1. 19 Mayıs'ın bir ulusal kurtuluş savaşı başlangıcı olduğuna dair süregelen yalanlar resmi tarih denilen şeyin bir çeşit gerçekleri tersyüz etme enstrümanı olduğunu gösterir. Bir kurtuluş savaşı'ndan söz edilecekse bu topraklardaki tüm halkların emperyalizme karşı direnişiyle ve işgalcilere karşı silahlanışıyla başlar. Ulus devlet projesinin önünde engel teşkil eden azınlıkları yok etme planının bir parçası olan 322 numaralı ittihat terakki üyesinin samsun'a çıkışıyla değil. kemalist diktatörlüğün "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır" diyebilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, resmi devlet politikasını net bir şekilde özetlemiştir.

    İşgal kuvvetlerinin verdiği nota üzerine, Padişah VI. Mehmet Vahdettin tarafından olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilayet-i Sitte'deki Hristiyan ahaliyi korumakla görevlendirilen Mustafa Kemal, 9. Ordu müfettişi olarak Samsun'a çıkar çıkmaz, bölgeye faaliyetlerini engellemek için gönderildiği çeteleri kendi komutasına almıştır. Topal Osman gibi azılı katiller Kuvay-ı Milliye kimliğiyle maşa olarak kullanılarak Karadeniz'deki gayrimüslimler soykırıma tabi tutulmuştur.

    İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ulus devlet kurmak için uygulamaya koyduğu Anadolu'yu Türkleştirme projesinin bir ayağı olan Ermeni soykırımı gerçekleştirildikten sonra, sıra diğer "rahatsızlık verici" unsurların ortadan kaldırılmasına geldiği için; pontus rum soykırımı, ittihat ve terakki ile başlayıp sonrasında mirasçıları tarafından sürdürülen "Anadolu'yu homojen hâle getirme" faaliyetlerinden biri olmakla birlikte, 350.000 kişinin katledildiği bir soykırım olarak tarihteki yerini almıştır.

    Birleşmiş Milletler'in 1948 tarihli ‘Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne göre bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi” şeklinde tanımlar.

    'Soykırım'  teriminden önce 'İnsanlığa karşı  işlenen suç' terimi kullanılmaktaydı. Kırıma uğrayanların davasının görülmesindeki esas problem ise 'nullum crimen nulla poena sine lege' cümlesi ile açıklanmaktadır. Yani önceden yürürlükte olan bir kanun olmadıkça ortada işlenmiş bir suç, dolayısıyla cezai karşılık yoktur. O dönem  soykırım terimi  kullanılmadığı için suçu  işleyenler için yargılama ya da cezanın olup olmadığı sorusu muğlaktır. Ne var ki ceza kanunu sanıkların  adaletli  yargılamasını sağlamak için  geriye  doğru  işletilememektedir. Diğer yandan tüm hukuki çerçevelerde cinayetin cezai karşılığı bulunmaktadir.

    Türkiye'de kabul edilmese de 1914-1922 dönemi ilk soykırım vakalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Uluslararası yazılı kaynaklar ve bir çok ülkenin devlet arşivlerinde işlenen suçla alakalı tanıklıklar bulunmaktadır.

    Kaynak:
    Belgeler ve tanıklıklarla 1914-1923 Pontus Rum Tehciri