1. türkiye cumhuriyeti devletinin kurucusu mustafa kemal atatürk' e ait olan, insanın torunları ve bu ülkenin geleceği için, daha çok çalışmaya teşvik eden bir sözdür. malum iktidar tarafından yasaklanan " öğrenci andının da " son sözüdür ayrıca.
  2. bi kere milliyetçik denince ilk akla gelen anti-monarşizm olmalıdır. anti-monarşizm denince de ilk akla gelen monarşizm olmalıdır. yani tarihsel süreçte milliyetçiliğin doğuş sebebi monarşizmden kaynaklanır. iktidar unsurunun kişiye değil halka mal edilmesinin yoludur. ne mutlu türküm diyene sözünü dönemin şartlarına göre değerlendirmek buradan hasıl olur. 19.yüzyıldan itibaren bütün uluslar imparatorluklara karşı varlık göstermeye başladı ve aynı atadan gelenler tabanında halklaştılar. türklerin davranışını da buna benzemek zorundaydı. aynı anda hem laik cumhuriyet kurarken millet olmayı değil milliyetçi olmayı tercih etmek durumundalardı. millet olmanın anlamı dinseldir, mezhepçidir. milliyetçi olmaksa ırkçıdır. halifenin monarşizmine karşı millet olarak değil ırk (etnik köken) olarak varlık göstermek elbette avantaj sağlayacaktır. durum bundan ibaretken 2016 yılında halen ne mutlu türküm diyeneciler ve mezhepçi milletçiler var. inanması güç ama oluyor bunlar. esasen sonraki adım bireyciliktir fakat ekonomi pastasındaki payı kaybetme korkusu bunun önüne geçmektedir. belki bir sonraki belki üç sonraki iktidarda sabah koşusunun akabinde filtre kahvesini içip kendine gelmiş, şortuyla halkın karşısına çıkan bir lider olacak. işte o zaman pastayı yiyen yemiş bitirmiş olacak, bu millet laflarının da türk laflarının da bir anlamı kalmamış olacak.

    geriden geliyoruz, geriden geldiğimizi biliyoruz ama yine de geriden geliyoruz.

    düzeltme: @biri beni silksin in uyarısı ile milliyet-ulus değişimi.
    abi
  3. hiçbir şekilde ırkçı temele indirgenemeyecek bir sözdür. gazi paşa'nın türk milleti tanımı "kurtuluş savaşı'nda bu ülkeyi kurtaran herkes türk'tür." şeklindedir. ırk milliyetçiliği(etnisite milliyetçiliği) yerine yurt milliyetçiliği(teritoryal milliyeçtilik) fikri esastır.

    dönemin şartlarında bu geçerli ideoloji, nazizmin hakimiyet sürdüğü yıllarda ırkçı temellere evrilmiştir. daha sonra sağ-sol olaylarında daha din eksenli olarak sömürüye de tabi olmuştur. ancak 80 darbesine gelene kadarki süreçte türkçülük akımı anti-emperyalist çizgiden ziyade din eksenli bir merkezde ilerlemiştir. halbuki türkçülük fikri azeri ve tatar türkleriyle hayat bulup, sultan galiyev'lerle, molla vahidov'larla anti-emperyalist çizgiyi oturmuştur. doğu milletlerinin emperyalizme direnebilme şeklini galiyev, sosyalist-turancı fikir temelinde işlemiştir. bu nasyonal sosyalizmle karıştırılmaması gereken apayrı bir ideolojik yaklaşımdır. mustafa suphi'nin çizgisini incelemek, türk solunun çıkış isimlerinden olan bu insanın fikriyatını incelemek türkçülük konusunda ufuk açacaktır. bu ülkenin solunun dayanmaya çalıştığı anti-emperyalist çizgi ile türkçülüğün çıkış noktası aslında aynı noktadır. bu ayrıca bir başlık altında uzun uzun yazılması gereken bir konudur.

    dünyada neo-liberal politikalar geliştikçe, ulus devlet fikri temellerinden sarsılmaya başladı. kapitalizm, özelleştirme, globalleşme gibi fikirler sermayenin elinde olan medya tarafından zihinlere işlenmeye başladı. türkiye'de de 80'lerde turgut özal ile birlikte özelleştirme fikirleri, küreselleşme lafları ayyuka çıkmıştır. buhranlarla geçen 90'ların ardından akp hükumeti ile birlikte bu politikalar ülkenin kılcal damarlarına kadar ilerlemiştir.

