1. devlet opera ve balesinde bir statü. devlet tarafından tanınmayan bir statüdür. bu yüzden işe alınışları, çalıştırılmaları, ücretlendirilmeleri farklı farklı mevzuatlara bağlanmıştır. ne 4/c'dir, ne başka bir şey. müdürlük inisiyatifiyle, kurum içi sınav ile alınırlar ama kadro alma durumu merkezidir. aslına bakılırsa taşeron işleyişine çok benzer durum ama ortada taşeron yoktur, devlet direkt olarak alır bu arkadaşları işe. kadrolularla aynı binada, aynı salonda, aynı işi icra ederler ama yevmiye usulü ile ücretlendirilirler. her gün imza atarlar, imza attıkları kadar maaş alırlar. o ay 2000 lira alabilirlerse bayram ederler.

    kurumdaki koro personelinin yarısı bu statüdedir. ne iş güvencesi vardır, ne özlük hakları. yazları iş olmadığından maaş alamaz hiçbiri. yazları ailelerinin yanına döner, iş güç sahibi biri olarak aileden harçlık istemenin utancını yaşarlar. hiçbir şeye ses çıkaramazlar, zira bir hukuksuzluk vuku bulduğunda yasal süreci işletip kazanmaları durumunda bile 6 ay sonunda sözleşmelerinin yenilenmemesine itiraz etme hakları yoktur.

    en az 5 yıl okul okurken "sizin okul da ne güzel, akşama kadar şarkı türkü..." yorumlarıyla muhatap olduktan sonra bir de iş muhabbeti açıldığında "ne güzel, bağırıp alıyosunuz tomarla parayı. şu o ses türkiye'yi kazanan çocuk* da operacıydı değil mi? bir de şu pavarotti gibi sakalı olan var*" geyiklerini sükunetle karşılamak zorunda kalırlar.

    zaten polifonik müzikle çok geç tanışan halkın, bilmediği bir dilde ve alışık olmadığı bir ses tonuyla 3 saat şarkı söyleyen* birinin yaptığı işi ucubeleştirmeye alabildiğine teşne olduğu bir ülkede yaşamaktadırlar, halkın kültür seviyesinden bağımsız olarak devletin belli kültür etkinliklerinin devamlılığını sağlama işlevine tutunmuşlardır. hükümet de batıdan nefret eden hükümet olunca, egemen ideolojinin kanaat önderi balerini görmemek için temsil boyunca başı önde oturan biri olunca, muteber bir iş yaptıklarına ikna olmuş tek kitle olan kendi çevreleriyle her geçen gün biraz daha bütünleşirler. dışarıdan bakınca "burnu havada opera sosyetesi" gibi görünürler 'ölümlülere'. muhtemelen alınlarından tek damla ter akmadan, eğlenerek tamamladıkları kısa bir mesainin ardından, onca güçlükle para kazanan garibanların ödediği vergileri lüks mekanlarda yiyen gruplardır bunlar neticede. erkekleri her gün yelken kulübünde viski içerken, kadınlar da kürkleriyle gittikleri konken partilerinde harcar vaktini. sonra da rüyadan uyanıp gecenin 2'sinde nöbetçi eczane ararlar ceplerinde kalan son parayla reflü ilacı almak için. dönüşte de bankamatiğe uğrayıp bir umut bakarlar maaş yatmış mı diye.
    ha tabii opera şarkıcısı olduklarını açık açık söyledikleri halde kendilerini kiracı olarak kabul eden bir ev sahibi bulabilmişlerse. teknik olarak alt katta şarkı söyleyen birinin sesiyle sokaktan geçen bir arabanın motor sesinin komşular için aynı şiddete sahip olduğu gerçeğini ve çevre yönetmeliğinin gün içinde ses yapma hakkını zaten verdiği gerçeğini hiç kurcalamıyorum bile bak. çünkü bunları konuşmak için önce bu insancıkların evde şarkı söyleyecek kadar enerji saklayabilmiş olması gerekir mesai sonuna.

