1. rufus, öylece şarkı ismini yazıp geçebileceğim bir adam değil. nedense çokça tanınan bir adam da değil. en azından benim çevrem için geçerli bu durum. bu sebeple ben de bir kaç bir şey yazmayı görev edindim.

    öncelikle gerçek bir müzisyen olduğunu belirtmeliyim. müzisyen bir ailenin yetenekli çocuklarından bir tanesi. diğeri ise en az kendisi kadar güzel işler yapan kız kardeşi martha wainwright. loudon wainwright iii ve kate macgarrigle'ın oğlu oluyor kendisi. doğuştan yeteneklilerden.

    ayrıca leonard cohen’la yakınlığı da var epey. cohen'ın kızıyla yakın arkadaşlardı zannedersem, tanışıklık oradan geliyor. bir yerlerde cohen'a ait bazı parçaların muhteşem coverlarını duyarsanız bilmelisiniz ki duyduğunuz ses muhtemelen rufus'a aittir. hatta sanıyorum 2008 ya da 2009 istanbul jazz festivalinde cohen yorgunluğundan konsere katılamayacağı için kendisi yerine rufus'a rica ediyor. ve benim içimdeki en büyük ukdelerden biri olan, rufus wainwright istanbul konseri gerçekleşiyor.

    1973 new york doğumlu. fakat ailesinin ayrılması nedeniyle küçük yaşta annesiyle beraber kanada’ya taşınmış ve amerikalı müzisyen yerine kanadalı müzisyen olarak anılmak daha çok hoşuna gitiğini söyler.

    1990 yılında "en çok umut vadeden genç şarkıcı" ödülünü alıyor. tabii eşcinselliğini insanlara açıklama dönemi, 14 yaşında tecavüze uğraması, seneler boyu süren bunalımlar, uyuşturucular derken bu süreç gecikiyor. zor bir ergenlik dönemi geçirdiğine şüphe yok. gerçek anlamda içine kapanıyor ve duygularını sadece müziğiyle yansıtmayı seçiyor. belki bugün bile hala bu kadar ses getirmiyor oluşu bu sebeptendir.

    yaşadığı bunalımı ilk kez tori amos'a açıklıyor. 1999 yılında elton john’un desteğiyle rehabilitasyon merkezine yatırılıyor.

    tecavüzü hakkında bir not düşmek istiyorum. “yaptığım epilepsi krizi rolüyle öldürülmekten kurtuldum” diye açıklama yapmış. beni niyeyse normalden daha fazla etkilemişti bu açıklaması. “öldürülmekten kurtuldum” düşünsenize.

    işin magazinsel boyutlarına gelecek olursak, ilginç bir bilgi olarak, rufus’un bir de kızı var. hem de cohen’ın kızından. niye hem de dedim onu bilmiyorum ama olaylar nasıl gelişti merak etmiyor değilim. bu konu hakkında pek bilgim olmadığı için burada kesiyorum hemen.

    klasik müziğe, operaya bayılıyor. küçük yaştan beri piyano çalıyor. ki mutlaka internetten canlı performansları izlemenizi öneririm. büyülüyor. hatta bir konser esnasında, zannedersem poses çalıyorlardı, (martha ile beraber) ve kucaklarında ya martha'nın ya rufus'un bebeği var. bir yandan konser gürültüsü, piyano, mikrofonlar vs bir bebeği rahatsız edebilecek birçok koşul mevcutken çocuk çıtını çıkarmıyordu. şanslı işte.

    opera hakkında şöyle bir sözü var: “opera benim en büyük tutkum. bana umut veren ve karanlık dönemlerimde bana yol gösteren hep opera oldu. eşcinselliğimi açıklarken, uyuşturucudan kurtulmaya çalışırken hatta 30 yaşıma girerken. hepsi karanlık dönemlerdi. operaya gitmek, o öyküleri dinlemek hep ilham vermiştir bana. şu kadarını söyleyebilirim ki opera benim dinim, opera binası benim kilisem.”

    ve zaten yapmak istediği şeyi yapmış, bir opera sanatçısının bir gününü anlatan prima dona’yı yazıp sergilemiştir. şimdilerde spotify'dan da ulaşabilirsiniz.

    bir de blackout sabbath var anlatmak istediğim. rufus’un önderliğinde başlatılan bu konsept bir günlük çevre bilinci kazanmayı, küresel ısınmaya karşı bir şeyler yapmayı ve elektrik tasarrufunu amaçlıyor. her yıl belli bir günde elektrikle çalışan her şey kapatılacak, fişler çekilecek, ışıklar açılmayacak ve hatta telefonlar da kapatılacak. hem böylelikle anane mantığı biraz ama insanlarla sosyalleşmek mümkün olacak.
    kendisinden biraz olsun örnek alsam hayatım çok daha mantıklı bir hale gelirdi eminim.

    amma çok anlattım. ama dinlerken onun hakkında bilgi sahibi olmak çok daha anlamlı kılıyor her şeyi.