1. pazar sabahının şiiri geç gelir!
    hüseyin atlansoy ve

    nişanlı koltuğu

    bir gelinliği diler kız
    eldivenli ellerinde usul açan bir gül

    /yıllarca ben
    yalnız akan serin bir ırmaktım
    uyanır bir su şafağında kalkarım
    örterim üstüme aşkın sıcaklığını/

    kadına beyaz yakışır hasrete siyah
    billûrdan bir anı
    sessizliğe ulayan sigara dumanları
    eflatuni bir aşka kapıdır
    koltuklar ayrı ayrı

    konuşsak bile-
    bir sükuneti soluruz
    yaklaşır ellerimiz- ürperir
    henüz
    dokunulamayan bir hayatı...
  2. âh' notası
    sen istersen şarkına
    lâ ile gir üstâdım,
    ben nasılsa sadece
    'âh’ları duyacağım…

    attila şanbay
    akşam şiiri oldu
    başlığı sabah akşam şiiri mi yapsak?
  3. "muhabbet kuşumuz öldü
    arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
    biliyorsun ölüm mavi boş bir kafestir kimi zaman
    acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur pollyanna"

    *elimdeki kitabı açtım ve bu şiir denk geldi. bu kötü sabaha da ne yakıştı...
    (bkz: pollyanna'ya son mektup - didem madak)
  4. "dokunmanın doldurulmaz yeri
    sızlıyor şimdi aramızdaki boşlukta.
    sen yoksun, ben yokum
    koca bir geçmiş şimdi tek başına
    alçak sesle konuşmakta..."

    (bkz: timsah sokak şiirleri - murathan mungan)
  5. gün doğarken ardından tepelerin
    a. koyayım tüm teletabilerin.(adını)
  6. bu başlığı bulduğum iyi oldu. günün en güzel saatlerinden en güzel günaydınlarımla efendim.
    pek bir sevdiğim edip cansever ve onun elden ele sevda büyüten "yerçekimli karanfil"i..


    biliyor musun? az az yaşıyorsun içimde
    oysaki seninle güzel olmak var
    örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
    bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
    midemdi, aklımdı şu kadarcık kalıyor.

    sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
    sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
    o başkası yok mu bir? bir yanındakine veriyor
    derken karanfil elden ele.

    görüyorsun ya sevdayı büyütüyoruz seninle
    sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
    bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
    birleşiyoruz sessizce.
  7. son zamanlarımın en güzel şiiridir kendileri. günaydın.

    elleri vardı, siz bilmezsiniz
    ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı
    şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler
    yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan
    çağın canı cehenneme
    cennet nereye düşer şimdi
    annesinden dayak yerken sorunca çocuk

    ellerin vardı, sen de bilmezdin
    hatırı sayılmak kimsenin aklına gelmeyen bir yoksul gibi
    karşında duruyordum
    senin için ıslak mendilleri kurumuş evlerin önemi yoktu
    patrona halil, ilk posta teşkilatı ve
    çekinerek kızının evinde ayaklarını uzatan babaların
    kaldım, bir yanım alacaklı tarih diğeri aşk.
    radyoların canı cehenneme
    ben birşey demesem allah yine de anlıyordu

    elleri vardı, demedim kimseye
    başına ne gelirse hepsi yaşamaktan
    ve bir çocuğun oyuncağının ardında yitip giden elleri
    iki keder arasında gülmek doğru sayılmaz
    bir parkın yoldaşıydım sanki
    hiçbir richter tespit edemese de
    richter’in canı cehenneme
    titriyordu elleri

    elleri vardı, siz bilmezsiniz
    bir gülse kansere ve bana
    yani durmadan çocukluğundan bahseden bana çare bulunacaktı
    birkaç damla kan sızardı gözlerinden
    bolşevikler tövbeye dururdu
    aylardan şubat
    güneşini avuçlarında saklayan bir uçurum gibi sessiz
    yaşamın canı cehenneme
    gözlerin doluyordu

    bülent parlak - şubat kimseye çekmedi
  8. gözlerin gök /

    yüzünde bir dolunay

    diyelim
    ki sessiz gecede poyraz…
    sis çökmüş o heybetli dağlara;
    yurdun
    da kar altında, gözlerin gök-
    yüzünde bir dolunay.

    diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
    seslere çarpmış sesin,
    ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…
    diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
    bu hayat seni bir oyuncak sanıyor…

    diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
    yasak, yarın yasak, düş yasak sana.
    diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
    bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

    diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
    sis çökmüş güvendiğin dağlara…

    kederli bir süvari ol orda, sen orda!
    bıkma atını mahmuzlamaktan,
    bıkma bu puştlar panayırında
    berrak nehirler aramaktan…

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
    o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.

    çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
    çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın…
    kimi kanıyor şahdamarından,
    kimi bozgununda yetim, dervişan,
    kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…

    yamalı yerlerinden
    kanıyor hayat,
    tutunduğun günlerinden
    soluyor hayat.
    bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın;
    salıver düşlerini ateşlere abansın!

    tutunduğun yerlerinden solarken hayat,
    bıkma atını mahmuzlamaktan;
    bıkma sendeki insan için,
    derin uçurumlar arşınlamaktan…

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden;
    bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden.

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt,
    o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın;
    ıslansın…

    çünkü senin de bir ütopyan varsa,
    i n s a n s ı n…

    yılmaz odabaşi, istanbul,ocak 2002
    şairler ölmesin...
  9. (ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında yokum ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…)

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur ömrünün coşkusuna
    hani tutulur dilin
    konuşamazsın!

    tırmandıkça yücelir dağlar
    sen mağlupsun sen ıssız
    ve kalbinde kuşların gömütlüğü
    tutunamazsın…

    eloğlu sevdalardan dem tutar
    aşk büyütür yıldızlardan
    yasak senin düşlerin
    dokunamazsın...

    birini sevmişsindir geçen yıllarda
    açık bir yara gibidir hâlâ
    hâlâ ne çok özlersin onu
    ağlayamazsın...

    yolunda köprüler çürür
    sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
    savurur hayat kül eyler seni
    doğrulamazsın!

    yapayalnız bir ünlemsin
    dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
    herşey çeker ve iter
    anlatamazsın...

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
    sesinde çığlıklar boğulur ama
    bağıramazsın…

    sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
    upuzun bir ömrün ortasında
    ne hayata ne ölüme
    yakışamazsın!

    yazdırmalısın mezar taşına:
    ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında hiç olmadım ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…
    yılmaz odabaşı
  10. daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    takvim tutmazlığını
    aramızda bir düşman gibi duran
    zaman'ı
    daha o gün anlamalıydım
    benim sana erken
    senin bana geç kaldığını...
    murathan mungan