• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.31)
requiem for a dream - darren aronofsky
sara goldfarb, tv bağımlısı dul bir kadındır. oğlu harry ise kız arkadaşı marion ve uyuşturucu dağıtıcısı tyrone'la takılan madde bağımlısı bir çocuktur. sara, bir tv şovuna çıkmaya hak kazanır ve çok heyecanlıdır. ödül olan kırmızı elbiseye girebilmek için kilo vermeye çalışır ve diyet haplarından kullanmaya başlar. diğer yandan harry ve arkadaşları, hiç durmadan eroin ve kokain kullanmaya devam etmektedirler. bu bağımlılıklar zamanla aileyi bir felakete sürükleyecektir.


  1. bu filmi ilk kez "movies that will emotionally drain you"(sizi duygusal anlamda tüketecek filmler) kategorisinde gördüm internette. sonra filmi edindim ancak üzerinden zaman geçmiş, unuttum filmin kategorisini falan. geçen gün izlemeye başlarken filmin konusundan, bulunduğu kategoriden onu meşhur kılan öğelerinden habersizdim. işte o zaman etkilerini gördüm. ilk başta bir grup uyuşturucu bağımlısının yaşadığı saçma sapan gençlik maceraları gibi görünürken(bir de anne var tabii-o da ayrı bir çeşit bağımlı), film bir anda karanlık bir dönüş aldı. ben teen wolf'a bilet aldım sanarken film beni hiç beklemediğim yerlere götürdü. ve işin ilginci, filmin yapısı bir çeşit roller-coaster deneyimi gibi.

    ilk başta rising action var, olaylar yaşanıyor, tansiyon yükseliyor, yükseliyor. bu arada mevsim geçişleri yaşanıyor. normalde beklenen şey, bu yükselişin bir yerde durup inişe geçmesi, bizi coşturması ve ardından tekrar yükselmesi. birkaç defa böyle yüksek-alçal hareketinden sonra film son kez alçalır ve biter. ama bu filmde böyle bir şey yok. tren yükseliyor, yükseliyor, ve bir anda inmeye başlıyor. aslında çok hızlı bir düşüş değil, ama hızlı, ve en önemlisi, seyirciye "breathing room" dediğimiz durup, olanları analiz etme, yavaşlama, nefes alma alanının verilmemesi. domino taşları devriliyormuş gibi, bir kere olaylar akışına girdi, bunun dönüşü yok diyor film. ve siz de karakterlerin hayatlarının gittikçe zehirlendiğine, mahvolduğuna an be an tanık oluyorsunuz. ne size, ne de karakterlere mola yok bu hikayede. roller coaster iniş yapıyor, ve durana kadar inecek. veya domino taşları, son taş düşene kadar devrilmeye devam edecek. işte bu durum beni etkiledi.

    filmin sonlarına doğru gerçekten şaşkınlığım kat be kat arttı. filmin daha fazla kararamayacağını düşünürken, film daha fazla koyulaşıyor, hatta öyle ki bir an filmi durdurup "tamam, bu kadarı da fazla." dediğimi hatırlıyorum. özellikle sonbahar mevsimi ve sonrasında kış mevsimi inanılmaz karanlık.

    siyah. karanlık. bu filmi anlatacak terimler bu bence. filmin açılışındaki aşırı açık renklerin, tonların kullanımını buna bağlıyorum. özellikle harry ve marion'un apartmanlardan birinin çatısına çıkış sahnesi, oralarda yaşadıklarına bakın. olaylara bakmayın, kullanılan renklere ve tonlarına dikkat edin. çok parlak renkler. bir nevi gençlik filmi başlangıcı gibi aktarılmış. gençler parti yapar, eğlenir, seks yaparlar, vs vs. sonra bir iki tane de çok hayati olmayan problemler yaşarlar, kavgalar edilir falan, sonra barışırlar film biter. özellikle benim gibi filmi neyi meşhur ettiğini bilmeden izliyorsanız, bu hava iyi yansıtılmış. sonrasındaki o koyu finaline iyi hazırlanmış başı.

