1. şimdiye kadar yapılmış en iyi müzikal olabilir. victor hugo nun "notre dame ın kamburu" romanından esinlenilerek yaratılmıştır.

    içerisinde "belle" gibi unutulmayacak şarkılar barındırır.

    ayrıca

    !---- spoiler ----!

    phobeus, i hate you!

    !---- spoiler ----!
  2. buraya yazacağım hiçbir şey bu müzikali tam anlamıyla yansıtmayacaktır. tarihin en güzel romanlarından biri için mükemmel bir müzikaldir.

    le temps des cathedrales, inanılmaz bir giriş müziği; izleyiciyi şöyle bir titretir, kendine getirtir,
    ozanımız pierre gringoire( bruno pelletier) anlatır durur dönemini, aşkı ve tutkuyu ve dahi onların şehri paris'i.
    les sans-papiers ( belgesizler) gelir sonra. bir yabancı dayanır paris'in duvarlarına arkasında kadınlı, erkekli kimliksizler sürüsüyle; delikanlı, meryem anaya yalvarır belki de tek bir şey için, iltica. sonra izleyici 1831 de yazılmış bir senaryonun günümüze olan çarpıcı yakınlığıyla başbaşa bırakılır. hem de tam fransa'nın göbeğinde görür bu tiksindiği, istemediği çapulcuları sahnede yakarış dolu ve öfkeli sesleriyle. on bin, yüz bin olacağız diye bahsededursun clopin (luck mervil) biz devam edelim müzikale.
    bir rahip belirir duvarların üstünde, belki gücü yetmez bu grotesk tabakayı kovmaya ama seyirci anlar sonradan, bu uygunsuz görüntüyü asker de istemez paris'te. burada görürüz ilk phoebus'u ve frollo'yu, kalabalık yavaşça dağılırken.
    bohemienne ile tanırız esas kızımız esmeralda'yı. resmeder büyüleyici sesiyle endülüs'ün tepelerini ve göğünü seyircinin aklına. çingene olduğundan bahseder makus kaderini sanki bilirmişçesine.
    sonra clopin'in öğütlerini dinleriz, esmeralda tu sais (esmeralda biliyorsun) diye başlayan. bir aşık olarak değil de bir abi olarak konuşur clopin adeta, hatırlatır ona artık çocuk değilsin diye.
    saf bir aşkla karşılaşırız sonra "ces diamants- la" ile, fleur de lys'i görürüz beyaz atlı prensi okçular komutanı phobeus ile.
    bir kez daha görürüz ozanımızı, bu sefer halk arkasında. takar tacını aptallar bayramında (la fete des fous), aptalların papası notre dame'ın zangocuna.
    sonra quasimodo söylenir ucube ve harap görünüşüyle. ağlar haline pek umutsuz bir aşktan bahsederken. "aptalların papasıyım" (le pape des fous) der, bir yandan onu bu şekilde dünyaya getiren ebeveynine lanet eder, diğer yandan saf kalbiyle sever misin beni esmeralda der. bu noktada seyircinin hala çelik gibi sinirleri varsa merak etmesin, öyle bir karakter var ki ona 1000 sayfa bile az gelir.
    frollo'yu görürüz sahnede bu sefer hakaretler saçarken bu cadıya ( la sorciere). kötü planlarından bahseder zavallı quasimodo'ya. quasimodo ne derse yapacaktır, biliriz çünkü frollo "bulunmuş çocuk" (l'enfant trouve) quasimodo için bir baba gibidir. quasimodo başpiskoposa aittir, kendisine nasıl davrandığına bakmaksızın, bir köpeğin sahibine ait olduğu gibi.
    gringoire bahseder parisin gece için kapanan kapılarından (les portes de paris) , gündüzüyle gecesinin zıtlığından. bu sefer bize şair gringoire resmeder paris'in tutkulu gecelerini. böyle bir gecede rastlar işte esmeralda'ya. onu izler, takip eder ancak bulamaz bu günahların gecesinde.
