1. bir cem karaca şarkısıdır.
    https://www.youtube.com/watch?v=y_b886bydzy
    ayrıca girilen entry ise son zamanlarda içinde bulunduğu durumu çok iyi özetler.her ne kadar ölümle yüzleşebilsede düşünmeden edemiyor insan.asıl olay ölmek değil senden önce kaybettiğin insanların acısıyla yüzleşebilmekmiş onu anladım.

    edit:silinmeseydi entry içeriğini görebilirdiniz tabi.
  2. hakkında openculture 'dan bulduğum bir ders serisi var ki, bu olaya kafa yoranlar için çok keyifli. yale universitesinde prof. kagan veriyor dersleri, dili akıcı, anlatımı kolay ve ingilizce altyazı seçeneği de mevcut. tavsiye ederim. hele ki derste geçen kitapları da edinince daha tatlı oluyor.

    link
  3. Irvin Yalom, ‘Güneşe bakmak ölümle yüzleşmek’ adlı kitabında insanların tıpkı cinsel güdülerini ve yabani birçok duygularını bastırdıkları gibi kendi mutlak ölümleri hususunda da aynı yöntemi kullandıklarını söylemektedir. Ölüm hangi bedende görünür hale gelse ve ölüme yaklaşan beden yakın bir dostumuz dahi olsa aramıza mesafe koymak isteriz. Ölümün yakın dostumuzla birlikte bizi de alıp götürmesinden korkarak karşıtıymışçasına yaşamı öne süreriz. Hâlbuki tutunduğumuz yaşam da ölüme olan yolculuktan ibarettir.

    İnsan, değer sistemlerini bu yolculukta oluşturur, ona tutunur, dolaylı yoldan varoluşunu devam ettirir. Kimi cennet fantezilerine meftun halde sefasını süremediği hayatı ahrette yaşayacağını; kimi yaşadığı güzel hayatın ahrette de devam edeceğini düşleyerek dini usullere göre gömülmeyi arzularken kimi de krematoryumda yakılmak istiyor…

    Yaşam üslubuna bağlı olarak ölüm sonrası ritüelleri de değişiyor. Bilinen en eski kabilelerde ölünün yakılma durumu söz konusu olmamakla birlikte gömülmenin tarihi daha eskiye dayanmaktadır. Ayrıca ölümün ardından yakılma isteği ölen kişinin vasiyetinden değil yaşayanların korkularından kaynaklanmaktadır. Ölen insanların kemikleri varolduğu sürece ruhlarının da varolduğu inancı toplumlarda korkuya neden oluyor. Örneğin; kocası ölmüş bir kadın yeniden evlilik yaptığında eski kocasının ruhunun bu durumu kabullenmeyeceği ve onları lanetleyeceği düşünülüyor. Bu sebeple çareyi ölüleri yakmakta buluyorlar.

    Eski toplumlarda bir başka husus ölümün doğal bir süreç olmaktan ziyade sihir/büyü ile ilişkilendirilmesidir. Birini akrep sokar ve bu kişi akrebin zehri ile yaşamını yitirir. Buna sebep olanın bir büyü olduğu düşünülür. Tarih öncesi insanlarla konuşuyor olsak akrep zehrinin ölüme sebebiyet verdiği hususunda anlaşabiliriz ama ölümün doğal bir süreç olduğu konusunda muhtemelen anlaşamayız. Her ölüm kötü bir ruhun eseridir. Ölümü doğal bir süreç olarak algılama tutumuna ulaşabilmek için epey yol katetmek gerekmektedir.

    Destan ve mitlerde de insanın gelip geçiciliği, varoluş mücadelesi işlenir. Yakın dostu Enkidu’nun ölümü Gılgamış’ın ölümle yüzleşmesini sağlar. Arkadaşının yavaş yavaş çürümeye başlaması kendi ruhunda derin yaralar açmaktadır. Gılgamış kudretli bir kraldır ama o da Enkidu gibi gelip geçici ve çürümeye mahkûmdur. Bu vesileyle ölümsüzlüğü aramaya başlar, katettiği uzun bir yolculuğun nihayetinde mutlak olan sonu değiştiremeyeceği gerçeğiyle yüzleşir.

    Ancak dünyada kalacak olan cesurca atıldığı maceralar ve kahramanlıkları olacaktır. Aşil gibi, biyolojik bir varoluş yerine yaşamını dahi yitirebileceği bir maceranın içerisine kendini atarak ölümsüzlüğü seçmektedir. Bu tip destanların ölümü olağanlaştırmak gibi bir misyonu vardır. Tanrılar ve insanlar arasında ayrımlar yapar, insanın faniliğini vurgular. (Dr. İsmail Gezgin'in anlatımıyla video linkini aşağıya bırakıyorum.) Varoluş, ister cennet/cehennem tasarımıyla olsun veyahut Enkidu ve Gılgamış’ın nesilden nesile aktarılan kahramanlık ve dostluk destanı biçimiyle olsun, varlığımız ve yokluğumuz evrende küçücük bir detaya tekabül edecektir ve hatta detay bile sayılmayabilecek niteliktedir.

    İnsanın bu devasa evrende yaşarken oluşturduğu sistemler, yönetim biçimleri, savaşlar ve özgürlük mücadeleleri gibi aksiyonları, sürekli olan değişimin alameti olsa da sefaleti sabittir. İnsan, her ne kadar soyut bir varoluşla tatmin olmaya çalışıyorsa da doğanın hakikati karşısında fiziki olarak acizdir. Önemli olan elde edilen hayatı en iyi şekilde had bilerek değerli kılmaktır. Bazen öyle hayatlarla karşılaşırız ki ölüm yüzünü gösterene dek yaşadığının bile farkına varamamışlardır.

    Tıpkı Kurosawa’nın ‘İkuru’ filmindeki ‘Kanji Watanabe’ karakteri gibi…

    İsmail Gezgin Gırgamış Destanı Video link...