    tyrone, harry ve marion. üç kişi, üç hayat. tek ortak noktaları var, eroin. filmle ilgili okuduğum ilginç bir bilgiye göre, filmde eroin kelimesi hiç geçmemiş. aslında ilginç. düşündüğümde, hangi maddeyi kullandıkları, neyi pazarladıkları, neye bağımlı oldukları belli, ama adını kullanmıyorlar. bir nevi harry potter ve voldemort ilişkisi gibi. harry potter dünyasında da voldemort yerine kim-olduğunu-bilirsin-sen diyorlardı. serinin başında harry'nin küçüklüğü, ilk yıllarında voldemort ismi çok ulaşılmaz, çok üstte, çok soğuk bir "şey" olarak görünüyordu. harry büyüdükçe önce "kim-olduğunu-bilirsin-sen" kalkanı yok oluyordu, voldemort hem ismiyle hem cismiyle harry potter evrenine adımını atıyordu. bu filmde de eroin bir nevi "ne-olduğunu-bilirsin-sen." filmin başında ismiyle kullanmamalarını normal karşılıyoruz, çünkü eroin bu hikayedeki dünyaya göre çok zikredilmesi gereken bir madde değil. çünkü ne tyrone, ne harry ne de marion bundan olumsuz etkileniyor. onlar eroini kullanıyorlar, burada çok zekice çekim teknikleriyle eroini kullandıklarını görüyoruz. marion için, beyaz bir madde masaya dökülüyor, amerikan doları rulo yapılıyor, ve burnun çekilme sesi eşliğinde bu madde kayboluyor ve tabii ki gözbebekleri büyüyor. harry ve tyrone de şırınga kullanıyorlar. ve böyle anlarda sanki eroin olumlanıyormuş gibi bir hava yaratılıyor. çünkü iğnenin damara girdiğini görmüyoruz, veya eroinin burna çekildiğini anı görmüyoruz. sadece hemen sonrasını görüyoruz izleyici olarak. kullanan karakterler kendilerinden geçmiş, hayattaki en mutlu insanlar "o kısa anda." onlar için mevsim yaz. onlar için eroin yok, ne olduğunu bilirsin sen var.

    ancak hayat bir mevsimle sürmüyor. yaz bitiyor, sonbahar geliyor. bağımlılık ibarelerini görüyoruz. uyuşturucu satışının kötü etkilenişini görüyoruz. ne olduğunu bilirsin sen'den kazanılan binlerce doların bir anda uçtuğunu görüyoruz(tyrone'ı nezaretten çıkarmak için veriliyor). ve yavaş yavaş eroin kelimesi, bulunduğu o ulaşılmaz yerinden havalanıyor, yavaşça inişe geçiyor, karakterlerin hayatlarına giriyor. artık, en ufak stres durumunda madde kullanıp dünyanın en mutlu insanı olmak yok, bu maddeyi pazarlayarak binlerce dolar kazanıp takım elbiseler giymek, amerikan rüyaları kurmak yok, çünkü artık "eroin" var. eroin artık hayatlarına girdi. bağımlılık hayatlarına girdi. cepleri kolayca giren binlerce dolarlar artık bir olayda kaybolabiliyorlar. artık "zenci ve italyan çeteleri arasındaki uyuşturucu savaşı" var. artık ne olduğunu bilirsin sen yok, o kalkan indi, artık "eroin" var ve mevsim sonbahar.

    ve şunu da unutmayalım. sonbahardan itibaren, eroinin yaydığı illüzyon artık yok. bence bunun en çarpıcı verildiği an şudur: kış mevsiminde tyrone ve harry yolculuk yaparken, ikisi de arabada uyuşturucu kullanırlar. harry'nin kolu çok kötü durumdadır, ama yine de o berbat haldeki damarına eroin enjekte eder. işte burada ilk kez iğnenin damara girdiğini görürüz. daha önceleri eroinin şırıngaya hazırlanma süreçlerini hızlıca görür, sonra maddenin kullanılmasının hemen ardını görürdük. artık, eroinin damara enjekte ediliş anını görüyoruz. bu şu demek, artık eroinin yaydığı o sahte illüzyon yok. hatta, arttırıyorum, o illüzyona gerek yok. çünkü o sahneye geldiğimizde, hepimiz eroinin neden olduğu kötü hayatları gördük zaten. marion ve harry'nin ilişkisi koptu, paralarını kaybettiler vs. yönetmen tüm bunların üzerine, daha öncesinde verdiği hızlı çekimli sahneleri kırmak istercesine artık eroinin o mahvolmuş damara enjekte anının göstererek tüm illüzyonun dağılışını taçlandırıyor. bundan sonra olan olayların hepsi, artık "son"un sonrası. yani o enjekte sahnesini bir filmin the end sahnesi düşünün. bundan sonra olanlar ise credits sahnesi. yani film aslında o eroinin o kola girdiğini gösterdiği an bitmişti zaten. tyrone, marion ve harry'nin dibe vuruşunu bu sahneden sonra görüyoruz, ama film burada bitti aslında. bu üçlü yalnızca sonun sonunu görecek bundan sonra.

