• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.86)
room - lenny abrahamson
24 yaşındaki joy (brie larson), 7 yıl önce old nick (sean bridgers) dediği bir adam tarafından kaçırılmış ve o günden bu yana evinin arkasındaki küçücük bir kulübede jack ile tutsak olarak yaşamaktadır. gerçek dünyayı hiç bilmeyen oğlunu bu idare etmeye çalışsa da bir gün gerçek dünyayı da tanıması gerektiğini anlar. bu hapis hayatından binbir güçlükle kaçarak ailesinin yanına sığınan joy için şimdi bir başka zorlu sınav başlayacaktır. gerçek hayatla hiç karşılaşmamış jack'i yepyeni bir hayata adapte edebilmek, aynı zamanda kendi hayatına da kaldığı yerden devam edebilmek.


  1. çocuk kaçırma, alıkoyma sinemada bol dram, gerilim ögeleriyle süslenip, sıkça işlenen temalardır. ilginçtir, bu filmlerin çoğu asıl oğlanla, asıl kızın evlenmesiyle biten filmler gibi rehinenin kurtulmasıyla şıppadanak sona erer; sanırsın bir mutlu son. room bu döngüyü başarıyla kıran bir film, bu yönüyle oldukça ilgi çekici. bunun dışında, oyunculuklar şahane. film duyguları geçirmek konusunda çok başarılı. o küçücük odayı jack'in gördüğü gibi kocaman görmemiz için yönetmenin epey çırpındığı belli oluyor.


    !---- spoiler ----!

    tahmin ediyorum, filmi izleyen birçok kişi filmin bir kısmına kadar başroldeki jack'i bir kız çocuğu sanmıştır. bu halin tek sorumlusunun jack'in toplumun uygun erkek çocuk formuna sokulmak için kesilmemiş saçları olduğunu düşünmüyorum. jack beş yaşına dek yalnızca tek bir kişiyle doğrudan iletişim kurmuş biri, haliyle rol modeli için çok fazla seçeneği yok ve annesinin halini, tavrını üstüne giymiş olmasına şaşmamalı.

    filmde bana ilginç gelen bir husus da şu, jack gelişim sürecisinin en mühim zamanlarında çok kısıtlı bir uyaran yelpazesi ile büyümüş bir çocuk. küçücük bir odada, annesiyle baş başa. tüm bu şartlara rağmen, jack'in bilişsel gelişimi yaşıtlarının çok da gerisinde görünmüyor. bu mucizenin sebebi televizyon olabilir mi acaba? bir annenin yanı sıra bir de televizyonun varlığı ile bir çocuğun zihin gelişimi sekteye uğramadan öylece gelişebilir mi? yoksa televizyon o kadar da "aptal" kutusu değil mi? filmden bu sorulara evet cevabını almak mümkünmüş gibi görünüyor, ama bilim insanları tam aksini söylemekte.

    !---- spoiler ----!

    kısaca room izlemeye, üzerine düşünmeye değer bir film. benim puanım 8. trailer
  2. spoiler içerebilir.