    işte bu gecede phoebus ile karşılaşır kaybolmuş esmeralda. phoebus yenik düşer şehvetine ve aklından çıkar tek ve gerçek aşkı. kaçırmaya çalışır (tentative d'enlèvement) tatlı sözleriyle esmeralda'yı ama genç kız hırçındır, kendisinin bir mal ya da oyuncak olmadığından bahseder. ha, bir de randevu yeri verir phoebus bizim esmeralda'ya.
    sonra döneriz clopin'in paçavra bayraklı istenmeyen krallığına ve çingene yine çarpıcı sesiyle girer ortama. ozanımız anlaşılan esmeralda'yı ararken pek yanlış yerlere gelmiştir. "mucizeler mahkemesi"nde ( la cour des miracles) yargılamak ister onu, bizim ulussuz arkadaşlarımız. "fransanın şairi hak eder boynunda halatı" derler. esmeralda gelir kurtarır onu sonra.
    sonraki sahnede esmeralda kocasına, sokakların prensine "phoebus sözcüğü"nün ( le mot phoebus) anlamını sorar. gringoire de yanıtlar bildiği kadarıyla, güneş.
    sonra iki güzel kadını görürüz sahnede ancak dillerinde tek bir kelime o da phoebus, bir de kelime oyunu yaparlar "güneş kadar yakışıklı" (beau comme le soleil) derler bu çapkın adam için.
    bir sonraki sahnede biçare phoebus'u görürüz, parçalanmış "dechire" ve harap haldedir. bu sahnede görürüz ki bu delikanlı sevdiği iki kadını aynı şekilde arzulamaz. birisi cennet için diğeri cehennem için der, biri bal diğeri acı der, ancak en önemlisi biri her zaman icin yasamimin sonuna dek biri bir sureligine biraz daha kisa bir sure diye söylenir kendi kendine.
    frollo'yu sahnede gringoire'i azarlarken görürüz, enterdiyle tehdit eder. ona bu günaha bulaştığı için bütün nefretini kusar. bu sahnede ozanımız bir kelime gösterir frollo'ya notre dame'ın duvarında, kader " anarkia".
    sonraki sahnede zavallı zangocumuz quasimodo'yu bir damla su için dilenirken görürüz. "içecek verin" ( a boire) yalvarışlarına esmeralda cevap verecektir.
    sonra öyle bir şarkı girer ki araya seyirciyi yerden yere vurur, surata bir tokat gibi çarpar. üç karakter bir "güzel" (belle) den bahseder. önce quasimodo'nun saf ve imkansız aşkı gözler önüne serilir. kimi seyirci daha bu noktada kopar gider, ancak quasimodo'dan sonra öyle bir karakter görürüz ki, bence bu hikayenin en esaslı karakteridir. ben frollo olmadan bir notre dame de paris düşünemiyorum. uzun yıllar boyunca kalbini adeta rafa kaldırmış bir adamı görüyoruz sahnede. esmeralda güzelliğiyle piskoposu tamamen yıkıp geçmiştir. artık sağlam ve güçlü bir adam görmüyoruz sahnede. sallantıda, yıkık, inançlarıyla tamamen zıt bir karakter haline dönmekte frollo. iblis diye bahseder esmeralda'dan frollo ama bir yandan onun cehenneminde yanmak için de can atar. sonra bir başka karakter daha görüyoruz sahnede, parçalanmış karakterimiz çözümü bir kereliğine de olsa esmeralda'nın saçlarında parmaklarını gezdirmekte bulmuştur.

    benim için bu şarkı bu müzikali yarılar. bundan sonraki diğer yarıyı hiç hafife almayın, zira en az ilk yarı kadar güzeldir. eğer bu zamana kadar izlemediyseniz büyük bir hata yapmışsınız. hemen elinizi atın ve bu 2 saatlik şovu izleyin. dediğim gibi benim parmaklarım bu şaheseri anlatmaya yetmiyor. ancak duygularım o kadar kesif ki bu müzikal için, bu yazdıklarım aklımdan geçen şeyleri tam olarak yansıtmasa dahi mükemmel bir şov olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.