    anne sara goldfarb'a ayrı bir başlık açmak istiyorum. çünkü bence en sürreal işlenen hikaye onun hikayesi. yani sara'ya gerçekten bir davetiye geldi mi? sorusundan başlayarak bayan goldfarb'ın tüm yaşadıkları bir daha görmek istemeyeceğimiz bir kabus aslında. ve bence en ilginci, diğer üç gencin hikayesi tamamen eroin bağımlılığıyla ilgilenirken, bence sara'nın öyküsü amfetamin haplarının yaşattığı bağımlılıktan öte. orada farklı bir şeyler var. daha farklı mesajlar, daha farklı bağımlılıklara göndermeler var.

    örneğin tv bağımlılığı. juice'lu program, bence çok güzel bir eleştiri. onu bugün, evlendirme programları olarak, veya sonu gelmez tartışma programları, yarışma programları, moda programları olarak düşünebiliriz. gerçekten, sara'nın izlediği o programın yarattığı illüzyon havası şu saydığım tüm programlarda var. ve televizyona aptal kutusu diyen en bilgili insanı bile bağımlı yapabilecek bir havası var bu programların. bilgilileri bağımlı yapan bu programlar, kocası vefat etmiş, oğlu evi terketmiş yaşlı teyzelere kim bilir neler yapar? neler yaptığını da görüyoruz.

    sara goldfarb, o bağımlısı olduğu programa davet alıyor.(gerçekten aldı mı?) postacıdan gelen formu dolduruyor.(o programın formu mu?) ve beklemeye başlıyor. bu arada da programa, o özel "kırmızı elbisesiyle" çıkabilmek için zayıflama kararı alıyor. ve malumunuz. çareyi amfetamin haplarında buluyor, kısa yoldan zayıflamaya çalışıyor. onun bu hilekar tavrını tek görebilen onun buzdolabı zaten. tüm komşuları onun haplarına ses çıkarmazken tek gerçeği ironik bir şekilde onun buzdolabı görüyor. zaten daha sonrasında onun yüzüne vuracak bunu.

    tv bağımlılığı ve fast food'a bağımlılık. tv bağımlılığını yalnızca sara'nın tv karşısında geçirdiği zamanla, veya o gerizekalı programdan izleyiciye kesit göstererek belli edilmiyor. örneğin kumandanın açılıp kapatıldığı anlar. normalden farklı çekim teknikleri kullanılıyor. bunu daha önce nerede görmüştük? harry, marion ve tyrone eroin kullanırken. şimdi aynı teknik sara tvyi açıp kaparken kullanılıyor. bence burada bir umarsızlık eleştirisi var. sara kumandayı eline aldığına hiç ona bakmıyor bile. kumanda onu bağımlılığına kavuşturacak bir araç sadece. kumandayı ışık hızında alıp "on" tuşuna basıyor. sonra "günlük dozunu" aldığında "off" tuşuna basıyor. ta ki bir sonraki bağımlılığına kadar. burada kendi hayatımızdan paraleller çıkarmamız gerek bence. neye bağımlıyız? nelere bağımlıyız? ve o bağımlılığımızı giderirken kullandığımız araçlar ne? onları kullanırken aynı sara gibi hızlı çekim teknikleri eşliğinde mi kullanıyoruz?