    peki anti-emperyalist olmak neden ulusçuluğu korumak anlamına geliyor bu ülkede? öncelikle gazi paşa'nın bir sözüyle girmek lazım meseleye: "efendiler! bugünkü mücahedatımızın gayesi istikal-i tamdır. istiklalin tamamiyeti ise ancak istiklal-i mali ile mümkündür. bir devletin maliyesi istikbalden mahrum olunca, o devletin bütün şuabat-ı hayatiyesinde istiklal mefluçtur; çünkü her uzv-u devlet ancak kuvve-i maliye ile yaşar."
    gazi paşa mali bağımsızlığın, bir devletin geleceğinin garanti altında olmasının, milletin istiklalinin garanti altında olması olarak görmüştür.

    dünya yeni bir politikaya, neo-liberalliğe geçerken(soğuk savaşın son yıllarında) amaç pazar sömürüsünü genişletmektir. bunun karşısında da 2 temel sorun vardır: birincisi sosyalist-komünist ülkeler, ikincisi kapalı ekonomiye sahip ulus devletler. 80'lerin başında darbe yaşayıp, darbe hükumetine iş birlikçiliği yapan turgut özal ilk olarak demokratlıktan, özgürlükten, özelleştirmeden ve küreselleşmeden bahsediyordu. yine thatcher ve reagan dönemlerinde dünya daha büyük bir sömürge savaşına gidiyordu. bu sırada sovyet rejimi yıkılmış, yeltsin gibiler rusya'nın başına geçmiş ve onunla birlikte özelleştirmeler başlamış, rusya'nın enerji kaynakları batı'nın kontrolüne girmeye başlamıştır.

    ulus devletlerde, kapalı ekonomilerde milli ekonomi modeli esastır. özellikle de türkiye ulusal kurtuluş savaşı'ndan sonra ciddi bir şekilde devlet desteğiyle ilerleyen bir kalkınma hamlesine girişti. kendi burjuvası olmayan dönemde destek teşviğiyle, devlet eliyle kalkınma sağlanmaya çalışıldı. bu anlamda kit'ler(kamu iktisadi teşekkülleri) cumhuriyet tarihinin en önemli yatırım hamlelerindendir. ancak zaman içinde iktidarların arka bahçesi olan, hortumlanmanın merkezi olan, sürekli zarara giren ve sorumluluğunu hiç kimsenin taşımadığı bu oluşumlar turgut özal için hedef noktasıydı. 90'ların başında özelleştirme fikri en çok da bu kurumların zarar tabloları ile meşrulaştırılmaya çalışıldı. özerk ve denk bütçe yapılanması kurulmadan, kolaya kaçarak satmak iktidarların işine geldi. bu işin bizdeki fikir babası da turgut özal'dı doğal olarak. yabancı sermayeyi ülke sokarak, önemli enerji, maden üretimlerini özelleştirerek ekonomiye nakit para girişi yaparak, bunları inşaat sektörüne kanalize edip suni bir kalkınma ortamı oluşturuldu. tabii bu işin en yüksek şekilde başarıya ulaşması akp döneminde oldu. dünya bankası'nın, ab'nin, abd'nin kalkınma hedefleri harfiyen uygulandı ve suni bir kalkınma ortamı oluşturuldu. cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik büyüme oranları bu dönemde gerçekleşmiş gibi gösterildi ancak bu koca bir yalandı. medya desteğiyle neo-liberal politikalar gözümüze gözümüze sokuldu, bununla birlikte kültür emperyalizmi de millete teşne edildi. batı'nın bu kalkınma hedeflerinde türkiye tarım, hayvancılık, turizm, tekstil gibi alanlarda üretim yaparken enerji, maden kaynakları, petro-kimya, bilişim, savunma sanayii gibi gerçek kalkınma alanlarında ithalata mecbur bırakıldı.