    insanın düşünce sınırlarını zorlayan bir filmdi. sürekli ya toplumun bir parçası olmasaydık hayat dediğimiz şey nasıl bir şekil alacaktı diye sorup durdum. tecrübesiz hissettiriyor her saniyesinde özellikle jack'in dünyası tamamen farklıydı. peki odadan çıkıp bizim dünyamızı gördüğünde zaman zaman odayı istemesi mantık dışı mıydı? bence değil. burada önemli bir soru gündeme geliyor; biz bize verilen hayatı mı yaşıyoruz yoksa seçtiğimiz bir hayatı mı? aynı soru nietzsche ağladığında kitabında işlenmişti. filmin hikâyesi oyunculuklar bir yana sırf bu deneyimi düşünebilmek için bile izlenmeli.
    abi
  3. filmlere ağlamam, gerçekten!
    ama bu filmin iki yerinde ağladım. yazdıklarım film hakkında ip uçları içerebilir!
    yıllarca zorla alıkonulmuş bir genç kız ( ki kaçırıldığında daha da küçükmüş ) yaşamaya zorlandığı o küçük odadan çıkmayı başarabildiğinde lise arkadaşlarının fotoğraflarına bakıp çocuğuna şöyle demişti: onlar mı hiiiç hayatlarına öylece mutlu mesut devam ettiler. arkadından bir isyan yaşamıştı.
    lanet olsun sana anne; sırf senin yabancılara merhaba de, kibar ol, yardım et demen ve beni böyle yetiştirmen yüzünden bir ada'm tarafından tam altı yıl alıkonuldum.
    işte burda çok ağladım. siz çocuklarınızı iyi bir insan olsun diye uğraşıp didinerek yetiştirirken birileri onların iyi niyetini suistimal edebilirdi bu ihtimali hiç hatırımıza getirmediniz. çünkü biz ya da siz iyi niyetliyiz.
    ağlarken şunu demiştim:
    lanet olsun sizin gibi iyi niyet avcılarına; allah belanızı versin!
    elimden ne gelirdi ki?
    ve o odada altı yıl kalan bu kadının o iğrenç adamdan güzeller güzeli bir çocuğu vardı. işte yönetmenin içimize çizik attığı yer burasıydı.
    kadın yaşadıklarını hiç unutamayacaktı çünkü o zorunlu birliktelikten bir çocuğu vardı. onu seviyordu tabii!
    ama sizi kaçıran, hayatınızı mahveden bir odaya tıkan günyüzü göstermeyen ve iğrençliklerine alet eden, mecbur bırakan bir ada'mın da parçasıydı. dışarı çıktıklarında zavallının intiharı denemesi de anlaşılabilir bir hareketti.
    ve bir masum, o kötü anların çocuğu yine de saçlarıyla annesine güç verdi.
    ne filmdi ama!
    dışarda bunların yaşanabildiğini okuduğumuz haberlerden az çok biliyoruz. ama bize bu haberlerin perde arkasını aralayıp bunu da düşün diyen yönetmenler var ya!
    işte onlara sadece gözyaşlarımla anladım sizi diyebiliyorum.
  4. kendinden söz ettiren bir sanat eseri iki şey vaat edebilir:

    1. orijinal bir içerik,
    2. teknik/estetik yenilik.

    üçüncü bir seçenek olarak bir sanat eserinde her ikisi birden olabilir.

    2016 yılında orijinal bir içerikten söz etmek çok zorlaştı. söylenebilecek her şey söylenmiş gibi duruyor; ama sanatkârlar hâlâ un çuvalının içinde kalan un zerreciklerini döker gibi alımlayıcıları etkileyecek farklı nitelikte konular bulabiliyor.

    room bu anlamda sinema sanatının teknik alanında herhangi bir yenilik veya kendisinden söz ettirebilecek görsel bir değer taşımıyor. ancak özgün konusu itibariyle oldukça etkileyici bir film. burada aslan payı, senaryonun uyarlandığı romanın yazarı emma donoghue'ye verilmeli. tabii ki bir romanı sinemaya uyarlamak kolay bir iş değil. senarist ve yönetmen de bu anlamda oldukça başarılı.

    aslında filmle ilgili söyleyecek çok fazla sözüm yok. duygusal yoğunluğun tavan yaptığı, gözlerimi dolduran sahneler oldukça fazla. tek dikkatimi çeken şey şu oldu:

    !---- spoiler ----!
    oda'dan çıktıktan sonra jack'teki ürkeklik ile annedeki cesaret zamanla yer değiştirdi. travma sonrası stres sendromundan etkilenen anne intiharı denerken jack, yeni tanıdığı dünyaya kademe kademe adapte olabildi. bu da çocukların travmaları atlatma konusunda büyüklerden çok daha başarılı olduğu anlamına geliyor sanırım. en azından yönetmenin iddiası bu yönde.
    anne (joy), oda'da iken hayatının tek gayesi olan oda'dan kurtulma isteğinin yerine oda'dan kurtulduktan sonra herhangi bir şey koyamadığı için travma ile yüzleşiyor. jack içinse durum, bir yerden bir başka yere taşınmak gibi. çünkü o, zaten oda'dan öncesini veya dışarıyı hiç bilmiyor. o yüzden de travmanın etkilerini hissetmiyor.
    !---- spoiler ----!

    gerçekten oldukça güçlü bir filmdi room.

    edit: senaristle roman yazarı aynı kişilermiş. düzeltme için sdeye teşekkürler.