    sara hapların etkisine girdikçe gerçekle bağı kopmaya başlıyor. ve o meşhur sahne, tv programının saraya konuk olması. nasıl daha önce, tyrone ve harry sahnesinde eroinin enjekte edilişinin gösterildiği anın filmin sonu olduğunu söylediysem, burada da aynısı geçerli bence. sara'nın en büyük hayali o tv programına konuk olmak, o kırmızı elbisesi içinde orada olmak, sunucuyla tanışmak. hayali gerçek oluyor. hatta tv programı onun evine konuk oluyor. sara için film burada bitti. çünkü bağımlılığı artık bitti. ve onun için vuracağı o en dip kesinleşti. bundan sonra sara evden kaçacak, programın merkezine gidecek, oradan hastaneye yerleştirilecek ve hafızasını yitirecek.

    marion'a son olarak bakmak isterim. benim için filmdeki en hayal kırıklığı marion'un hikayesi oldu. filmle ilgili en ağır eleştirilerin geldiği yer bence bu hikayenin sonundan oluşan duygulardı bence. marion bağımlılığa kapıldıktan sonra, harry'nin bir kenara yazdığı pezevengin numarasını arıyor, onun yanına gidiyor ve onunla birlikte olma karşılığında eroin alıyor. daha sonra bu durumdan pişman oluyor, ama en sonunda yine o adamın yanına gidiyor.

    şimdi burada, marion'un hikayesinde ilk olarak, pezevengin gösteriliş biçimi beni rahatsız etti. böyle karanlık bir filmde, sanki lord of the rings izliyormuşum hissettirdi. sanki bu adam saruman,sauron falan, ama filmde bir de ak gandalf var,rohirrim,legolas falan varmış gibi. yani sanki bembeyaz karakterler ve simsiyah karakterler varmış gibi, böyle simsiyah, ben kötüyüm diye bağıran bir pezevenk var. bilmiyorum, bana çok kurgu dışı geldi bu durum.

    filmle ilgili en büyük eleştiri, "bu film eroin eleştirisi konusunda kamu spotu sığlığında" türevi eleştiriler. bence bu eleştirilerin büyük kısmı marion'un hikayesinden dolayı geliyor. filmde benim kafama yatmayan tek hikaye buydu. gerçekten marion'dan sonra ben de düşündüm, "kesin birileri bu filmle ilgili kamu spotu eleştirisi yapmıştır" bağımlılığın pençesinde saf bir kız, eroin karşılığında bedenini zalim bir pezevenge emanet ediyor. bilmiyorum, bana çok arabesk geldi. yani tabii ki diğer karakterlerin yaşadıkları da arabesk denebilir, ama dediğim gibi marion hariç diğer karakterlerde basit bir düşüş hikayesi, ama büyük bir derinlik var. çekim teknikleriyle, alt mesajlarıyla çok güzel eleştiriler var. ama marion bana sanki, her karakter en kötü sonra maruz kalmalı, marion da bundan farklı olamaz denmiş de o yüzden bu karakter, bu hikaye yaratılmış gibi geldi. bu da benim görüşüm açıkçası.

    sonuç olarak bu filmle ilgili enine boyuna düşünüp, kafada, düşüncelerde tartışmadan "kamu spotu" veya "çok arabesk" eleştirileri yapılması bence çok sığ. film bence, "beni sadece entelektüeller tartışabilir." gibi bir kendini yüceltmede de bulunmuyor açıkçası, tam tersine bağımlılıklar konusunda tartışılmak isteniyor.
  2. hayatta ki tüm bağımlılıklara,takıntılara ders verir nitelikte ki film. o kadar gerilmemizde mozart'ın etkisi büyük tabi. (bkz: mozart - summer overture)
    mavi
  3. film, genel olarak uyuşturucu bağımlılığı üzerinden işlenmiş olsa da özellikle annenin zayıflama ve televizyona çıkma gibi takıntıları da düşünüldüğünde insanın herhangi bir şeye aşırı derecede bağlanmasının getireceği felaketleri anlatır. bu uyuşturucu, din, televizyon, zayıflama, aşk, ideoloji ya da kariyer de olabilir. hayatınızın anlamını sadece tek bir şeye bağlamanın zamanla o şeyin sizi hayattan nasıl kopardığını dehşet verici biçimde anlatır ve etkisinden uzun süre çıkamazsınız. mutlaka izlenmesi gereken çok özel bir filmdir. tabi ki clint mansell imzalı lux aeterna adlı şarkının da filmin etkisini iki katına çıkardığını düşünüyorum.
  4. birilerinin ikinci izlemeye yüreğin dayanmayacağını söyledikleri, ancak benim henüz ikinci kez izlemeye fırsat kalmadan sonlara doğru hışımla kapattığım film.

