1. milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. bu konudaki en çarpıcı deneylerden olup sonuçları büyük bir şaşkınlık yaratmış ve tartışmalara yol açmıştır.

    deneyi gerçekleştiren yale üniversitesinde sosyal psikolog stanley milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'te anormal ve sosyal psikoloji dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'te yayımladığı otoriteye itaat: deneysel bir bakış isimli kitabında daha derinlemesine incelemiştir.

    milgram, asch deneyindeki bireysel bulguların, toplumsal boyutta ve hatta ulusal seviyede bir karşılığı olup olmayacağını merak ediyordu.

    deney, nazi savaş suçlusu adolf eichmann‘ın kudüs‘te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, 1961 yılında yapıldı.

    eichmann, son derece soğukkanlıydı ve kötü bir insan olmadığına inanıyordu. eichmann’ın aslında özel olarak yahudi nefretine sahip olmadığının anlaşılması ve yaptığı onca zalimlikten suçluluk duymaması, psikolojik açıdan birçok soruyu gündeme getiriyordu.

    “eichmann ve yahudi soykırımında yer alan yüz binlerce kişi, sadece onlara verilen görevi mi yerine getiriyorlardı yoksa düpedüz savaş suçluları mıydılar?”

    ya da genelleştirirsek:
    “nazi almanyası’nda yaşanan soykırıma aktif olarak katılan binlerce kimse yaptıkları korkunç şeyin ne kadar bilincindeydi? bu kötülükleri bilerek, isteyerek ve farkında olarak mı yapmışlardı, yoksa toplu bir ahlaki değişim ile kendi değer yargılarını görmezden gelerek otoritenin isteği doğrultusunda sadece emirleri mi uyguladılar?’’

    milgram bütün bu soruların yanında aslında ’’sıradan hayat yaşayan zararsız bir insan, başka bir insana zulmetmekte ne kadar ileri gidebilir?’’ in sonuçlarını merak ediyordu.

    deney, farklı yaş ve meslek gruplarından insanlar üzerinde gerçekleştirildi. deneklere, öğretmen ve öğrenci olmak üzere iki gruba ayrılacakları ve yapılacak deneyin “cezanın öğrenme üzerindeki etkisini” ölçmeyi amaçladığı söylendi. ancak aslında tüm deneklere öğretmen kartı verildi ve deneklerin diğer odadaki öğrencinin de denek olduğunu sanmaları sağlandı.öğretmen ve öğrenciler birbirlerini göremeyeceklerdi ama mikrofonla ve hoparlörle iletişim kurabilecekleri iki farklı odaya alınacaklardı.

    deneyden önce deneklere 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak "öğrenci"ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. "öğretmen"e daha sonra "öğrenci"ye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.

    denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. gerçekte ise şok uygulanmıyordu. öğrencinin bulunduğu odada milgram’ın bu deney için düzenlediği bir elektroşok makinesi bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. voltajın birkaç defa artırılmasından sonra öğrenci rolünü oynayan kişi, duvarı yumruklamaya başlıyordu. birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.

    bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.

    denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
    1. lütfen devam edin.
    2. deney için devam etmeniz gerekiyor.
    3. devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
    4. başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
    denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu.

    tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere ardarda uyguladıktan sonra durduruluyordu.

    milgram, deney gerçekleştirilmeden önce yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı. katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünüyordu. milgram ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir anket yaparak onların da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını düşündüklerini gördü.

    milgram'ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65'inin (40 öndenekten 26'sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış ama hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi.

    üstelik bu deney bazı etkenleri değiştirilerek defalarca tekrar edildi ama sonuç değişmedi. katılımcıların ortalama yüzde altmış beşi hiç tanımadıkları, kendilerine hiç zararı dokunmamış insanlara dört yüz elli voltluk elektrik vermeyi kabul ettiler.

    bu deneylerle milgram insanların, kendi vicdanî değerleriyle çelişmesine rağmen, otoriteye itaat etmeye ne kadar yatkın olduklarını ispat etmişti.

    bu araştırma çok ses getirdi, gazetelerde geniş yer buldu. deney daha sonra çeşitli yerlerde ve farklı zamanlarda tekrar edildi. bin kişiyi bulan gruplarla, kadınlarla-erkeklerle yapıldı. sonuçlar, ilk deneyin biraz altında ya da üstünde olabiliyordu ama çok da farklılaşmıyordu.

