bütün insanlığın çocukluğuna kavuştuğu bu yerde... ve milat diye bir şey varsa şu dünyada, bu sözlerin dudaklarımdan kaydığı an milat olmalı. benim miladım akdeniz'e dönmektir. bu dönüşün ötesine uzanan bütün yaşayacaklarım, artık milattan sonraki tarihlerle anılacak.

    xii

    akdeniz'e dönüyorum, güz kuşlarının
    kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
    akdeniz'e dönüyorum, dumanlı bir kendin
    irin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.

    yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
    her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
    bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
    uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.

    sokaklar bir yara gibi yüründükçe kanardı
    donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
    her ana, ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
    aklım en güzel duyguların kıyılarında durdukça.

    ve işte, kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
    bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
    anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
    beyinler tel örgülerle çevriliydi, yürekler mayınlarla.

    yakılan kitapların dumanları tüterdi bacalardan
    ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
    yeni dünyalar aradım hayatıma çıkarak atlaslardan
    böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.

    denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
    köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirsi önümde
    şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
    her şiir yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.

    turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
    sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
    bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
    el çırpıştırıp, titreyerek akan sular vardı arklarda.

    baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
    ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
    çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
    uzak ülkeler ve kızlar üzerine düşler kurardı.

    her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
    her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
    şafakta, rıhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
    denizin enginlerine yaşlı balıkçılar götürürdü.

    geceleri ay bir ekmek gibi görünürdü gökyüzünde
    kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
    yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
    her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı...

    böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
    insan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
    yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
    dönmek istiyorum ben; dupduru bir su, el değmemiş bir toprağım şimdi.

    akdeniz'e dönüyorum! akdeniz'e dönüyorum!
    anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi.