1. pek çok toplumun derinlerine, insanların her hareketine ve düşüncesine işlemiş erkek egemenliğine dayalı toplum düzeni. ne kadar patriarka sorununu ve berberinde getirdiği derin şiddeti görsek ve eleştirsek de algılarımız sürekli problemi görmeye yönelik açık olmadığında patriarkanın yeniden üretildiği anların tam ortasında durup fark etmeyebiliyoruz. savaşması ve ortadan kaldırması epey meşakkatli bir sorun bence bu, hayatımıza iliklerine kadar sinmiş ve çıkması çok zor kötü bir koku gibi. yakın zamanda başıma gelen ve patriarkal bir toplumun bariz bir örneği olan bir olayı paylaşarak devam etmek istiyorum:

    annemle izmir gezimiz sonrası sokakta bavullarımızla otogara gidecek servisi bekliyoruz, yanımızda da muhabbet eden iki orta yaşlı kadın var. annemin ayağındaki yarayı bantladığını görünce selam verip muhabbet etmeye başlıyorlar. bavulları görünce "nereye?" diyorlar, gezmeye gelmiştik dönüyoruz, diyoruz. kadınlar bir süre bize bakıp yüzlerinde hala hatırladıkça sinirlenmeme sebep olan bir ifadeyle "e abi yok mu?" diye soruyorlar. sinirden kıpkırmızı oluyorum ve annem beni oradan uzaklaştırıyor, kendisi gülüp geçiyor ama benim öfkem geçmiyor. günlük bir sohbet patriarka sorununu tekrar yüzümüze çarpan bir iğrençlik halini alıyor.
    işte bunun çözülmesi böylesine zor bir problem olması bunu sürdüren ve üstün konumundan vazgeçmeyen erkeklerden ziyade pek çok kadının da bunu içselleştirmiş olması bence.

    peki patiarka ne zaman ortaya çıktı ve böylesine yaygın ve "doğal" olduğuna inanılan bir hal aldı?

    tarım öncesi dönemde avcılık-toplayıcılık ekseninde devam eden hayatta mutlak bir erkek egemenliği olduğunu iddia etmek zor. aksine daha eşit bir iş bölümü olduğunu söyleyebiliriz. fakat tarım toplumlarının ve dinlerin ortaya çıkmasıyla erkek egemenliği ortaya çıkıyor ve belirginleşiyor. tarım toplumları toplumsal sınıfların oluşmasına zemin hazırlarken (yiyeceği üreten işçiler, üretilen üzerinden para kazanan ve onu tüketen üst sınıflar) dinler beraberinde getirdiği pek önemli ve etkili olan din adamlığı görevini, ve daha pek çok görevi, adı üstünde "adam"lara vererek erkek egemenliğini doğuruyor. erkekler ticaret, politika, din adamlığı gibi saygın görevleri tekeline alır ve kadınları bu alanlardan dışlarken erkek egemenliğinin en kuvvetli savunma konularından biri olan kas gücünü asıl gerektiren işler kadınlara kalıyor. tarlada çalışmak, temizlik yapmak, hayvanlara bakmak, çocuk yetiştirmek... kadınlar toplumun ve ailelerin devamlılığını sağlayan ve dünyanın dönüşünü devam ettirecek hayati işleri yaparken erkekler kendilerine yarattıkları dev oyun bahçesinde kendi yarattıkları saygın meslekleriyle daha çok para ve toprak kazanmanın derdine düşüyor.

    aslında diyebiliriz ki patriarka kadın emeği sayesinde devam ediyor ve ayakta kalıyor. bu "başarılı erkekler"in arkasında gerçekten de görünmez kadınlar var, erkekler tarafından yüz yıllar süren bir iktidar yaratma savaşıyla arkada bırakılmış kadınlar.

    şüphesiz ki kadının yönetmeden ve kamusal alandan dışlanması ve alt sınıfta konumlandırılmasının en öne çıkarılan sebebi kadının doğurganlığı. bunun önemli kanıtlarından biri olarak kadın-erkek eşitliğinin fazla olduğu ülkelerde doğum oranlarının düşmesini gösterebiliriz. bunun en belirgin örneği kuzey avrupa ülkeleri.
    kadın doğurganlığı sebebiyle annelik üzerinden tanımlanmaya başlanınca anneliği sebebiyle pasifleştiriliyor ve eve hapsediliyor. sonra pek değerli ve saygın adamlar çıkıp anne olmayan bir kadın yarımdır diye bas bas bağırabiliyor.

    kadının doğurgan olması onu "zayıf" yapmıyor, çocuk doğurmak ve büyütmenin tüm sorumluluğunun kadının üzerine yıkılması ve bunun onun asıl görevi haline getirilmesi asıl sorun. "ama kadınlar zayıf, güçsüz!" diyerek patriarkayı normal görmek mantıksızca. koskoca bir iktidar kurma tarihini görmezden gelip, sebepleri sorgulamadan sonucu tekrarlayarak bir yere varamayız.

    bu normalleştirmenin önemli bir etkeni de tarihin yazılışı. bugün de hala erkekler tarafından yazılmış bir hikayeyi tarih diye okuyoruz ve önemli işler yapmış, erkek egemenliğine karşı savaşmış kadınlar tarihten ve toplumsal hayattan (örneğin orta çağdaki cadı avı olgusu) erkek eliyle silindiği için tek vasfı savaşmak ve kan akıtmak olan erkeklerden kahraman diye bahsediyor ve hayran kalıyoruz. tarihte görünür olan sayılı kadınlar da kralların, padişahların "fettan" eşleri, cariyeleri. bu düzende de kadınlar ya masum, hizmetkar anne ya da fettan, kötü kadın klasmanına dahil edilmeye çalışılıyor. geçmişte kadınlar nasıl patriarka tarafından sindirilip silindiyse bugün de sesi fazla çıkan kadın cazgır, ahlaksız ya da "regl heralde :dd" denilerek sindirilmeye çalışıyor.