    ekonomik kalkınmanın suni hedeflere bırakıldığı, pazarın sömürüye açıldığı bir ortamda neden ulusçuluk? çünkü bizdeki ulus fikrinde gazi paşa'nın da dediği gibi iktisadi bağımsızlık temel nokta. iktisadi bağımsızlığı sağlamadan siyasi, kültürel, askeri ve bilimsel bağımsızlığı sağlayamazsın. emperyalizm senin can damarlarına girer ve sen farkında olmadan ülkeni ele geçirir. 2011 yıllarında ekonomi bakanı ali babacan, ülkenin dış yatırıma muhtaç olduğunu, bunun en kısa zamanda değiştirilerek sermaye sahiplerinin inşaattan kayıp başka üretim alanlarına yönelerek milli bir sermaye oluşturması ve ülkenin yabancı yatırımlara muhtaçlığının azaltılması gerektiğini söylüyordu. tabii o da daha sonradan ekonomi bakanlığından inmek zorunda kaldı. akp, onun koyduğu bu hedefi değil, var olan sistemin devamlılığını ve ülkeye "kara para" girişinin yasallığını savundu. 17-25 aralık olaylarında da görüldüğü gibi iran parası kaçak yollarla bu ülkeye sokuldu. katar ve suudi arabistan parası uçaklarla bu ülkeye sokuluyor söylenene göre. bunlar kısa vadede ekonomiyi ayakta tutar ancak üretimi olmayan bir ülkede orta ve uzun vadede hiçbir dayanak noktası oluşturmaz.

    milli bir ekonominin varlığı, gerçek kalkınma hamlelerinin yerli sermaye ile devlet denetiminde gerçekleştirilmesi yoluyla mümkündür. bu milli ve bağımsız ekonomi türkiye'yi hem iç politikasında hem de dış politikasında daha bağımsız hale getirecektir. kültürel anlamda da emperyalizmin uzağında kalarak ulus fikrinin dejenere edilmemesini sağlayacaktır. böyle bir ülkede gerçekten bağımsızlıktan, demokrasiden, insan haklarından, hukuktan bahsedilebilir. yabancı sermayenin pazarı ele geçirdiği, ekonominin temelini oluşturduğu, siyasi iktidara müdahale edebildiği, dış politikada bağımlı tuttuğu bir ülkede ne insan haklarından söz edilebilir ne de demokrasiden. hukuk da sadece sermayenin korunmasına ve vergi verenlerin günlük yaşamlarının kontrol edilmesine yarar. batı'nın müreffeh hiçbir ülkesinde gelişmemiş toplumlardaki kadar demokrasi, insan hakları, özgürlük ihlalleri yaşanmıyor. pastayı onlar yerken biz neo-liberal ekonomik politikaların, yani sömürünün ortasında özgürlük ihlalleriyle, demokrasi yoksunluğuyla, hukuksuzluklara mücadele ediyoruz.

    işte o yüzdendir ki ne mutlu türk'üm diyene, o yüzdendir ki ulus fikrini doğru anlayıp sömürüye karşı olabilene, o yüzdendir ki istiklalini; iktisadi, hukuki, siyasi ve kültürel bağımsızlığa bağlayana. dünya var oldukça türk de türk milleti de var olacaktır. ne mutlu türk'üm diyene!
    ae
  4. bu cümle 2000 lerde çıksa ben de faşist okuması yapardım lakin bu dönemde değil 20. yy. ın milliyetçilik furyası altında ezilmiş türk milletinin parolası olmuş bir cümledir bu.

    zira yıllardır; dört bir tarafta ülkesini parçalamışlar, barbar cahil damgası vurmuşlar , her şeyde geri kalmış...

    sonunda ancak 1920 lere gelince iki yüz yıldır süren talihini birazcık da olsa kırmış. son iki yüz yıldır ; ne mutlu ıngiliz olana, fransız, portekizli , amerikan olana... şimdi bir kere o fırsatı eline alan türk milleti de, benim mensuplarım da mutlu olabilir ve olacak dedi.

    edit : günümüzde kullanımı siyasetçilerce sıkıntılı zira sadece türk milletini temsil etmiyorlar .mhp'li kürtü, hdp'li türkü de temsil eder. aynı meclis , eşit oy hakkı. milletimden gurur duyuyorum demenin sakıncası yoktur ama bir siyasi karakter artık bir bireyden öte toplumun meclis içindeki gölgesidir. bu yüzden kullanması tüm halkın temsili açısından sakıncalıdır
  5. vay anam vay neler dönmüş serhat ya...
    içi boşmuş da faşistçeymiş de bilmem neler. ben diyorum gururla, ne mutlu türküm diyene!

