1. çilekeş anamın, anacığımın dersim olduğu için benim yerime gidip sabahın dokuz buçuğunda sanatseverlerle savaşarak bilet aldığı, 1 yıllık bilet bulma çalışmalarından sonra bu sezon izlediğimiz devlet tiyatroları oyunu. e tabi böylesine bir kavuşmanın üstüne biraz gevezelik edeceğim.

    çok fazla oyun izlemedim belki ama dünya üzerindeki en iyi oyunlardan biri olmalı profesyonel. etkisini günlerce üstümden atamayacak kadar etkilendim. feci şekilde hayranı olduğum yetkin dikinciler ve oyunculuğuyla ağzımı ciddi anlamda açık bırakan bülent emin yarar'ı canlı canlı hem de epey önden izlemenin etkisi yadsınamaz elbet ama hikaye de çok ama çok güzel kurgulanmıştı. oyun ilerledikçe baştaki katı karakterler açıldı ve taşlar yavaş yavaş yerine oturdu. oyunda ilmik ilmik takip ettiğimiz geçmiş o kadar güzel işlenmişti ki film izler gibi kafamda netti o anılar. sanki theodor'la ve luka'yla o tiyatronun kahvesinde oturdum, o edebiyat tarihine tanık oldum.

    !---- spoiler ----!

    dönemin yugoslavya'sının siyasi durumuna bir odadan şahit oluyoruz ve bu arka plan hayranlık uyandırıcı şekilde yansıtılmıştı. komünist tito döneminden miloseviç dönemine geçiş, köpek-zincir metaforu ve etrafında gelişen iktidar eleştirisi epey etkileyiciydi. theodor'un önceki düzen haksızlık ve torpilden geçilmezken kendisinin "hakkıyla" olduğu yere geldiğine inanması ve luka'nın bunu theodor'un yüzüne vurması en güzel anlardandı bence.

    tabii bir de thea'nın bir bavulun içinden yavaş yavaş geçmişini çekip çıkarmasından, yaşadığı duygu geçişlerinden etkilenmemek mümkün değil.

    sigara dumanına karışıp kaybolacak bir edebiyat tarihini adım adım takip edip kaydetme fikri ise harika. bu noktada miloş kilit bir karakter.
    miloş demişken, patriarkal bir dünyada, üstelik işin içinde siyasi anlamda bu kadar aktif karakterler varken oyun da baba-oğul ilişkisi sorununa da değinmeden geçmemiş.

    yetkin dikinciler hayranlığım konusundaki manyaklık derecemi ise şöyle açıklayayım: malum kahve püskürtme sahnesinde kahve damlaları benim yüzüme kadar gelmediği için epey acı çektim. gelseydi de sanırım yüzümü uzun bir süre yıkamazdım.

    !---- spoiler ----!
  2. her seferinde bir şekilde bilet alamamayı başarabildiğim, merakla izleyeceğim günü beklediğim oyundur.
  3. herkes gibi bende iki hafta önceden sabahın erken saatinde bir saat gişe önünde beklememle bu şansa eriştim.
    edebiyat aşığı bir öğretmenin farkındalığı ile başlayan iki zıt insanın birbirine geçmiş hayatlarının gerçek manada edebileşmesini izleyeceğiniz oyun.
    oyunculuk olarak bülent emin yarar beyefendiyi ayrıca tebrik ediyorum. diyaloglar, mimikler, şiveler, taklitler oyunculuk namına ne varsa ustaca sahneledi. oyunu, hikayeyi sırtlayan karakter.
    oyun ön yargıların, ideoloji için verilen mücadelelerin zamanla nasıl yıkıldığını ve ezilen, ezen rollerinin değişiminin hiç mi şey ifade etmediğini yaşamış karakterler üzerinden işlemiş.

    babasını terkeden oğul ve karşısında oğlu tarafımdan terk edilen baba. bir dönem rejimin sevdiği adam, yeni dönemde rejimin nefret ettiği adam. sahnede zıt karakterlerin bir birine karşı hesaplaşması sahnede ki odada geçiyor.

    bu oyuna hikaye olarak benzeyen daha önce (bkz: @shebumi) 'nin tavsiyesi ile izlediğim film önerim olacak (bkz: das leben der anderen - florian henckel von donnersmarck) .
  4. bir tiyatro sezonu daha açıldı.. fakat artık özlemim sonlanmış olarak yazıyorum bu satırları. geçtiğimiz yıl sonu 4 yılın ardından bilete sahip olup onca yolu göze alarak, bülent emin yarar ve yetkin dikincilerin sahnede devleştiği ve yıllardır kapalı gişe oynadığı oyunu izleme fırsatı buldum. yine olsa yine izlerim, öyle güzel oyunculuklara sahne olan bir eser nazarımda. kaldı ki aldıkları afife jale ödülünü de sonuna kadar zaten hak ettiklerini göstermişler..