• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.81)
oslo, 31. august - joachim trier
joachim trier'in varoluşçu felsefesini gözler önüne seren oslo, 31 ağustos, melankoli ve yalnızlık içerisinde hayatı yitip giden zeki, alımlı ve maddi gücü yerinde bir adam olan anders'in izinde bir film. şehir dışında bir uyuşturucu rehabilitasyonuna katılan anders, yakın zamanda bu sağlık merkezinden ayrılacak ve tekrar şehir hayatına geri dönecektir. şehre daha çabuk uyum sağlayabilmesi için iş görüşmesine gitmek üzere klinikten ayrılan anders, istim üzerinde geçen klinik yaşamından sonra şehrin başıboşluğunda gezmeye başlar ve uzun bir süredir görmediği insanlar ile buluşur. tüm gün ve gece boyunca geçmiş hatalarının hayaletleriyle umudun yardımı ile savaşmaya çalışır.


  1. (bkz: youreads sinema grubu) yıllık programında, mayıs ayının ikinci haftası olan norveç haftası için seçilen film.

    Geçen seneden beri ismini sık duyar oldum Joachim trier'in. Önce, "lars von ile bir akrabalığı var mı?" sorusu aklımı kurcaladı, daha sonra da filmlerinin niteliğini merak ettim ve nihayet dün gece bu film özelinde joachim'le tanışmış bulundum.

    !---- spoiler ----!

    Kuzeylilerin dram konusunda ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha gösteren film. Yıllardır izlediğim dram filmlerinde bir sahnede de olsa dudaklarım, yanaklarım kımıldamış; tebessüm etmişimdir. Ancak bu filmde ilk intihar sahnesinden, son intihar sahnesine dek adeta bir kuzeyli gibi soğuk, ifadesiz izledim filmi. Filmle ilgili tuttuğum birkaç not var:

    - Filmin başındaki gölde intihar sahnesi henüz filmin başında beni hizaya soktu demeliyim. Cekete taşları doldurması, kayayı kavrayıp suya dalması...

    - Daha sonra arkadaşının yanına gitti. Arkadaşı(thomas), karısının dediğine göre öğle saatlerinde içmemesine rağmen, anders'in alkolü uzun uğraşlar sonucunda bırakmış olduğunu bilmesine rağmen neden onun yanında alkol aldı? anders'i mi sınamak istedi yoksa art niyetli bir hareket miydi?

    - Kafedeki o sahne hakkında konuşmaya gerek yok diye düşünüyorum, muhteşemdi. Yine o kafe sahnesinde bir kadının "... istiyorum, ... istiyorum..." içerikli konuşması aklımda yer eden bölümlerden. Filmin ilk entrysinde borgman, bu konuşmayı aktarmış, yenice fark ettim.

    - Kafeden çıkıp yürürken -bisiklet sahnesi dışında tüm film boyunca yürüdü adam, hiç taşıt kullanmadı- ebeveynleri ve kendisi hakkında yaptığı monolog müthişti.

    - Ve son sahne. anders'in altın vuruşu yaptıktan sonra gün boyunca gezindiği, bulunduğu mekanları ıssız halleriyle bir bir gösterip aniden siyah ekran vermek, güzel bir son oldu.

    !---- spoiler ----!

    Tüm hayatımızı sorgulatacak denli güçlü ve çığırtkan bir film beklemeyin çünkü bu film tükenmiş ve tükenmişliliğinin farkında olan bir insanın ekseninde dönüyor çünkü burası kaybedenler kulübü.

    filmin bonusu: the white birch