1. yeryüzünde yaşayan insanların ezici çoğunluğunun var olmadığı aklı başında her birey tarafından açıkça anlaşılabileceği tanrılara inanmasını ve bir birinden ilkel, bir birinden saçma (nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça) dinleri kabul ediyor oluşunu anlamak-açıklamak isteyen herkesin muhakkak bir şekilde kafasına takılan soru.

    peki insan herhangi bir şeyi neden sever ki ? gelişen bilim buna artık daha net cevaplar verebiliyor. insanlarda çevresindeki diğer her canlı gibi hayatta kalma içgüdüsü ile hareket eden, ve zaman içerisinde çevre koşullarına ayak uydurmak için evrimleşmiş bir canlı türüdür. ve genel işleyişleri bir bilgisayar programından farksızdır. sadece daha karmaşık daha büyük bir sistem ama özünde bir sistem. tıpkı buzdolabının lisede yaptığınız ahşap plakaya bantlanmış ampül devresinden daha karmaşık olması gibi. yeryüzünde adım atan en gelişmiş bilgisayarlarız ve tüm yapımız esasında tek bir şeye programlı: hayatta kalmak. bu noktada insanlar çevrelerindeki her şeyi tarar ve onlara birer anlam biçerler. tehlikeli ya da fayladı olup olmadıklarını denetlerler. teknik olarak her canlı için kendine daha yakın olan faydalı, uzak olan ise tehlikelidir. ki esasında faşizmin temeli de budur. ya da çinlilerin birbirine benzediğini sanmamız da yine bu içgüdünün getirdiği bir yanılgıdır. çünkü size daha çok benzeyen insanları daha detaylı tararken, size daha az benzeyen farklı göz yapısındaki,ten rengindeki vs insanları daha az detaylı tararsınız. işte sevgi ya da diğer ikili ilişki oluşturan hormonal duygular bu noktada görev almaya başlar. canlının eğilimi kendine daha az tehlike oluşturacak canlılar ile beraber yaşamk üzerinedir, yani kendi sürüsü ile. bu "sürü" ya da topluluk onun için güvenli ortamdır. bu canlıların yanında iken salgıladığı hormonlar ile buna uygun duygular oluşturur ve sistemini buna göre düzenler.

    memeli hayvanlar ve onların en kompleks yapılılısı olan insanlar içinse bu durum gittikçe karmaşıklaşır ve işin içine birey kavramı girer. her canlı kapasitesine göre çevresindeki belli bir sayıdaki canlıyı birey olarak değerlendirebilir. geri kalanları ise topluluklar halinde ele almak zorundadur (daha yakın olanların daha detaylı taranma sebebi budur) birey ve toplulukların davranışları sistem içerisindeki hafızaya kaydedilir. ve rolleri bu hafızadaki davranışlarına göre değerlendirilir. maymunlar dahi sürüyü bırakıp ayrılan ve başkabir sürüden bir maymunla çiftleşen eski üyelerini hatırlar, onu sevmez ve onun kötü olduğunu düşünürler. iyi ve kötü ayrımı doğrudan bu tarama ve değerlendirme sonucunda ortaya çıkar. çocukların anne ve babalarını, akrabalarını sevmelerinin arkadaş edinmelerinin ve çeşitli ilişkiler kurup o insanlarla iken farklı hormanlar salgılamalarının temel sebebi budur. bu hormanları salgıladıkları kişiler ile kurdukları ilişkiyi ise "sevgi" mefhumu ile açıklarlar. halbuki sadece genel bir tasniften ibarettir.

    durum bu iken tanrı'ya duyulan sevgi aslında sadece ona karşı hissedilen ihtiyaçtan dolayıdır. ölümden, korkan birey kendini güvende hissetmek için bunu engelleyebilecek bir güce ihtiyaç duymuştur. yahut babası ölen kız, onunla yeniden bir araya gelmesini sağlayabilecek bir güce ihtiyaç duymuştur. doğa üstü her türlü ihtiyaç (ölümden sonra hayat ya da mutlak adalet vs.) bunu sağlayabilecek bir güç ihtiyacını beraberinde getirmiştir. ve bu bir süre sonra ona inanmayı ve onu sevmeyi sağlamıştır. peki bukadar basit mi ? yani ona ihtiyaç duydun ve o yüzden ona inanmaya başladın. elbetteki hayır.

    cotard sendromu adı verilen bir sendrom insanların kendilerini ölü sandıkları şizofrenik bir sendromdur. bu normal bir insan için anlaşılması güç bir durum olsada beynin işleyiş biçimi bazen dünyayı doğru bir şekilde algılamakta sıkıntı çektiğinde bu gibi sonuçlar verir. bir benzer sendrom olan alien hand sendromunda ise bireyler ellerinden bir tanesinin uzaylılar tarafından kontrol edildiğini iddia ederler. nasıl olur peki bu ?. biri sadece bunu düşünerek buna inanmaya başlayabilir mi? belki anlamak için biraz daha yakından bakmak gerekiyordur: bir vakada çocuk taşradan şehre çalışmaya gider, şehirdeyken bir trasseksüel ile ilişki yaşar ve edindiği ahlak anlayışından dolayı bundan büyük utanç duyar. ve bir süre sonra artık bu utanca dayanamayıp taşradaki çok sevdiği ailesinin yanına döner. bu noktada bu davranışının bilinçaltındaki sebebi açıkça kendini rahat hissettiği insanların yanında olmak ve kendini rahat hissetmektir. fakat çocuk ailesine açıklayamadığı bu olaydan dolayı hergün daha da huzursuz hissetmektedir. çok sevdiği annesi ile konuşurken rahatsız olmakta, babasının yanında kendini kötü hissetmektedir. halbuki böyle olmamalıdır. beynindeki kodlara göre onlar yanlarında iyi hissettiği insanlardır. bir süre sonra çocuk durumu açıklamak için kendine yeni bir dünya kurar ve bu dünyada ailesi uzaylılar tarafından kaçırılmış yerlerine de yine uzaylılar geçmiştir. bu gerçek üstü "inanç" ile artık herşey daha açıklanabilir hale gelir. birey dayanılmaz utanç duygusundan kurtulur. ve olayın sonunda genç, anne ve babasını öldürüp polise teslim olur. işte bu gencin sıkıştığı noktada inanmaya başladığı uzaylı olgusu bir bilimkurgu figürü değil, olmuş olması gerektiğine inandığı bir olayı gerçekleştirebilecek bir gücün onun bilinçaltındaki tezahürüdür. onun yerine bir ajan, mutant , büyücü ya da bir cin de olabilirdi. bu figürlerin bulunduğu benzer sayısız olay da vardır. ve bu sabaha karşı çokça uzattığım konunun sonunda tanrı da aslında bu figürlerden bir tanesinden ibarettir. tek fark sadece bir kişi değil bütün bir toplum tarafından inanılıyor olması. sebebi ise tanrının karşılık verdiği sıkıntıların bireysel olaylar ve sorunlar değil; ölümden sonra yaşam, mutlak adalet isteği(intikam güdüsü), geçim sıkıntısı, karanlık korkusu gibi bütün bir toplumun yaşadığı sıkıntılar olmasıdır. tanrı bir tür toplumsal hastalıktır ve insanoğlunun korkuları var olmaya devam ettikçe bu hastalık da devam edecektir.

    insanların tanrıyı sevmelerinin sebebi onun gerçek olmayışından korkmalarıdır.