    işin mutfağını bildiği için iknaya ihtiyaç dahi duymayan bu kitle dışında, çok büyük efor ve zihin işi yaptıklarını kimselere anlatamazlar. aynı anda notayı düşünmek, sahneyi düşünmek, dans etmek ya da hoplayıp zıplamak, şefi ve orkestrayı takip etmek, koca salona mikrofonsuz şarkı söylemek ve bunu doğru yapmak için sürekli bedenini hissetmek, zırt pırt kostüm değiştirip kuliste koşuşturmak... bütün bunları becerebilmek için aylarca prova yapmak ve gece uykuda bile işini düşünmek..! hepsini ellerinden geldiğince yaparlar ve aynı yıl içinde işsiz kalma ihtimaline karşı b planları bile olmaz.

    zaten aklı başında insan opera ile uğraşmaz. uğraşanların hemen hepsi de aşırı sayılabilecek opera tutkularından ötürü akıllarını az biraz yerinden oynatmış insanlardır. kalan akıllarını da her ay kendisini gösteren tüsak dedikodularıyla yerler. olur da elde avuçta bir parça akıl kalmıştır diye birileri sırf keyif için kadro sınavı haberi çıkarır. herkes heyecanlanır, vitesler yükseltilir ama o sınav bir türlü gelmez. ilginçtir; bütün yanlış haberlere, hayal kırıklıklarına rağmen her yeni kadro sınavı haberi hep aynı ciddiyetle ve heyecanla karşılanır. dil "aamaan... hep çıkıyor bu laflar ama bir şey göremiyoruz" derken bedenin geri kalanı istemsizce çalışma odalarına sürüklenir. yıl içerisinde bu gazlarla zaman zaman performansın tavan yapması elbette yöneticilerin işine gelir ama hiçbiri yastığa başını koyarken yevmiyeli çalışanın hayal kırıklıklarını düşünmez. çünkü o çalışan hayal kırıklığını hiçbir zaman göstermez. yapılabilecek en büyük kötülükleri yapsan, aldığı ilk rolde yüzü güler onun.

    bir iki yıldır da bir dedikodu dolaşıyor; "kadro tamamen bitirilecek, yerine yıllık sözleşme sistemi gelecek" diye. garibanlara bin lira daha fazla maaş verip iş güvencelerinden ve özlük haklarından vazgeçmeleri beklenecek. muhtemelen çoğumuz vazgeçeceğiz. yazın cebimizde oluşuyla onurumuzu, gururumuzu kurtaracak birkaç yüz lira en büyük dostumuz olacak. annenin, babanın karşısında "bakın, evladınız kendi ayakları üzerinde durabiliyor, meslekten saymadığınız o şey ile ekmeğini kazanabiliyor" duruşu, "oh, hayat boyu bir işim var artık" rahatlığına baskın çıkacak.

    arkeoloji okuduğu günlere atıfta bulunarak "antep'teyken okursun diye ümitlenmiştim" diye konservatuvarı okuldan saymadığını en açık haliyle deklare eden annesinin karşısında dimdik durabilmek için kışın kyk kredisiyle geçinen öğrenci kalitesinde yaşayan biri vardır belki; o arada dışarıya çıkabilecek, kombinin derecesini biraz daha artırabilecek. gün başına kazandığı 70 liradan olmamak için resmi tatillerde, hatta yaz tatilinde bile şehri terk edemeyen, her gün operaya gidip o imzayı atan birileri varsa diye söylüyorum; üzülmesin artık, en yakın arkadaşının düğününü falan kaçırmayacak. belki hayallerini kurduğu arena di verona'da söyleyebilmek için dinletiye gitmeye yetecek kadar para bile biriktirebilir yıl içinde.

    parayla satın alınmaya, susturulmaya, "iş güvencesi, özlük hakları neymiş" demeye bile öyle hevesliyim ki... bak, o bile olmuyor; 2 yıldır süregelen dedikoduların uykularımıza soktuğu hayallerle kalıyoruz.

    beklenti yok, isyan yok, sadece paylaşma isteği... çok şişiyor içeride.