    üstelik araştırma sadece abd’de de yapılmadı. farklı kültürlerde, mesela ingiltere’de ve avustralya’da deney tekrarlandığında itaat oranı, orijinal araştırmadan daha düşük olarak belirlendi ama yine de çoğunluk otoriteye itaat ediyordu. ispanya’da, avusturya’da ve almanya’da daha yüksek oranlar ortaya çıkıyordu. (örneğin almanya’da otoriteye itaat oranı yüzde seksen beşi bulmuştu.) batılı ülkelerin dışında örneğin ürdün’de ise sonuçlar daha da yüksekti.

    kendi başlarına asla şiddete başvurmayacak insanlar, bir otorite altında, korkunç bir işkencenin parçası olabiliyorlardı. yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen otoriteye boyun eğiyorlardı.

    freud, hepimizin özdeşleşme ihtiyacımızdan hareketle otorite olarak belirlediğimiz kişinin ideallerini benimsediğimizi söylüyor. bu yolla da yalnızlıktan kurtulduğumuzu, içinde bulunduğumuz grubun diğer üyeleriyle bağlantı kurduğumuzu öne sürüyor.

    milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli "itaatin tehlikeleri" adlı makalesinde özetledi:

    ‘’itaatin hukuksal ve felsefi açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. yale üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. yetişkin insanların, bir erk makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur.

    sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.’’

    milgram ulaştığı sonuçları açıklayan iki ana kuram geliştirdi.

    1. asch'in çalışmalarını temel alan uyum kuramı. milgram başvuru grubu ile birey arasındaki temel ilişkiyi tanıtır. karar verme konusunda, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan bir denek, kararı gruba ve gruptaki hiyerarşiye bırakır. grup bir davranışsal model oluşturur.

    2. araçlaşma kuramı. milgram'a göre, "itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler". bu temel olarak askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine getirirler.

    milgram, otoriteye itaat: deneysel bir bakış isimli kitabında deneyin kendi yürüttüğü 19 çeşitlemesini anlattı. genel olarak kurbanın ortamdaki varlığı arttıkça itaatin azaldığını, otoritenin ortamdaki varlığı azaldığında ise itaatin yükseldiğini tespit etti (1-4 arası deneyler).

    deney gözlemcisinin yönergelerinin katılımcılara sadece telefonla iletildiği bir sürümde (2. deney), itaat %21 azalıyordu; ilginç bir nokta olarak, birkaç katılımcı deney gözlemcisini "deneye devam ediyormuş gibi yaparak" kandırmaya çalışmıştı. "öğrenci"nin ortamdaki varlığının en yakın olduğu sürümde ise denekler öğrencinin kollarını kaba kuvvet kullanarak şok cihazına temas ettirmeye çalışıyorlardı, bu da itaati düşürüyordu. bu son sürümde deneklerin ancak %30'u deneyi tamamlayabilmişti.

    8 numaralı sürümde, denekler kadınlardan seçildi (milgram'ın diğer tüm deneylerinde denekler erkekti). itaatte kayda değer bir farklılık gözlenmedi, ancak daha yüksek stres seviyeleri tespit edildi.

    bir sürümde (10. deney), milgram connecticut'taki bridgeport şehrinde mütevazı bir ofis kiralayarak deneyin "bridgeport araştırma kurumu" adında, yale üniversitesinden bağımsız bir ticari girişim tarafından düzenlendiği sanısını yarattı. buradaki amaç, yale üniversitesi'nin sahip olduğu prestijin deneklerin davranışı üzerindeki olası etkisini saf dışı bırakmaktı. bu şartlar altında itaat %47.5'e düştü.