    ama açıklıyorum bakın, gazi mustafa kemal ve yiğit silah arkadaşları önderliğinde dünyada daha önce hiç olmamış bir süre içerisinde yani iki yıl gibi bir süre içinde bir millet küllerinden yeniden doğuyor, eşi benzeri yok bunun. milli mücadele ruhuyla, bu ruhu içselleştirmiş insanlar sayesinde bağımsızlık mücadelesi veriyoruz ve zira türk milleti tarihte hiçbir zaman tutsak olmayı, sömürge olmayı kabul etmeyecek bir ruha sahip. o zamanın okumasını doğru yaparak "ne mutlu türk'üm diyene" söylemini anlayabilirsiniz. son 10 yılda bundan öyle uzaklaştık ki artık, andımızı kaldırdılar, bu söyleve savaş açtılar ve yavaş yavaş bu ruha ket vuruyorlar. çünkü araplık ve arap seviciliği daha ön planda olmaya başladı. bu söylemin faşistlikle falan alakası yok, tarihi okuma doğru yapılmalı, iyi anlaşılmalı.

    ve yine,
    ne mutlu türk'üm diyene!
    sesine kurban

    edit: zülfiyarine bandığım, faşist olduk iyi mi:))
  6. eskiden bu türden dezenformasyonlara kolayca kanardım. şu "liberal" görünümlü "intikamcı" eleştirilere..

    "iki kişilik panço çadır kur" desen beceremeyecek tiplerin, bir ülke kurulurken zamanın ruhuna göre hareket edilmesine alaycılıkla dil uzatmasına katlanamıyorum.

    adam her köşesi bağnazlık, cehalet ve yobazlıktan kokuşmuş, çaresiz ve çaresiz olduğunun bile farkında olmayan bir ahaliyi ulus kıvamına getirdi. günün gerçeklerine göre modernize etti. daha ne yapsaydı koçum, daha nasıl gönlünü hoş tutamadık senin... derdin ne aslanım senin?

    kendi halinde bıraksalar bugün götündeki kıllara bakıp "vardır bi hikmeti" diyerek ortalıkta dolaşacak bi tiptin en fazla. çok uzak değil, bak ortadoğu hemen şurası.. git incele bakalım biraz.

    bu arada, eğer çok duymak istiyorsan: ben de bu cümleden rahatsızım. ironi yapmıyorum, ciddiyim.

    eleştirilmez değil, eleştirilir elbet. tanrı değil bunu söyleyen, insan nihayet. ama arada bariz bir fark var...

    neredeyse yüzyıl sonra, bugün en küçük bir travmada hala küçük bir çocuk gibi koşa koşa o'na sığınıyorsan, hala kafaca çağdaş dünya ile birlikte gidemiyorsan, -ki bu o'nun değil, senin ayıbın- yahut seni bağımsız ve nispeten daha özgür bir birey haline getirip, şımarıkça dil uzatmanı sağlayacak kazanımları henüz sadece o'na borçluysan... ya bi zahmet haddini bil. belli ki seni var eden ilerici felsefeyi henüz daha ileriye taşıyamadın. besbelli ki henüz bunun vakti zamanı değil.

    hepimizin cumhuriyet bayramı kutlu olsun.

    not : özgürlükçü liboşum.
  7. türk doğulmaz, türk olunur.
    tarık olmaktır geceye inat. geceleyün ışıl ışıl parlamaktır.
    türk doğulmaz, türk olunur.
    ne mutlu türküm diyene.
  8. faşizm italyan milliyetçiliğidir. biz baştan aşağı soycuyuz. kendi soyumuzu elbette göklere çıkarmak diğer milletlerde olduğu gibi bizim de en yüce arzumuzdur. bu durum birilerinin zoruna gidiyorsa türk olmayanların zoruna gidiyordur.

    bunu siz de kendi ırkınız için söyleyebilirsiniz ama sizden önce ben diyeyim...

    ne mutlu türküm diyene !

    tüm türklerin cumhuriyet bayramı' nı kutlarım, en içten dileklerimle.
  9. atatürk milliyetçiliğini anlamak lazım. "ne mutlu türk doğana" dememiş adam. "türk'üm diyene" demiş. demezsen de allah belanı versin falan dememiş. elalem pakistandan amerikaya göçüyor da "tanrı abd'yi korusun" diyor da bişi olmuyor. bizde "oww faşizm" oluyor. bak mesela "andımız" meselesi bir miktar farklı. orada haklı olabilirsiniz. kaldırılması faydalı.
  10. osmanlı'da ezilen türk'lerin ezilen ulus milliyetçiliğinden türemiştir. bugünkü kürt'lerdeki ezilen ulus milliyetçileri gibi. iki olgu da normal olmakla birlikte saçmalıktır.