    uzun zamandır izlemek konusunda korktum. zaten yerinde olmayan psikolojim ve hislerim buna dayanmaz diye düşünüyordum ki geçen gün gece yarısı dayanamayıp açtım. daha önce hiçbir filmin bu denli üzerimde etki bıraktığını görmemiştim. tavsiyem, izleyeceğiniz zamanı özellikle ruh halinizin sağlam ve güneşli olduğu bir zamanı tercih edin. öbür türlü dibin daha dibine batma şansınız yok. filmdeki enstantanelerde mi kendimi gördüm yoksa alışkanlık ve bağımlılık konusundaki tedirginliklerim mi gün yüzüne çıktı bilmiyorum ama tabiri yerindeyse insanı bombok edecek türden. senaristi ve yönetmeni alkışlıyorum.

    gece boyu kafamda filmdeki yarışmanın içinde geçen sözler yankılandı. varın siz düşünün. kalan 25 dakikamı ruh halimi toparlayıp izleyeceğim.
  5. hubert selbey, jr'ın kitabindan uyarlama olan film ve senaryo aşamasında da yardımcı olmuştur.
  6. çok sevilen ama ikinci defa izlemenin mümkün olmadığı, insanı mal eden film.
  7. film hakkında ki doğru veya yanlış bütün eleştirilerin yukarıda yapıldığından, söylenecek ekstra bir söze gerek olmadığını düşündüğüm film başlığı. ayrıca izlediğim en iyi beş filmden biri olduğunu da gurur ile söylememde sakınca yoktur umarım. belki de yaşadığım hayatın benzerliğinden yada kendimi onlara yakın hissetmemden kaynaklanıyor bu durum. bir arkadaşımın eleştirisini de size iletmezsem olmaz,

    !---- spoiler ----!

    winterdan sonrasını izlemeyin

    !---- spoiler ----!

    ekstra olarak filmde gözlemlediğim bir olayı paylaşmak istiyorum: başrol'de bulunan (bkz: jared leto) 'nun rüyalarında gördüğü iskele olayını maalesef çok geç idrak ettim. evet anlayışım kıt olduğu doğrudur. ilk gördüğü iskele rüyasında kız arkadaşı orada onu beklerken, filmin ikinci kısmında gördüğü iskelede hiç kimse yoktu.

    ben bu olayları, filmin ilk yarısında kız arkadaşına bütün umutlarını yükleyerek rüyasında onu iskelesinde görmesine, ikinci olarak iskeleye gittiğinde ise hiç bir umudu kalmamasına karşın iskelenin boş olmasına bağlamıştım bu durumu. fakat olay öyle değilmiş (galiba)... sonradan fark ettiğim yada yorumladığım ise; umutları kazanacağı uyuşturucu parası yada hayal ettiği yaşama kavuşmak değil, gerçekten kız arkadaşıydı. her şeyi onun ile olmak adına yapıyordu, ve ortak zaafları olan uyuşturucu bunun sonunu hazırladı.
  8. yürüyün gidin lan. böyle film mi olur? biz de insanız.
    o soundtrack hala nefes darlığı yapar bende
  9. mükemmel bir trajedi filmi. "bir insan hayatı ne kadar mahvolabilir?" sorusunun her açıdan cevabıdır bu film. her şeyi iki ve ikiden çok kez düşünmek için, bu filmi bir kez izleyin.
  10. "bağımlılık" konusunu maddeden duyguya kadar inceleyen bir film. bağımlılığı yeren bir film değil bana göre. bağımlılığın iyi ve kötü yanlarını görmenizi sağlıyor.