    milgram ayrıca otoritenin gücü ile uyuşumun gücünü birleştirdi. bu deneylerde deneğin yanına arkadaş baskısı uygulamak üzere bir veya iki "öğretmen" daha kondu; bu öğretmenler de, öğrenci gibi, anlaşmalı aktörlerdi. deneğin grup arkadaşları olduğunu sandığı bu kişilerin eklenmesi, deney sonuçlarını ciddi biçimde etkiledi. iki öğretmenin emirleri reddettiği sürümde (17. deney) 40 denekten sadece 4'ü deneye devam etti.

    başka bir sürümde (18. deney), deneğe ek görevler verildi (soruları mikrofona okumak veya öğrencinin cevaplarını kaydetmek gibi). bu deneyde de deneğe eşlik eden ve gözlemcinin tüm emirlerine itaat eden bir yalancı öğretmen bulunuyordu. bu çeşitlemede 40 denekten sadece 3'ü gözlemcinin emirlerine karşı geldi.

    milgram'ın deneyi üzerinde yakın geçmişte yapılan bazı çeşitlemeler farklı bir yorum öneriyordu. itaat ve otorite kavramlarına yer vermeyen bu yoruma göre milgram'ın denekleri, olayların gidişini kontrol edemeyeceklerini hissettikleri ve dolayısıyla sorumluluğu sırtlarından attıkları özel bir tür öğrenilmiş çaresizlik sergiliyorlardı.

    yakın geçmişteki başka bir deneyde şok yiyen bir aktör yerine bir bilgisayar simülasyonu konuyordu; şoku veren denekler karşılarında gerçek bir insan olmadığının farkındaydı ancak sonuçlar yine aynı çıktı.

    buradaki kayda değer gözlem, bir insanın normal koşullar altında başka bir insana zarar vermek istemeyeceğidir. ancak ciddi bir zorlama altında kişinin aklı karışabilmekte ve kişiyi kendi davranışları için bir otoritenin onayını aramaya sevk etmektedir. böylece emir verilen kişinin, davranışlarını açıklayacak bir otorite olduğu düşüncesiyle, sadece doğru olduğunu düşündüğü bir işi yaptığı bir durum ortaya çıkmaktadır. bunun sonucu olarak da kişinin başlangıçta kendi davranışlarını yargılayacak çok az veya hiç etik kuralı olmadığı için başka bir kişiyi etik dışı olarak incittiği görüşünü benimsemeyecektir.

    milgram deneyinin çeşitlemeleri filmlerde, televizyon programlarında ve müzikte yer almıştır.

    milgram, hepimizin içinde, dışarı çıkmayı bekleyen itaatkâr bir nazi toplama kampı subayı olduğunu gösterdi.

    sosyal psikolojiye ‘’kötülüğün sıradanlığı’’ olarak yerleşen bu olgu genelde bizden uzak olduğunu düşündüğümüz ve psikopat, sadist ve zalimlere yakıştırdığımız kötülük ve zulmün, aslında ne kadar yakınımızda, normal ve sıradan insanların da hiç rahatsızlık duymadan yapabileceği hale dönüşmesi insanlık açısından ibretliktir.

    new york times, milgram deneyi’ni duyurduğu haberinde, “nasıl bir insan, bir köle gibi kendine her emredileni yapıp, milyonları gaz odalarına gönderebilir?” diye soracak ve “herhangi birimiz!” cevabını verecekti.

    “insanların çoğunun muhakeme yeteneğinin olmaması, muktedirler için ne büyük bir nimettir.” diyen hitler bu gerçeğin farkındaydı belki de...

    ingiliz fizikçi ve edebiyatçı c.p. snow, “insanlığın uzun ve iç karartıcı tarihine baktığınızda, itaat adına işlenen korkunç suçların, isyan adına işlenenlerden çok daha fazla olduğunu görürsünüz.” diye yazıyor.