    sonuç olarak patriarka pek çok çeşitli açıdan uzun uzun analiz edilmesi gereken bir toplumsal sorun. fakat bunu sorunsallaştırmak ve üzerine düşünmek için öncelikle patriarkanın zihnimize kodladığı bazı önyargılardan sıyrılmamız gerekiyor.
  2. daha özet belirtelim o halde. ataerkilliğin olmadığı yerde erkek sadece üzüntü duyabilir. mantıksal olarak doğuştan üstün olmayı, sebepsiz saygı görmeyi, pipimiz var diye itibar sahibi olmayı çok isteriz, bu çok süper bir şey.

    şimdi oturup bundan sızlanmayı gerçekçi bulmuyorum, bana göre kadınlar kafamıza vura vura bunu bize öğretmeli -şehirlerde öğrettiler de zaten-, elimizden o sebepsiz iktidar gücünü almalı ve ortak olmalı.

    burada erkeğin ne konuşacak, ne de tartışacak hiçbir şeyi yok. olayın öznesi kadınlar, bizler burada ataerkilliği konuşmaya çalışarak zaten kadınların kendilerine açtıkları iktidar alanına ortak olma çabasına giriyoruz. yani bunu konuşma sebebimiz elimizinden alınan pipi gücünü sindiremeyiş halimiz. eğer ataerkillik köküne kadar devam etse idi biz bunu konuşmazdık.

    şu an bunu tartışan her erkek içsel olarak ataerkilliğin devam etmesinden yanadır. ve bunu aşırı telafi halleriyle(ataerkilliğe karşı çıkarak) dışavuruyordur. bir erkek ataerkilliğe hangi gerekçe ile karşı çıkar ki? ahlak erdem falan mı? hiç sanmam. özetle erkeklerin konuşacağı bir şey yok, erkek kısmı en fazla üzülür elindeki sebepsiz iktidarı kaybetti diye.
    abi
  3. kendi kendime geliştirdiğim başka bir tezimi sizinle paylaşmak isterim.

    her ne kadar yazılarımın altında köktenbilimci yazsa da bilimin ve kafamın basmadığı bazı alanlar olduğunu kabul etmekte fayda var. yinede olaya bilimsel bir yaklaşım getirmek istiyorum.

    kafamın basmadığı konulardan büyük çoğunluğu insan ve insan türleri üzerine. büyük üstat einstein'nin meşhur sözünü hatırlarsak "bazı erkekler kadınları anlamaya çalışır, diğerleri kendilerini daha basit konulara adarlar, örneğin görelilik kuramına..." demiştir.insanlık tarihinin son 300 yıllık bilgisini komple değiştiren bir bilim adamının karşı cinsi için bu kadar bilinmezlik kullanırken benim çıkıp ahkam kesmem son derece gülünç olurdu.

    eldeki verilere baktığımızda bazı düşünce sistemlerinde yetersiz kaldığımız aşikar,işte bu durumlarda tezimi devriye sokuyorum.

    eski bilgilerimizi kısaca hatırlarsak;
    -kozmoz milyonlarca yıllık bir kusursuzluk daha küçük ölçekte biz ona doğa (ana) diyoruz.
    -doğal seçilim şimdiye kadar mükemmel çalıştığı için biz şu anda bu konuyu tartışabiliyoruz.
    -dünya üstünde yaşayan 8.7 milyon (+- 1.2 m) türden biriside insan türü, yani dünyadaki tür grafiğinin 87 milyonda birini temsil ediyoruz.
    -bilimsel buluş,teknolojik gelişme vb. gibi güya insan ırkının zaferlerinin %100 nün gözlem ve algı yeteneğimiz sayesinde zaten kozmoz da insandan daha önce var olan bilginin anlaşılması ve insanların kullanabileceği forma değiştirmesi olarak nitelendire biliyoruz.

    yani biz zaten 200.000 yıldır (insan türünün ortaya çıkışı) sadece var olan bir sistemi yeni keşfediyoruz.

    tez'de burada devreye giriyor, o zaman 200.000 yıllık bir deneyim ile problemi yine gözlem yaparak çözmemiz mantıklı olabilir.

    bildiğimiz genel türleri ve türler arası cinsiyetlerin yaşamdaki görevlerine şöyle bir bakacak olursak, genel türler arası erkek cinsinin baskın olduğunu gözlemlememiz kaçınılmazdır,erkek güçlü ve yaşamın kaynağı, dişi doğurgan ve zayıf. bu konu tartışmaya açık değildir, kesindir.

    dişinin doğurganlığı ve erkeğin gücü 8.7 milyon türü günümüze getirmiştir.dişinin baskın olduğu bir sistem seçilim yolu ile günümüze ulaşsaydı zaten bu konuyu tartışıyor olmaz, neden dişi baskın bir sistemde yaşıyor olduğumuzu sorguluyor olurduk.

    bu erkek cinsinin dişisine istediği gibi davranması ya da kötü muamele etmesine bahane olamaz onuda belirteyim,zira evlenmeden önce evimin krallığı hayalleri kurarken, her sabah 1 saat önceden kalkıp eşime kahvaltı hazırlayan bir kraliyet soytarısı olmam, kozmoz'un milyonlarca yıldır oluşturduğu bir kusursuzluğu bozamaz.