    otoriteye itaat kitabında şöyle yazıyordu milgram: “milyonlarca siyahın ülkeye getirilip köle yapılması, amerikan yerli nüfusunun imhası, japon kökenli amerikalıların toplama kamplarına tıkılması, vietnamlı sivillere napalm kullanılması, demokratik bir toplumun otoritesince, toplumun itaati sağlanarak gerçekleştirildi.”
  2. O dönemler, Vietnam savaşının en yoğun yaşandığı günlerde, deneyin katılımcılarından birisi Milgram'a bir mektup göndererek deneyde yaşadığı yoğun strese rağmen neden "memnun" olduğunu şöyle açıklıyor:

    "1964'te deneye katıldığımda, her ne kadar birisine acı çektirdiğimi sansam da bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ne zaman kendi inançları doğrultusunda hareket ettiklerini ve ne zaman uysalca otoriteye itaat ettiklerini ayırt edebilen çok az insan var. Kendimi otoritenin çok yanlış şeyler yapmamı isteyen emirlerine teslim edeceğimi bile bile askere alınmama izin vermem, kendimden korkmama sebep olacaktı. Eğer bana vicdani retçi statüsü verilmezse hapishaneye gitmeye tamamen hazırım. Bu gerçekten de inançlarıma sadık kalmamın tek yolu. Tek umudum, kurul üyelerinin de kendi vicdanlarına göre aynı şekilde hareket etmesi..."

    Kaynak wiki
  3. bu deney nazi subay ve yetkililerin bir kısmının kudüs'teki yargılamaları esnasında neredeyse tamamının, dikkat çekici bir şekilde "biz kötü bir şey yapmadık" duygusuna sahip oldukları gözlemlendikten sonra milgram tarafından "otorite, itaat ve sorumluluk" kavramlarını sorgulamak üzere tasarlanıyor!

    akademisyenler tarafından son noktaya ancak %1'lik psikopatların gideceği iddiası sonuçlar ortaya çıktığında tüm bilim dünyasını sarsıyor çünkü deneklerin %65'i son aşamayı gerçekleştirdiği görülüyor!

    bunun ülke kültürü ile alakalı bir durum olduğu varsayımları ise deneyin gerçekleştirildiği tüm ülkelerde aynı sonuçlara ulaşınca, durumun korkunçluğu daha belirgin bir hal alıyor.

    itaat ve kolektif çalışma ile sorumluluğun pay hatta pas edilmesi ve "kollektif iyi" için atılan adım anlayışı, kişilerde gerçekleştirilen fiilde kötü bir şey olmadığı duygusu yarattığı gibi, sorumluluk kendilerinde olmadığı için, yaptıklarından ötürü kötü hissetmiyorlar!

    bu neredeyse 10 kişiden 7'si için geçerli, insanları yargılarken, çok fazla değişkeni göz önünde bulundurmamız gerektiğine dair çarpıcı bir deneydir ama çok büyük bir çoğunluk tarafından bilinmez....
  4. bir rönesans bir de sanayi devrimi yaşamış ve kendilerine yaratılışın lordları ünvanını vermiş insanoğlunun proto-insan atalarına çok yaklaştığı bir başka deneydir. bu deneyde, bırakın "yaratılışın efendileri" sıfatını bir kenara, kendini çok basit bir düzgüden bile dışarı atamayan insanoğlunun aslında arkaik atalarına ne kadar da benzediğini görürüz. sosyal normlara kendini bu kadar kaptırmış bir canlıdır işte insan. hele ki kendisi toplumdaki büyük çarklardan biri olmayı başaramamışsa, onun için artık verdiği kararların bir önemi yoktur, ona yap denilmiştir o da yapacaktır. işte bu yüzden insanın çok güvendiği beyni ve sürekli vurguladığı "irade"si çoğu zaman kendisini aldatır. çarkı kıramayan insanın durumunun benim gözümde açlıktan kırılan bir sürüdeki alfa kurdun sözünden çıkmayan kurtlardan veyahut ölüm çemberindeki karıncalardan pek bir farkı yoktur. durmadan zekasıyla mağrurlanan insanoğlu, dön de bir bak hayatında kaç kararını sen veriyorsun; verdiğin kararlar aslında senin kararların mı, yoksa bir başkasının önerileri mi? sen sadece bir başkasının sana biçtiği rolü oynuyorsun...